Beth
Lord
Şeyler oldukları gibi nasıl
belirlenir/saptanır? Kant'ın bu soruya yanıtı aşkın idealizmi çürütür (dei nes)
ve Deleuze'ün yaşam boyu süren Kant'a yönelik ilgisinin çekirdeğini oluşturur.1
O Kant'ı verili kavramları dış uygulamayla belirlemeye indirgediği için
eleştirir. Oysa Deleuze'ü düşündüren şey Kant'daki belirlemenin daha derin bir
hesabıdır: Kendi'nin (Ben) varlığının kendi düşünme edimiyle (Düşünüyorum)
belirlenmesi. Bu belirleme zaman içinde gerçekleştiği için, belirlenen varlık
belirlenebilen varlıktan farklıdır. İkincisi,
tanım gereği, düşünülemez ve düşünülmemektedir, fakat yine de tam olarak
düşünülmesi gereken şey budur. Her şeyden önce Deleuze'ü Kant hakkında
büyüleyen şey şudur: kendi varlığımı düşünmemin, varlığın düşüncenin dışına
çıkabileceği bir yer olduğunu düşündüren edim olması. Düşünme faaliyeti
sayesinde, düşüncenin varlığının hem ne düşünmesi gerektiğini hem de neyin
düşünülemeyeceğini belirten varlığından farkı yaratıyorum. Düşüncenin kendi
varlığından farkı Deleuze'un Kant üzerine yazılarının her yerinde tekrarlanır.
Bunun erken bir versiyonu Ampirizm ve
Öznellik'te ortaya çıkar (ES 111); bir sonraki yılın makalesinde Deleuze
"Kendini düşünen varlığa içsel fark" (DI 17, translation modii ed)2
açısından Kant'dan bahseder. Bu, Fark ve
Tekrar'daki (DR 58, 85–86, 276), "Kantcı Felsefeyi özetleyebilecek
dört şiirsel formül" makalesinde ve 1970 derslerinde zengin biçimde yer
alır3, nihayet fark içkinlik
planı açısından tekrar hatırlanır.
Belki de bu, felsefenin en yüce eylemidir:
orada olan şeyin her düzlemde düşünülmediğini göstermek için, daha çok içkinlik
düzlemini düşünmek değil, ve onu bu şekilde, dışsal bir dışarısı ve içsel bir
içerisi olmayan düşüncenin dışı ve içi olarak düşünmek, İsa'nın bir kez yeniden
doğduğu gibi, eskiden olanaksızın olasılığını göstermek için düşünülmüş, ve
yine de düşünülmesi gereken düşünülemez olan şeydir (*). Bu yüzden Spinoza
Filozofların mesihidir, ve en büyük filozoflar güçlükle kendilerini bu gizemin
yakınına çeken ya da bu gizemden uzaklaştıran havariden daha fazlasıdırlar ( WP
59–60).
Deleuze kendi varlığını düşünen düşünce
gizemine daha çok yaklaşmaya çabalayan havariler arasında bir havari gibi
görünmektedir. Bu aktivite varlık ve düşünce farkını hem mümkün kılar hem de ona
dayanır. Böylece düşünce, "sanki düşünce düşünemeyeceği bir şey tarafından
içeriden hırpalanmış gibi"4 yine de ona içsel olan, kendi
"dış"ını ya da "düşünülemez"ini kendisinden farklı olarak
üretir. Bu, zorunlulukla düşünceden kaçan düşüncenin kaynağı olan gayrı-felsefi
çekirdek Deleuze'ün kendi felsefi anlayışı için önemlidir. Deleuze'ün Kant'la
ilişkisini kısmen Deleuze'ün kendi sözlerine dayanarak büyük ölçüde eleştirel
olarak ele alanlara sürpriz gibi gelebilir.5 Elbette Deleuze Kant'ın
empirisizmini ve idealizmini küçümser ve Kant'ın "aşkınları" ve
"fikirleri" kısıtladığı sınırları kırmaya heveslidir. Tartışmasız,
Spinoza, Nietzsche, ve Bergson bir fark felsefesini geliştirmek için Kant'dan
çok daha fazlasını yapar. Yine de güçlü bir eleştirel edebiyat topluluğu
Deleuze'ü iyi bir sebepten dolayı bir post-Kantçı olarak sunar: Deleuze'ün
çalışması Kant'ın eleştirel projesini ve kopernik devrimini genişletir.6
Bu özel problemin keşfi -düşüncenin kendi varlığını nasıl düşündüğü- ile ilgili
olarak- Kant, Deleuze'ün tahmininde Spinoza'dan sonra ikinci sırayı alır.
Deleuze-Kant ilişkisini rekabet ya da eleştiriden birine indirgemeyeceğiz,
fakat yerine Kant'ı aynı gizemi açığa çıkarmaya çalışan Deleuze'ün ortak-elçisi
olarak görmeliyiz.
Bu
bölümde, Deleuze'ün, Kant'ın varlık ve düşünce farkını içsel olarak belirlemesini
ve ontolojik olarak üretken bir farkı kabullenmesini nasıl desteklediğini
göstereceğim7. Bu keşif yüzünden o Kant'ın bu farkı gizleme eğilimini ve belirlenmesini
yalnızca dışsal epistemik bir prosedüre yaptırma eğilimini eleştirir. Kant
düşüncenin kendi varlığından farkını keşfeder, fakat bu içsel farkın üzerini
bir özne kimliğiyle örter, bu, onu kavramsal düşünceyi sadece verili varlıktan
dışsal olarak ayırmayı onaylamaya itmiştir. Böylece, kendiyle-özdeş özneye bel
bağlayan dışsal bir ayrım lehine bu saf, üretici, içesel fark bastırılır. Aşkın
idealizmin belirleyici bir hareketi olan bu ayrım, Deleuze için Kant'ın
modelinde kimliği belirleyen farklı koşullara yeterince derinlemesine bakmayan
aşkınlık felsefesinin bir ihanetidir. Farkı açığa çıkarmak ve gizlemek
arasındaki bu gerilim ilk iki bölümün konusudur8. Üçüncü bölümde, bu
gerilimin, hem Kantçı içkinlik düzleminde hem de Deleuze'ün Felesefe nedir
kavramlaştırmasında nasıl belirdiğini göreceğiz.
Dışsal Fark ve
Belirlenim
Kant'ın Saf
Aklın Eleştirisi, başka şeylerin yanı sıra, düşüncenin varlığa zorunlu
olarak upuygun olduğuna dair rasyonalist varsayımı istikrarsızlaştırmayı
amaçlar. Bir rasyonalist için, olmak tanrının sonsuz aklıyla tam ve bütün bir
kavramda tasarlamaktır ve böyle tasarlamış olmak varlığa getirmek demektir.
Rasyonalizm böylelikle varlıkların oluşumunun ve spesifik olarak ne oldukları
konusundaki saptamalarının birleşik bir ifadesini sunar. Aşkın idealizmin temeli, tersine, varlıkların tam
olarak belirlenmesini ve oluşumun anlaşılırlığını reddeder (cf. KCP 13–14). İnsan
aklının sınırsız düşüncesi varolmak için sadece yetersiz değildir; varlığı yeterli bir şekilde oluşturan,
belirleyen ve bilen sonsuz bir akıl olduğundan bile emin değildir. İnsan zihni
böyle bir entellekt fikrine ve varlığın nasıl oluştuğu ve tamamen
belirlendiğine dair fikirlere sahiptir. Bu aşkın fikirler, Kant'ın dediği gibi
düşünülebilir fakat bilinemez. Bu tür fikirler insan aklının kendi metafizik
cehaletinin üstesinden gelme yoluyla bir prosedür düzenlerler: kavramları
sezgilere uygulama prosedürü. Çünkü insan zihni, onları düşünerek nesnelerini
üretecek sonsuz bir akıl fikri gibi değildir; İnsan aklı “sadece düşünebilir”
ve kavram stoğunu dışardan etkileyen şeylere uygulamak zorundadır.9
Saf a priori kavramlar -Kant'ın kategorileri- ne varlıkları üretebilir ne de
içsel olarak onları oldukları gibi belirlerler. Kategoriler, dışarıda verili olana uygulanır, bilinen ve temsil edilebilen 'bir genel olarak
nesne'yi belirler. Belirleme sezgisel malzemeye onu olası deneyimin nesnesi
kılan kavramları uygulama meselesidir. Maddenin içsel belirlenmesi ve oluşumu
bizim için erişilmezdir ve "belirlenmemiş kalmak" durumundadır10.
Deleuze,
aşkın idealizmi, düşünce ve varlığın birbirinden ayrılmasında varlığın
oluşumunu araştırmak için her girişimi engellediği gerekçesiyle eleştirir.
Deleuze, Kant’ın “ampirizm” ini, düşünce yapılarını yalnızca dışardan
alınanlara uygulandıkları gibi göz önüne alarak eleştirmekte kritik öneme
sahiptir: ne kavram ne de fikrin varlıkla bağlantısı yoktur. Kant’ın aşkın
idealizmi Deleuze için yeterince aşkın değildir, çünkü düşünce yapılarının
gerçekte ve içsel olarak verilenle nasıl bağlantılı olduğunu ve düşüncenin
kendisini kendi temsilleri dışındaki herhangi bir şeye nasıl uygulayabileceğini
gösteremez. Kavramlar arasında sıkışıp kalmış düşünme, temel olarak, üretim
araçlarını bilmediği varlık ile çelişmektedir. Aşkın Estetik, “duyulurun
bilimi”, “duyulurda neyin temsil edilebileceği” üzerine kurulur, “duyulur olma”
üzerine kurulmaz (DR 56-57).
Bu
sorun, Kant’ın kendi gününde, Kant eleştirmeni ve Deleuze için önemli bir
kaynak olan Solomon Maimon tarafından tanımlanmıştır. Maimon’un Aşkınlık Felsefesi Üzerine 1790
Denemesinde, Saf Aklın Eleştirisi'nin
savları aynı anda rasyonalist ve ampirist incelemeye tabi tutulur.11
Maimon, Kant'ın ne deneyim (quid facti) gerçeğini, ne de ona kavramları
uygulama hakkımızı (quid juris) tesis ettiğini savunur. Temel sorun duyarlığın
anlamadan ayrılmasıdır: "Anlama kendi gücü dahilinde olmayan bir şeyi
(verili nesneyi) kendi gücü içinde (kuralına göre) nasıl sunabilir? Kantçı
sistemde, yani duyarlılık ve anlamanın bilişimizin tamamen farklı iki kaynağı
olduğu yerde, bu sorun çözülemez".12 Maimon, bu sorunun
üstesinden gelmek için aşkın idealizmin olası deneyimin koşullarını değil,
gerçek deneyimin koşullarını araştırması gerektiğine inanmaktadır: niteliksel
duyulurun doğuşu. Spinoza ve Leibniz üzerine çalışan Maimon, sonsuz anlamanın
sonsuz zekanın bir kipi olduğunu ve aynı şekilde, nesnelerini onların sezgilerinde üreterek
işlediğini savunur. Gerçek deneyim anlamanın içinde meydana gelen bir oluşumun
ürünüdür, 'diferansiyeller' denen nitelikleri türetmek adına kurallara dayanır.
Bu saf farklılıklara, düşük yoğunluklu nitelikler denen, nihai olarak hayal
gücü ve temsil yoluyla duyarlılık nesneleri olarak “sabit” olan “anlamanın
fikirleri” denir. Kavramları duyarlılığın içeriğine uygulamakta hiçbir sorun
yoktur çünkü ikincisi sonsuz anlayış tarafından üretilir ve temelde düşüncenin
içeriğinden farklı değildir.
Maimon
varlığın düşüncenin ürünü olduğunu savunmak için düşüncenin upuygunluğunu
yeniden kurar, ve aşkınlık felsefesini gerçeğin ideadan türediğini soruşturarak
daha ileri götürür. Bunun rasyonalizmin hizmetindeki mutlak idealizm olduğuna
itiraz edilebilir, fakat Maimon
deneyimin aşkın doğasına adanmıştır ve Deleuze de öyledir. Bu nedenle
Maimon'un denemesi, onun idealist sonucundan sakınırken bu aynı projeyi
üstlenen Fark ve Tekrar için önemli bir kaynaktır.13 Deleuze,
"Eleştirinin temel bir formülasyonunu öneren ve Kantcı kavram ve sezgi
arasındaki düalitenin üstesinden gelen kişinin" Maimon olduğunu söylüyor (DR
173). Kant için kavram dışarıdan gelen sezgiye uygulanır, böylece aşkın uğrak
bir koşullandırma uğrağıdır, ve verilinin türeyişini kaydetme gerekliliğinden
vazgeçilir. Şeylerin kavramlar yoluyla belirlenmesi, benzer şekilde, yalnızca
empirik farklılıklara dayanan şeylerin dışında kalan bir süreçtir. Bu
farklılıklar, ilk etapta nasıl olumlu olarak belirlendiklerini kaydetmemelerine
olanak sağlar. Dışsal farklılıkları aracılığıyla şeyler yalnızca dereceli
farklılıklar gösterir, çünkü hepsi genel bir düzeyde birbirlerine benzerler.
Kant'ın kategorileri deneyim nesnelerini genelde kendi nesnellikleri içinde
aynı kılan en yüksek genel terimlerdir, ancak uzamsal yayılımları, zamansal
süreleri, nitel yoğunlukları, nedensel etkinlikleri ve benzerleri bakımından
farklıdır. Verilinin belirlenimi, en yüksek genellikteki terimlerin ona
dışarıdan uygulanması yoluyla meydana gelir.
Bu
anlamda Emprisizmin yanlışı "ayrılmış olanı dışarda bırakmak iken,
Dogmatizm onunla doludur (DR 170). Dogmatizm belirlenebilir bir nesne ve onun
kavramsal belirlenimi arasındaki boşluğu, birincisinin ikincisini (Leibnizci rasyonalizm) tamamen a priori olarak
belirlediğini savunarak ya da yeni, belirlenimsiz bir birliğe (Hegelci idealizm) zorunlu olarak
çöktüklerini göstererek, doldurur. Fakat emprisizm belirlenebilir nesne ve onun
kavramsal belirlenimini, bu tür belirlenebilme-belirleyici ilişkisinin
belirlenecek şeye dışsal olduğu haliyle ayrı bırakır. Daha derin bir aşkınlık
felsefesi belirlemenin ve belirlenebilme ve belirleme arasındaki kritik
ilişkinin, bu tür şeyin kendisinden daha kapsamlı olmayan şeyi belirlemenin
şeye içsel olarak nasıl işlediğini dikkatle düşünmelidir. Dışarıdan belirleyen
koşullar bize sadece derece farklılığıyla 'genelde nesneleri' ve olası deneyim
yığınını verecektir. Kant'ın yaklaşımı "oldukça ampiriktir", sadece kavramların temsillerle yüzeysel
ilişkisini araştırır ve asla bu temsilleri oldukları gibi yapan şeyin
"derinliğine" inmez.
Deleuze'ün
"aşkın ampirizmi" bunun tersine gelişti.14 O, gerçeğin
('gerçek', Kantçı anlamda, a priori
olarak bilinmeyen ve sadece duyulur olabilen yoğun ya niteliksel olarak
anlaşılmıştır) oluşumunu empirik içsel olanla gerçeği oluşturan aşkın
koşullarla ilgili olarak düşünür. Deleuze, içine uzanan ve gerçek deneyime yol
açan şeyi araştırırken Kant'ın noumenon'unun daha belirli bir versiyonunu
kurtarmaya çalışır: fenomenlerle aşkın bir ilişkiye sahip olmayan bir versiyon.
O, şeyi içkinlikle üreten ve ona içsel olan "fenomene en yakın noumenon'u
arar ( DR 222). Kant'ın noumenon'u kavrayışlı bir zeminin belirsiz
düşüncesiyken, Deleuze'ün hem belirlenebilen hem belirleyen ve sadece
duyulabilen ya da karşılaşılan fakat temsil edilmeyen duyulur varlıktır.
"bizi düşünmeye zorlayan ...
karşılaşma nesnesi, bir duyulur varlık değil fakat duyulurun varlığıdır.
O verili değildir fakat verili aracılığıyla verilen şeydir" ( DR 139–40). Duyulur Kant'ın "empirik
olarak gerçek" olası deneyim dünyasıdır, oysa karşılaşma duygunun
gerçeğidir - "işte şu beklenmeyen unsur"15 Karşılaşma,
gerçek (fakat empirik olarak gerçek değil) aşkın bir koşul (fakat olası
deneyimin değil), yoğunluğu yoluyla duyulur alana mecburdur. Yoğunluk temsil
açısından duyulmaz/hissedilmez, ve kavram açısından düşünülemezdir. Fakat
"ortak duyu" yetilerinin empirik deneyimiyle olgu kavranmış olmaz;
daha çok yoğunluk koşulu düşünceye içseldir ve düşünülmelidir. Bu zaten verili
bir nesneye uygulanan kavramsal düşünce değildir; bizi karşılaşmaya, verilinin
verilmesine zorlayan düşüncedir ( DR
192–94).
Deleuze
Kantcı "duyusal gerçek"i Maimon’cu düşünceye içkin türeyişin bir
ürünü yapar. Maimon için olduğu kadar Deleuze için de verilinin gerçek aşkın
koşulu içinde düşük ve ani yoğunlukların olduğu fikirlerdir. Kant aynı zamanda
fikirlerde verilinin koşulunu da saptar:
ne ürettiği ve varlığını tamamen neyin belirlediğine dair düşüncelerimiz gerçekliğin toplamı ve sonsuz zekanın aşkın
fikirleridirler. Bu fikirler deneyimlenemeyen fakat kendilerini düşüncelerimize
dayatan koşullardır. Kant'ın fikirleri varlığın oluşumu düşüncemizin koşulları
olarak meşru biçimde düşünülebilirken, bu oluşumun gerçek koşulları olarak kabul
edilmezler. Dahası, aşkın fikirler sadece kavramsal düşünceyi düzenledikleri
zaman meşrudurlar. Kant için, varlığın genetik koşullarını araştırma
çabası bize, açıklayıcı gücü kavramı olası
deneyim alanıyla sınırlamış aşkın fikirler verir. Bir kez daha hissetmenin
gerçek koşullarına geçişimiz kapatılır. Kant'ın aşkın fikirleri Deleuze için
önemli fakat sinir bozucudur/boşunadır16 paralojizmler, antinomiler
ve saf akıl idealinde ifade edilen, varlığın oluşumuyla ilgili 'sorunlar'dır.
Fakat bu sorunlar sadece anlama yetisi kavramları ve görünüşlerin temsiliyle ilgili olarak
"çözülmüş"lerdir. Bu dış koşullarla ilgili çözülemeyen sorunlar
yanıltıcı çözümler olarak aşkın nesneler oluşturan "yanlış
sorunlar"dır (DR 168–70, 161–62). Örneğin antinomiler, tam bir evrenin
gerçek varlığı, ilk nedeni vb.'leriyle ilgili fikirler olduğunu varsayarsak,
çözümsüzdürler. Onlar yalnızca onlara dair fikirlerin olası deneyim hakkındaki
düşüncemizi düzenlemekle sınırlandıklarında çözülürler. Deleuze, Kantçı ideanın
gerçekliğini temsille dışsal ilişkisinde, fakat kendi içsel gücünde değil, bir
çözüm bulma olasılığına bağımlı kıldığını düşünür (DR 161–62). Varlığın oluşumu
ve belirlenimi fikrinin kurucu gücünü, Kant güvenilmez bulmuş ve onu bastırmak
suretiyle geriye düşünmeyi belirlemek için sadece düzenleme gücünü bırakmıştır.
Deleuze aşkın idealizmin düşüncede varlığın koşullarını soruşturmakta isteksiz
olmadığını ancak bunu yapamadığını düşünür, çünkü o varlığın kurucu olmadığı
düşünüldüğü sürece fikirlerin gücüne güvenemez.
Deleuze'ün
Kant'ın aşkın idealizminin "çok ampirik" olduğuna dair eleştirisi dört
hedef gözetir: Kant'ın varlıkların
oluşumunu açıklama başarısızlığı, "dışsal" belirlenim açıklaması, derece farkı kavramına güveni ve fikrin herhangi bir gerçek kurucu güce sahip
olduğunun reddi. Deleuze'ün aşkın amprisizmi bu sınırlılıkları düzeltici olarak
önerilmiştir: o derinliği, içselliği ya
da deneyimin varlığını ele alır ve yüzeyde kalmaz. Deleuze orada farkların şeyi
bireyleştirdiği ve bir şekilde olumlu olarak belirlediği bir kendi içinde fark
kavramı bulmak ister, ve fikirler farklı
türden yoğun gerçek nesneler üreten içsel olarak belirleyici koşullardır.
Fark
fikir içinde belirlenebilen ve belirleyen unsurlar arasında meydana gelen,
belirlemeye içsel olmalıdır. İlişki daha sonra deneyim nesnesine dışsal bir
koşul olmayacak, fakat henüz sonsuz bir akla dayanmadan, gerçek nesneyi
belirleyen ve içsel olarak üreten bir ilişki olacaktır.
içsel fark ve
belirlenim
Deleuze'ün
Kant eleştirisi kaçırdığı noktanın itirazını riske atar. Kant'ın niyeti
-gerçekte yenilikçiliği- sonsuz akıl hakkında dogmatik iddialara dayanan
rasyonalizmin içsel ontolojik belirlenimi yerine tam olarak yargının
"dışsal" belirlenimini işe koşmaktır. Deleuze'ü Kant'ın önemli bir
okuyucusu yapan şey, Kant'ın içsel
belirlenimi dogmatizmden kaçınan ve aşkın emprisizme yaklaşan bir şekilde
tematize etmekteki ısrarıdır. Fark ve
Tekrar'ın 1. bölümünde deleuze şöyle der:
Kant'ın
(aynı anlama gelen) öncesi ve sonrasında olanlarla ilgilenmekten çok Kantçılık
içindeki kesin bir anla, hatta Kant tarafından belki az ya da çok
Post-Kantçılık tarafından bile sürdürülmeyen gizli ve tartışmalı bir anla
ilgilenmeliyiz. Çünkü Kant rasyonel teolojiyi sorguladığında, aynı hamlede,
ilke olarak aşılmaz, ilke olarak yabancılaşmış "ben düşünüyorum"un
saf 'kendi' sinde bir çatlak ya da bir yarık, bir tür dengesizlik ortaya koyar.
( DR 58)
Kant
Transandantal Diyalektik'de tanrıyı düzenleyici bir fikir haline getirmekle
"rasyonel teolojiyi sorgular". Tanrı artık ne gerçekliğin tamamının
toplamını düşünme gücüne, ne de varlığı düşünceye içsel olarak belirleme ya da
yaratmaya sahiptir. Bunun yerine özne Tanrı fikrini düşünme, ve kategoriler
aracılığıyla nesneleri dışsal olarak belirleme gücüne sahiptir. Özne, anlama
yetisi yoluyla ele aldığı verili nesnelere kavram uygulayan öznenin 'etkin'
kısmı sayesinde bu güce kendiliğinden sahiptir. Böylece öznenin
kendiliğidenliğini savunurken Kant rasyonel teolojiyi sorgular ve özneye içsel
belirleme gücü verir. Sözkonusu uğrak Kant'ın kendi kendiliğini bir başka
kendiliğe dönüştürdüğü bir uğraktır.18 Burada olası deneyimin dışsal
belirleniminin zemini verili ve kavram arasındaki fark, gerçeğin içsel
belirleniminin zemini düşünce ve varlık arasındaki daha derin bir farkı açığa
çıkarır.
Transandantal
dedüksiyon Kant'ın kategorileri veriliye uygulamasını haklı çıkardığı yerdir.
Bunu, deneyimin, hem özne hem de deney nesnesini oluşturduğu karmaşık hareketin
analizi yoluyla yapar. Burada ele alınan bölümler -kendi varlığımızın sezgisini
de içeren- çoğaltılan sezginin, anlama yetimizin kendiliğindenliği yoluyla
nasıl sentezlendiği ve dolayısıyla belirlendiği ile ilgilidir. Bölüm 24'de Kant
içsel anlamın(duyunun) kendi başına çeşitliliğini birleştirmeden sadece sezgi
biçimini içerdiğini ve dolayısıyla sınırlı bir sezgi içermediğini gösterir.
Anlama yetisi, 'sanırım'la çoğalan ilişkilerin kendiliğinden edimi
aracılığıyla, çoğaltma ve belirlemeyi birleştirir. Böylece, belirsiz sezgiler
düşünülebilecek belirli temsiller olarak üretilir. Zaman (içsel duyunun saf
formu) bile, çoğaltma, örneğin bir çizgi çiziminde, birleştirilmedikçe, temsil
edilmiş, belirlenmiş ya da düşünülmüş olmaz. Kendi, içsel anlam/duyu sezgisel
olduğu sürece, çeşitlilik anlama yetisi tarafından birleştirilmedikçe eşit
ölçüde belirsizdir. Belirlenimsiz kendi ve onu belirleyen kendi aynı öznedir,
ve onlar yine de ayrıdır. Fakat burada
hiçbir zorluk yoktur, Kant şöyle der: zaman ve mekanda bir görünüme sahip
olduğum sürece kendi edilgin alımlamama 'verili' olmalıyım, ve kendi etkin
kendiliğindenliğim yoluyla tam da herhangi bir başka nesne gibi
sentezlenmeliyim.19
Bu
pozisyonun karmaşıklığı 25. bölümde devam edecektir. Bu çeşitliliğin
birleştirilmesi etkinliğinde, " kendime göründüğüm gibi değil, kendimdeki
ben olarak da değil fakat sadece ben olarak kendimin bilincindeyim. Bu temsil bir sezgi değil bir düşüncedir."20
Yani, sezgileri belirlemekten sorumlu
olan 'düşünüyorum', varoluşumun belirlenimsiz-belirsiz düşüncesini içerir. Benim varoluşum "düşünüyorum" tarafından
dolaysız olarak belirlenmez, çünkü o
sadece içsel duyunun-anlamın çoğaltılmasının birleşmi aracılığıyla
belirlenebilir. 'düşünüyorum'la ortaya çıkan varlığımın bilinci bana varlığımın
bilgisini vermez. "o halde ben olarak kendimin hiçbir bilgisine sahip
değilim fakat sadece kendime göründüğüm kadarıyla sahibim."21
Deleuze' Kant'ın Descartes'ın 'cogito'suna
verdiği yanıtın doğru olduğuna değinir;
belirleyen ("düşünüyorum") doğrudan belirsiz bir varoluşun
("Ben") onunla belirlenebilir ("düşünen bir şey") olduğunu
gösteriyor.
Tüm
bir Kantçı eleştiri, belirsizliği doğrudan belirlemenin olanaksızlığına
bağlayan Descartes'a karşı itiraz etrafında döner. Belirleme
("düşünüyorum") açıkça
belirlenimsiz ("Ben") bir şeyi ima eder, fakat bu belirlenimsiz olanın
"düşünüyorum" tarafından nasıl belirlenebildiğine dair bize hiçbir
şey söylemez.... Bu yüzden Kant üçüncü bir mantıksal değer ekler:
belirlenebilir ya da daha çok belirlenimsiz olan (belirleme yoluyla)
belirlenebilir. Bu üçüncü değer mantığı aşkın bir örnek yapmak için yeterlidir.
Bu farkın keşfi demektir - artık iki belirleme arasındaki ampirik bir fark
biçiminde değil, belirleme ve belirlediği şey arasındaki aşkınsal bir farklılık
biçiminde; artık birbirinden ayrılan dışsal bir farklılık biçiminde değil,
düşünce ile varlık arasında a priori
bir ilişki kuran içsel bir farklılık biçiminde (DR 85–86). Kant'ın
"düşünüyorum öyleyse varım"ın dolaysızlığını reddinde, Deleuze,
Kant'ın aşkın ampirizmi -sadece bir an için- benimsediğini ve belirleme
ilişkisine içsel saf farkı keşfettiğini, bulur. Bu fark düşünce ve varlık
arasında, kavram ve verili arasındaki ilişkiden daha derin olan özgün bir
ilişki tesis eder.
Deleuze'ün
durduğu noktayı anlamak için, Kant'ın 25. bölümdeki dipnotunun önemine
değinmemiz gerekir. Kant varoluşumun, onu belirleyen "düşünüyorum"la
verili olmasına rağmen, varoluşumun yine de dolaysız biçimde
belirlenemeyeceğini yineler. Varoluşumu belirleyeceğim kip -yani "düşünüyorum"
tarafından birleştirilen çoğaltılmış çeşitlilik (manifold) kipi- dolaysız bir
biçimde verili değildir. Belirlenimsiz varlığımı "düşünüyorum"la
belirlenebilir kılınan şey zaman içinde sezilmek durumundadır. Fakat
"düşünüyorum", ancak kendisinden farklı bir şeyi belirler: o zaman içinde verili olan varlığını
belirler. Böylece "varlığımı kendinde-etkin bir varlık olarak
belirleyemem; tüm yapabileceğim düşüncemin kendiliğindenliğini, yani,
belirleyiciliğini kendime temsil etmektir."22
Kendi
varlığını belirleme ediminde "düşünüyorum", kendi eyleminin
belirlenmesini engeller. Ve bu yüzden varlığımın belirlenmesi bir
kendiden-ayrılma hareketidir. Belirleme burada,
onu benim varlığım olarak belirleyecek dışsal bir kavram altında verili
bazı varlıkları kapsamakla ilgili değildir. Bu daha çok, varlığımı kendi
düşünmemden içsel olarak farklılaştırarak üretme meselesidir. Bu Kant'ın içkin
bir farksal oluşum (diferansiyel genesis) teorisine yaklaştığı andır:
"düşünüyorum" kendini, kendi
kendisiyle diferansiyel ilişkisinden türetir. Buradaki fark kendiliğindenliğimi
upuygun olarak düşünmemin mümkün olmadığı anlamına gelir; o sadece onu düşüncem üzerinde sanki
dışarıdan uygulayan kendiliğindenliği deneyimlemesini alımladığı ölçüde temsil
edilebilir. Kendi, kendi düşünme faaliyetini sahneleyemez ya da düşünme faaliyeti
olamaz. Bu nedenle Deleuze, bu anı
Rimbaud'nun bir cümlesiyle karakterize eder: "Ben başkasıdır" (DR 86;
KCP vii; ECC 29). Zaman, kendinin belirlenebilirlik koşuludur, ve kendimden
farklıyımı türettiğim ana noktadır. Düşüncemin kendiliğindenliğini bilemem ya
da deneyimleyemem; ben sadece onun zaman içindeki etkilerini
deneyimleyebilirim.
Kant'ın
"kırılmış/yarılmış Ben"i belirsiz varlık ve baskın düşüncenin özgün
farklılığını belirlemeye dayanır. Kırılmış Ben, varlığın belirlenebilirliği ve
onu belirleme etkinliği olarak belirsiz bir varlıktır. Bu anlamda o, Deleuze'cü anlamda 'fikir' olarak aynı
sorunsal birliğe sahiptir:
Fikirler...
üç uğrak sunar: nesneleri bakımından belirlenmemiş, deneyim nesneleri
bakımından belirlenebilir, ve anlama yetisinin kavramları bakımından sonsuz bir
belirleme idealini taşır. Burada fikirlerin [kırılmış] Cogito'nun üç boyutunu
tekrarladığı açıktır: belirsiz bir varlık olarak varım, bu varlığın
belirlenebilir olduğu biçim altında zamandayım, ve bir belirleme olarak
düşünüyorum. Fikirler tam olarak Cogito'nun düşünceleridirler, düşüncenin
diferansiyelleri (farklılıkları) (DR 169).
Fark ve Tekrar bölüm 4'ün
açılışında, bu pasaj, Deleuze'ün fikrin köklerini sadece Kant'ın aşkın
fikirlerinde değil fakat aynı zamanda kırılmış ben ve Maimon'un anlama yetisinin
fikirlerinde bulduğunu ileri sürer. Kant'ın kırılmış Ben'inin kendiliğinden
faaliyeti kendi varlığını belirlediği için belirsiz/belirlenimsiz kalıyor, ve
böylece kendini sadece başkası olarak temsil edebildiği şeyi üretiyor. Tekabuli
olarak Deleuze'ün fikri, deneyim nesneleri bakımından kendini belirleme eylemi
içinde, kendi nesnesi bakımından belirsiz kalır. Fikrin nesnesi sanal bir
sorundur, ve onun kendini-belirlemesi gerçek çözümlerle kendini
bütünleştirmesidir. Fikir, duyulur alandaki gerçek çözümler aracılığıyla
kendini belirlerken, onun sanal nesnesi, "varlık doğrudan belirlenemeden
temsil edilmeli" (DR 169) sorununa yol açar. Sorun ilgili olduğu deneyim
nesneleri ile benzerliği yoluyla belirlenmiş hale gelir. Dolayısıyla fikir
kendisinden farklıdır. o kendini, temelde belirlenemez ve sadece temsil
açısından düşünülebilir sorunsal bir varlık kılan belirli çözümler (tekillikler
ve olaylar) olarak üretir. Sonuç olarak, sorunlar deneyim ve kavram açısından
temsil edilebilirler, ancak fikrin sorunsal varlığı temelde temsil edilemez ve
belirlenemezdir. Aslında Kant'ın edilgin kendi'si "kendi düşüncesinin
edimlerini bir başkası olarak alır"ken( ECC 30), Deleuze'ün gerçekleşen
fikri de sorunun etkinliğini bir başkası olarak alır. Bu başkası güçlü bir
sarsma kapasitesine sahiptir: o sadece algılanabilen "duyarlı
olan"dır; düşünülmesi gereken düşünülemez ( DR 199–200).
"kırılmış
ben" gibi fikir de, gerçek deneyimin oluşumu ve belirleniminde zamanın
önceliğine işaret eder. "Fikirler kesin olarak Cogito'nun (kırılmış)
düşünceleridir" çünkü onlar zamanın açılımı olarak kendi varlığını
belirleyen düşünme edimini sahnelerler. Zaman
düşünme yoluyla varlığın belirlenebilirliğinin biçimidir. Kant için bu,
Ben'i sürekli olarak kendinden farklı olarak üreten Ben'e içsel bir biçimdir.
Deleuze için zaman fikre içseldir (fikrin içindedir): onun açılımı kendini
belirleme ve kendi belirsizliğini koruma faaliyetidir. zaman burada varlık ve
düşünce arasında a priori bir ilişki tesis eden saf fark olarak anlaşılmaktadır
(DR 86). 23 düşünmenin varlığı zaman içinde belirlemesi, geçici bir taşıyıcıda
birbirlerine karşı duruyormuş ve sanki düşünce ve varlık kavram ve nesneymiş
gibi değildir. Daha çok, zaman hem kırılmış bene hem fikre içsel bir farktır:
varlığı belirleyen düşünce fark işlemine
ve zamana açılmıştır ("zaman, içine açılan şeyler yerine .... bizzat
açılmadır"[ DR 88]). Bu, sadece deneyimin koşulu değil fakat aynı anda onu
yaratan indirgenemez ve özgün bir ilişkiye işaret eder:
"düşünce-zaman-varlık ya da "belirleyici-belirlenebilir-belirlenemez"
olarak formüle edilebilen varlık ve düşünce farkının ilişkisi. Fikirler bu
"içsel bir sorunlu nesnel birlik" olarak "parçalara ayrılmış
uğraklar"ı içerir ( DR 170).
Bu
belirlemenin kavram ve nesne arasında bir yargı biçimini almadığı ve burada
düşünceyi ve konuşan varlığı öznel bir akla ya da gerçek nesnelere göndermediği
açıktır. Daha çok bu, Deleuze'ün sanal, birey-öncesi fikrinin ve Kant'ın
öznellik-öncesi Ben'inin içsel yapısını oluşturan daha derin bir ontolojik
ilişkidir. gerçeğin türetilme ve özgün belirlenme ilişkisi zaman yoluyla
farklılaşan varlık ve düşünce ilişkisidir. Deleuze, Kant'ın fark ve onun
üretici gücünün üzerini örter hale geldiği öznedeki bu farksal ilişkiyi
konumlamada yanlışa düştüğünü düşünür. Ben'deki kırılma "hızla yeni bir
kimlik biçimiyle doldurulur" ve
alıcılık ve kendiliğindenlik arasındaki dışsal fark tarafından gizlenir
(DR 87). Post-Kantçıların bile fark etmedikleri bu Transandantal dedüksiyon
uğrağında Kant saf farkı keşfeder. "kısa bir an için, en yüksek düşünce
gücünü niteleyen ve kavramın, bütün
uzlaştırıcılığına rağmen, bütün
dolayımlarına rağmen fark üzerinden doğrudan Varlığa açıldığı ilkesel düzeyde
şizofreniye gireriz" (DR 58).
Böylece
kırılmış, kendinde-farklı Ben, Deleuze için Kant'ın kopernik devriminin özünü
ve aşkınlığın keşfini oluşturur"( DR 86).
Çünkü burada Kant düşünce ve varlığın saf farkında gerçek deneyimin genetik
koşulunu keşfeder. Bu noktada Kant rasyonalizmin hakkından gelir ve hatta
Maimon'un yerini alır. Bu fark olmadan, deneyim ve belirleme düşünülemeyen
hiçbir varlığın olmadığı sonsuz bir akıl kimliğinde çakılıp kalacaktır. Gerçek
deneyim daha baştan belirlenmiş bir "olası gerçeklik"in bir kopyası olmaktan
başka bir şey olamaz. Hem deneyimin içeriği hem de sahnelendiği mekân önceden
belirlenmiş olacak ve gelecek öngörülebilir olacaktır (DR 198, cf. LS 105–6). Deneyimin
düşünce ve varlık arasındaki saf fark içinde çakılıp kaldığı yerde, yine de -ya
Kant'ın kırılmış Ben'inde ya da Deleuze'ün ideasında- duyarlılık oluşturulduğu
gibi belilenmiştir. Deneyim şaşırtıcı ve öngörülemez olarak üretilir: saf farktan "beklenmeyen" ve bizi
düşünmeye zorlayan gerçek karşılaşmalar ortaya çıkar.
İçkinlik düzlemine
yönelim
Kant'ın
Kopernik devrimi içsel farkın keşfine dayanır, fakat aynı zamanda onun üzerini
örten aşkın özneyi keşfine. Kant deneyimin saf, belirleyen fark yoluyla aşkın
olarak koşullandırıldığını hem ortaya çıkarır hem de gizler. Bu açığa çıkarma
ve gizleme arasındaki gerilim aşkın idealizme içkindir. kavramsal yargının hareketini
"gizleme" zorunlu olarak
kırılmış Ben'de çakılı kalır. fakat Kendi'nin içsel farkı, tüm eleştirel
girişim kendi üzerine çökmesin diye açıkça "açığa çıkmış" olamaz; Kantçı eleştiri kendi projeleri ve kendisi
hakkında hatasız düşünebilen bir kendine-özdeş özne gerektirir. bir özne, özne
olmak için, kendi oluşumunun farksal koşullarını zorunlu olarak gizler:
elbette, o zaman, Kant'ın gerçeğin genetik koşullarını sorgulamak
istemeyeceğine ya da sorgulamayacağına şaşmamak gerekir. Bu açığa çıkarma ve gizleme
etkileşimi Kantçı içkinlik düzleminde, Deleuze'cü Kant portresini tamamlayacak
bir tartışma anlamına gelir 24.
Felsefe Nedir?'de Deleuze ve
Guattari bize felsefe tarihinin portre sanatıyla karşılaştırılabilir olduğunu
anlatır. Bu, bir filozofun söylediklerini tekrarlamak yani, “canlandırma”
konusu değil, hem kurduğu içkinlik düzlemini hem de yarattığı yeni kavramları
ayırarak benzerlik üretmekten ibarettir (WP 55). Kantçı içkinlik düzlemi,
Kant'ın "makinesel portre" şemasında kısmen elde edilebilen bir görev
olarak onun yeni kavramlarından yalıtılmış ve ayrılmış olmayı gerektirir (WP
56). Bu şemada, "ben düşünüyorum" (bir öküz kafası), deneyimi
kategoriler aracılığıyla üreten su çarkına güç sağlarken
"kendi=kendi"yi tekrarlamakla kendi özkimliğini yüksek sesle ilan
eder. ne makine ne de şema "ben düşünüyorum"u varlığından ayırmayı
içerir, çünkü bu fark açık kalabilse
bile, şematik olarak ya da maddi olarak temsil edilmiş olmaz. Yine de
"düşünüyorum"a içkin olan ve imgeyi birbirine bağlayan "olası deneyimin
aşkın alanını" temsil eden kırık bir çizgidir, portreyi birleştiren ve
çevresine bir sınır çizgisi çizen bir çizgi. (önemli ölçüde, aşkın fikirler
sınırın dışına uzanır/genişler.)
içkinlik
ve aşkınlık Kant için özenli bir biçimde birleşiktir. Şeyler bize transandantal
(deney ötesi) --temsili ve kavramsal düşünceye ait- olan, fakat aşkın
(transendent) olmayan olasılık koşullarına sahip olarak görünür. Bu, deney
ötesi (transandantal) koşullar olarak hizmet eden ilkelerin ve bu ilkeleri
aramamız ve kullanmamızın, Kantçı anlamda “içkin” olduğu anlamına gelir: onlar
olası deneyimin sınırları içinde kalır.25 Bu sınırların ötesine
geçmeye çalışan ilkeler aşkındır ve deney ötesi yanılsamaları üretirler.
Dolayısıyla Kant için, kavramlar ve temsiller sadece olası deneyim nesnelerine
uygulandıkları ölçüde içkindirler, ve fikirler sadece düşünceyi düzenledikleri
ve belirledikleri ölçüde içkin olarak kullanılırlar. kavramlar aracılığıyla
verilen dışsal olarak belirleme edimi içkindir, ancak bu onların oluşumlarını
kaydetme girişimi olamaz.
Bu
içkinlik anlamı neredeyse Deleuze'ün tam zıttıdır. Yine de Felsefe Nedir?'de Kantçı terimlerle tartışılan, "içkinlik
düzlemi", kısmen Kantçı bir fikiridir. Düzlemi kavramdan ayıran Deleuze ve
Guattari "içkinlik düzlemi düşünülen ya da düşünülebilir bir kavram
değildir, fakat daha çok düşüncenin imgesi, ne
anlama geldiğini düşünmek için,
düşünceyi kullanmak için, düşüncede bir kerteriz bulmak için kendine bir
düşünce imgesi verir" (WP 37). Bir
sonraki paragrafta açıkça ortaya çıktığı gibi, bu, Kant’ın “Düşüncede Yönelme
Nedir?”, Yani aklın sınırlarını tanımanın önemini vurguladığı 1786 makalesine
atıfta bulunur. Sağ ve sol arasında "kendi özne (miz) içinde"
bulduğumuz farkla sabit nesneleri ilişkilendirmekle kendimizi tanıdık olmayan
bir manzara ya da odaya doğru yönlendiririz 26. benzer şekilde aklın
nesnel ilkelerinin upuygun olmadığı yerde "aklın öznel ilkesi"
vasıtasıyla düşüncede kendimize yöneliriz27. Akıl olası deneyimin
"sınırları" ötesine geçtiğinde, kendisini öznel bir duygu
aracılığıyla yönlendirir - bu durumda, onun kendisi bir bütün olarak olası
deneyim kavramına dayanan koşulsuz bir varlık kavramına ihtiyaç duyar. Sağ ve
sol yerine akıl, bir nesnenin bir bilgi konusu mu yoksa bir rasyonel inanç mı
olduğunu belirleyen kendi teorik ve pratik uğraşı arasındaki ayrımı kullanır.
Tanrının rasyonel bir inanç konusu olduğu ve bilgi - kurucu değil düzenleyici
bir fikir- olmadığını anlamakla, düşünür, olası deneyimin ötesinde "kendini rasyonel gezintilerine
yönlendiren" bir "pusula"ya sahiptir 28.
Kant'ın
düşüncelerini taşıyan birini bulmanın ne demek olduğuna dair imge uzamsal ve
coğrafidir: duygusallığın yabancı ve
karanlık alanında olası deneyimin sınır çizgisini geçen, koşulsuzluğa ve ona
nasıl yansıtacağını söyleyen içsel pusulaya duyduğu ihtiyaçla kendini
yönlendiren bir alanda dolaşan akıl imgesi. Aksi takdirde, o, neyin içkin ve
kavramsal düşünceye alınabilir olduğuna, ve neyin aşkın ve dışlanabilir
olduğuna dair "emirler veren akıl"dır
(KCP 14; NP 92). Bu Kant'ın içkinlik düzlemidir, "düşünce imgesi
onu düşünmeye vesile olan şeyi düşünceye verir": düşünce temsili ve
kavramsal terimlerle düşünülemeyen şeyi dışlama aracıdır. Bu dışlanan şeyler
düşünülebilirler -onlar fikirlerdir- fakat onlar simgesel ve kurgusal nesnelerdir.
Düzlemin her unsuru öznededir: özne alanı oluşturur, sınır çizgisi içinde
görünenlerin koşulları, sınır çzigisinin çizildiği yerin ötesine geçmeye (risk
almaya) yönelik ihtiyaç, ve yönelme araçları. Tehlike büyük ölçüde özneden
gelir: düşünce artık, Descartes için olduğu gibi, "yoldaki delikler"
ya da hatalar yoluyla tehdit edilmez,
fakat aklın kendinden, "her pusula iğnesinin çıldırdığı iç kutup
bölgesi"nden çıkan yanılsamalarla tehdit altındadır (WP 52–53). Kant'ın,
aklın kendi koşullarını, yapılarını ve hatalarını değerlendirebildiği ve
tanımlayabildiği varsayımı "içkin eleştiri" olarak bilinir: dışarıya
herhangi bir başvuru olmaksızın kendine yönelebilen bir akıl kavramı ( KCP 3;
NP 91). 29
Kantçı
düzlem aşkınsal olan bir içkinlik imgesidir. Bu düzlem aslında bütün bilişsel
düşüncenin olasılık koşulu olarak, özne tarafından oluşturulmuştur. Kant
yaşamının sonunda şöyle der: "Aşkınlık felsefesi ayarlanması gereken
arketipleri olarak düşünülen şeyler iddiasına önce gelir".30
Kant kendi düzlemine aşkın felsefe dedi ve
aşkınlık ve yanılsamadan kaçındığına inandı. Fakat içkinlik düzlemini
bir özneyle yapmakla, Kant "aşkınlık kazanmanın modern yolunu
keşfeder": "içkinlik alanını sadece kendini zorunlu olarak böyle bir
özneyle temsil eden bir kendi'ye ait olan bir Öznenin" aşkınlığı (WP 46). Öznenin aştığı şey, ya yargı ve
sentez aracılığıyla düşünülebilir olandan yapılmış, ya da düzlemin dışına itilmiş
bir düşünülemezdir. Kendini içkinliğin yasa koyucusu ve merkezi olarak
onaylamada, kavramsal düşüncenin "içinde" kalma kararında, akıl aşkın
olduğu bir "dış" yaratır.
Yine
de burada başka bir "dış" iş başındadır. -belki sadece Spinoza'yla
keşfedilen- "En iyi" içkinlik düzlemi, içkinliğin herhangi bir şeye
içkin olmadığı, aşkınlığın onarılamaz olmadığı,
ve düşüncenin düşünülemez "dışı"nın bizzat düşünceye dışsal
olmadığı bir içkinliktir ( WP 59–60)
Aynı fikir Deleuze'ün "içkinlik: Bir Yaşam" denemesinde ifade
edilmektedir.
Bilinç
olmadan aşkın alan nesnenin olduğu kadar
öznenin her aşkınlığından kaçtığı sürece saf bir içkinlik düzlemi olarak
tanımlanır. Mutlak içkinlik kendi içindedir: bir şeyin içinde değil, bir şeyle
değil; o bir nesneye bağlanamaz ve bir özneye ait olamaz. [Kant'da...] içkinlik
biçimsizdir ve varlığı aşkınlık içinde sona erer. içkinlik her şeyden üstün bir birlik gibi bir
şeyle, ne de şeylerin sentezini kullanma edimi olan bir Özneyle ilgili
değildir: içkinlik kendinden başka
herhangi bir şeye artık içkin olmadığında biz bir içkinlik düzleminden
bahsedebiliriz 31.
Deleuze,
Kant'ın farkı bastırmasını eleştirirken, Kant'ı
içkinliği biçimsizleştirdiği ve aşkın bir öznenin kapsamına aldığı için
eleştirir. Fakat aynı şekilde, aslında
farkın bastırılması kırılmış ben içinde içsel farkın özgün keşfini gizler, içkinliğin
"tabi oluşu" kavramsal düşüncenin kalbinde "düşünülemez"i
gizler. Derinlerde -gerçekten de ona içkin- aşkın özne kendi varlığını düşünen
düşüncenin imkansızlığıdır. Bu "düşünülemez" rasyonel inanç alanında
akıl tarafından kordon altına alınan bir fikir değildir; kavramlar ve temsiller eğer ilk etapta
zeminden ayrılacaksa düşünülmesi gereken, bütün kavramsal düşüncenin
kaynaklandığı bir "düşünülemez"dir.
Kant'ın
içkinlik düzlemi, düşünülmesi gerekeni ve düşünüelemezi aynı anda olan bir
içkinlik düzlemini açığa çıkarır ve aynı anda da gizler. o düşünce içinde
düşünülemeyen değildir. onu düşünmeyi başaramayan her düşünülebilir düzleme
içkin bütün düzlemlerin temelidir. o düşünce içinde en yakın ve en samimi
olandır ve yine de herhangi bir dış dünyaya en uzak oladır çünkü herhangi bir
içsel dünyadan daha derinlemesine içeridedir: o içkinliktir dülemden düzleme
koşuşturan, sonsuz hareket (WP 59).
Bu
koşuşturma açığa çıkarma ve gizlemenin ritmidir. "düşünce içinde
düşünülemez olanı" tam da
düşüncenin varlığını, Kant, tam olarak, bu varlığı kavramlaştıramayan ya da
temsil edemeyen ve dolayısıyla "onu düşünmeyi başaramayan" aşkınlığın
kalbinde bulur. Düşünülemez Kendi'nin kendi koşullarını analiz etme
-"içkin eleştiri"-sürecinde açığa çıkar, fakat hiç olası olmayan
kendi tarafından eleştirilmek için zorunlu olarak gizlenmesi gerekir. Eleştiri
olasılığının koşulu "düşünülemez olan"ı düşünen düşünceyi açığa
çıkarmak için gizlemesi gerekir ve
tersi. Kant'ın eleştirel felsefesi bizzat bu paradoksa dayanır.
Deleuze'ün
kendi felsefenin neliğine dair kavramlaştırması burada özetlenenden çok daha
karmaşıktır. Ancak Kant'ın eleştirel felsefesinin kalbindeki açığa çıkarıcı-gizleyici
yapıyla ilgili olduğunu önermekle konuyu kapatmak istiyorum. Felsefenin
olasılık koşulu dışarıdan gelen felsefe olmayan, "düşünülmesi gereken ve
düşünülemez olan" gibi bir şeydir. Felsefe-olmayan, karşılaşmanın
sarsıcılığında açığa çıkar ve kavram ya da temsille bağdaştırılamaz. Düşünce
kendine sadece düşünmenin ne anlama geldiğinin, ve düşünülemez yoluyla etkileneceklerin
bir imgesini verir. Bu nedenle, "felsefenin en üst edimi",
"içkinlik düzlemini düşünmek" değil, fakat onun orada olduğunu, bir
imgede, göstermektir ( WP 59–60). Felsefi "gösteri",
"düşünülemez olan ve ancak düşünülmesi gereken şeyi" açığa çıkarır,
fakat bu düşünülemezi düşünme ve
gösterme edimi, muhakkak aynı zamanda düşünceye düşünülemezin desteğinin
gizlenmesidir.
Düşünceyi
en katı biçimiyle şekillendiren boyut aynı anda düşünceden kaçan boyuttur, bir
düşünce asla geriye doğru kendi varsayımına yönelik olarak bükülemez, ve kendi
imgesini kendine saydam kılar. Bu düşüncenin yapabileceği tek şey kendi
imgesine yakınlaşmak, bir bakıma
asimptotik olarak ona yaklaşmaktır.32
Deleuze ve Guattari Felsefe Nedir?'de, bize felsefenin ne olduğunu, kendi düşünülemez
kaynaklarını düşünmenin gerekliliğini ve imkânsızlığını tüketmesiyle gösterir.
Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi benzer
olarak bize Deleuze'cü anlamda felsefenin ne olduğunu gösterir. Bu aynı zamanda
felsefenin Kantçı anlamda ne olduğudur: bu tür bir düşünmenin olasılık
koşullarını sormak. Kant ve Deleuze karşılıklı olarak düşünceyi oluşturan
"düşünülemeyen"e bağıtlı
olmayı paylaşmaları aracılığıyla birbirlerinin düşüncesini aydınlatırlar. Bu
nedenle, Kant Deleuze'ü anlamanın kerterizidir ve Deleuze Kant'ın önemli bir
tercümanıdır.
Çev.hç
Notlar
1
Bu, Kant'ın metinleri hakkında kapsamlı bir bilgi birikimi ile eşleşti: Deleuze
sadece Kant'ın üç Eleştirisi hakkında değil, aynı zamanda makaleleri ve
dersleri ve az okunan Opus Postumum hakkında da yazdı. Bu bölüm, Deleuze’un
Kant’ın Saf Akıl Eleştirisi ile bağlantısına odaklanmaktadır.
2
Jean Hyppolite'in 1954 tarihli Logic and Existence (DI 15-18) makalesi hakkında
bir tartışma için bkz. Christian Kerslake, “The Vertigo of Philosophy: Deleuze
and the Problem of Immanence,” Radical
Philosophy , 113 ( 2002 ), 10–23.
3
Gilles Deleuze, “Cours Vincennes” (14 March–4 April 1978 ), “Les Cours de
Gilles Deleuze,” transcripts in translation, at www.webdeleuze.com , last
accessed June 22, 2011.
4
Ibid. (21 March 1978), p. 8.
5
Örneğin, “Kant… yanlış eleştirinin mükemmel cisimlenişidir: bu yüzden beni
büyülüyor” (DI 139, çapraz başvuru NP 89-90); “Kant üzerine kitabım… onu bir
düşman hakkında bir kitap olarak yazdım” (KCP xv).
6
Son zamanlarda yapılan önemli katkılar
arasında Levi R. Bryant, Difference and
Givenness: Deleuze’s Transcendental Empiricism and the Ontology of Immanence
(Evanston: Northwestern University Press, 2008 ); Christian Kerslake , Immanence and the Vertigo of Philosophy:
From Kant to Deleuze (Edinburgh University Press, 2009 ); ve Anne Sauvagnargues, Deleuze: l’empirisme
transcendantal (Paris: Presses Universitaires de France, 2009 ).
7
Varlık ve düşünce farkının önemli
olduğunu savunarak, kavram ve sezgi arasındaki farkın Kant ve Deleuze için
gerçek fark olduğunu öne süren Descombes ve McMahon ile aynı fikirde değilim.
Benim yorumum, Deleuze için varlık-düşünce farkını önemli kılan Beistegui ile
aynı doğrultuda. Vincent Descombes, Modern
French Philosophy, trans. L. Scott-Fox and J. M. Harding (Cambridge
University Press, 1980 ); Melissa McMahon , “Immanuel Kant,” in Graham Jones
and Jon Roffe (eds.), Deleuze’s
Philosophical Lineage (Edinburgh University Press, 2009 ), pp. 87–103;
Miguel de Beistegui, Truth and Genesis:
Philosophy as Differential Ontology (Bloomington: Indiana University Press,
2004 ).
8 Bu bölümün ilk iki kesimi daha önce Beth
Lord, Kant and Spinozism: Transcendental
Idealism and Immanence from Jacobi to Deleuze (Basingstoke: Palgrave
Macmillan, 2011 )’de yayımlanan materyalleri içermektedir
9
Immanuel Kant, Critique of Pure Reason , trans. Norman Kemp Smith (London:
Macmillan, 1929 ), B135 (references are to the 1781 [A] and 1786 [B] editions,
as is standard).
10
Ibid. , B145.
11
Solomon Maimon, Essay on Transcendental Philosophy , trans. Nick Midgley,
Henry Somers-Hall, Alistair Welchman, and Merten Reglitz (London: Continuum,
2010 ). I discuss Maimon’s Essay at length in Lord, Kant and
Spinozism , pp. 105–29.
12
Maimon, Essay , pp. 37–38.
13
Smith, aşkın felsefe için Maimon tarafından belirlenen iki gerekliliğin
-gerçeğin genetik unsurlarının araştırılması ve bunu hesaba katmak için bir
fark ilkesinin ortaya konması- Deleuze’nun aşkın ampirizminin temel bileşenleri
olduğunu ileri sürüyor. (Smith, “Deleuze, Kant, and the Theory of Immanent
Ideas,” p. 49). Deleuze'nin Maimon ile ilişkisi hakkında daha fazla tartışma
için bkz., Daniel W. Smith, “Deleuze’s Theory of Sensation: Overcoming the
Kantian Duality,” in Paul Patton (ed.), Deleuze:
A Critical Reader (Oxford: Blackwell, 1996 ), pp. 29–56; Graham Jones,
“Solomon Maimon,” in Jones and Roffe (eds.), Deleuze’s Philosophical Lineage , pp. 104–29; and Sauvagnargues, Deleuze: l’empirisme transcendantal ,
pp. 223–31.
14
Deleuze’nin aşkın ampirizmiyle ilgili
önemli bir literatür var, özellikle: Bruce Baugh, “Transcendental
Empiricism: Deleuze’s Response to Hegel,” Man and World , 25 ( 1992 ),
133–48; Beistegui, Truth and Genesis , pp. 241–47; Bryant, Difference
and Givenness , pp. 15–48; Kerslake, Immanence , pp. 80–92; and
Sauvagnargues, Deleuze: l’empirisme transcendantal , pp. 17–36.
15
Kant, Critique of Pure Reason , A167/B209.
16
Kant'cı ve Deleuze'cü "fikirler" hakkında yukarıda not 14'de
listelenen kitaplara bakın, ve aynı zamanda: Jean-Michel Salanskis, “Idea and
Destination,” in Patton (ed.), Deleuze: A Critical Reader , pp. 57–80;
Smith, “Deleuze, Kant, and the Theory of Immanent Ideas”; and James Williams, The
Transversal Thought of Gilles Deleuze Encounters and Inl uence (Manchester:
Clinamen, 2005 ), pp. 29–31.
17
Cf. Kant, Critique of Pure Reason , A328/B384–85, A476–84/B504–12.
18
Ibid. , B157–59.
19
Ibid. , B154–56, cf. B131–33.
20
Ibid. , B157.
21
Ibid., B158.
22
Ibid. , B158n; cf. B407.
23
See Bryant, Difference and Givenness , pp. 178–84.
24
Heidegger'in burada anılması kasıtlıdır, çünkü Heidegger benzer şekilde Kant'ın
aşkın çıkarımında Kant'ın ontolojisini tanımlayan varlığı açığa çıkarma ve
gizleme varlığı arasında bir gerilim bulur.Martin Heidegger, Kant and the Problem
of Metaphysics , trans. Richard Taft (Bloomington: Indiana University
Press, 1990 ); on Heidegger and Deleuze see Beistegui, Truth and Genesis .
25
Kant, Critique of Pure Reason , A295–96/B352–53.
26
Immanuel Kant, “What is Orientation in Thinking?,” trans. H. B. Nisbet, in
Kant, Political Writings , ed. Hans Reiss (Cambridge University Press,
1991 ), pp. 237–49, p. 238.
27
Ibid. , p. 240.
28
Ibid. , p. 245.
29
Bkz. Kant, Critique of Pure Reason , A763/B791, and Christian Kerslake, “Deleuze,
Kant, and the Question of Metacritique,” Southern Journal of
Philosophy , 42:4, 481–508.
30
Immanuel Kant, Opus Postumum , trans. Eckart F ö rster and Michael Rosen,
ed. Eckart F ö rster (Cambridge University Press, 1993 ), p. 256.
31
Gilles Deleuze, “Immanence: A Life …,” trans. Nick Millett, Theory, Culture
and Society , 14:2 (1997), 3–7, p. 4.
32
Miguel de Beistegui, Immanence: Deleuze and Philosophy (Edinburgh University
Press, 2010 ), p. 11.
CAMBRIDGE
UNIVERSITY PRESS
Cambridge,
New York, Melbourne, Madrid, Cape Town, Singapore, S ã o Paulo, Delhi, Mexico
City Cambridge University Press. The Edinburgh Building, Cambridge cb2 8ru, UK Published
in the United States of America by Cambridge University Press, New York www.cambridge.org Information on this title:
www.cambridge.org/9781107002616
©
Cambridge University Press 2012 This publication is in copyright. Subject to
statutory exception and to the provisions of relevant collective licensing
agreements, no reproduction of any part may take place without the written permission
of Cambridge University Press.
pp. 82-102
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder