23 Aralık 2016 Cuma

Mevcudun Politikası? Negri'nin İktidar Eleştirisi’ne Katkısı *




Arianna Bove-Erik Empson



Çev. Kutlu Tunca



Negri’nin felsefesi aşkın-olmayan bir postmodern marksizmdir. Yazılarının çoğunda yolgösterici ilke, egemen toplumsal üretim tarzına ait politikalarda kurucu iktidarın rolü üzerindeki vurgudur. Negri “aşağı'dan iktidarı kuramlaştırır ve politika daima kurulu iktidardaki değişimleri halkın yaratıcı, üretimsel ve oluşturucu iktidarının sonucu olarak kavramaya uyarlanır.

Negri'nin düşünsel yeğinliklerinden biri, sosyal biçim ve üretim ilişkileri üzerinde odaklaşırken, aynı anda bu ilişkileri alternatif kavrayış biçimlerini−tam da birleştirildikleri kanonik Hegelci Marksizm çerçevesi dışında− kütüklemesidir. İçkin iktidar ontolojisi analitik olarak önsel bir felsefi irdelemeden türetilmeyip, hem toplumun özü olan maddi iktidar ilişkilerini yeterince ifade eden kavramlar bulma, hem de bu iktidar ilişkilerini tahrip edici maddi pratikler içinde işleyebilen kavramlar yaratma amaçlı kavramsal bir yapısöküm ve yeniden yapılanmanın ürünüdür. Bütünlüğü içinde Negri'nin katkısı bu hiyerarşiden felsefi bir sapma ve Spinoza metafiziğiyle Nietzsche ve Deleuze felsefelerinden geçerek, Marks'ın sermaye çözümlemesinin muazzam kavrayışlarıyla eleştirel bir diyaloğu -ki bu diyaloğun kaynak çerçevesi Grundrisse Marks'ıdır- sürdürmeye dayalı alternatif bir tasarımdır. Bu Marks, sosyal güç üzerinde bir mücadele olarak düşünülen emek ve sermaye arasındaki ilişki süreçlerini değiştirme eğilimindeki Marks'tır. Negri'nin politika ve teorisi burada ve şimdi'ye bir müdahalenin konusudur ve oluşturucu etkinliğin gücünü şu veya bu devlet ya da ekonomi politikadaki etkilerinden ayırmaya çalışan her ayrıştırma politikasının aforozdurlar.

Negri'nin çalışması 1960'lar ve 70'lerde Fransız düşünsel haritasındaki kuramsal devrimlerle[1], Spinoza ve Nietszche yönelimli entelektüel canlanışlarla derin bir yakınlığı paylaşırken, Yeni Felsefeler'in karakteristiği olan mutlak bilgikuramsal şüphecilik ve politik hüsran  eğilimlerden kaçınır. Bugün ekonomik ve politik gerçekliklerin yeni bir dönemselleşmesini ifade eden her teorinin bir tanımı olarak genelleşmiş postmodernizm, Negri tarafından toplumsal özgürleşme olanağının yeni koşullarını tanımlamak amacıyla benimsenir. Kendi başına bir amaç olarak kategorileri yapısöküm biçimi ipebağlı bir topla oynayan kedinin dolanımlarını çağrıştıran politik postmodernizmlerin jouissance'si ve basmakalıplığıyla bir ilişkisi yoktur.[2] Negri'nin düşüncesindeki postmodern öge, bu katışıksız karmaşayı çözmeye yönelik bir girişim olarak düşünülmemeli. Aksine postmodernizm, üretim güçleri ve ilişkilerinin yeni bir yapılanmasına, Haravey'in[3] ya da Jameson'un[4] kullandığı anlamda yeni bir toplum aşaması ya da onun koşulunu tanımlamaya işaret eder. Bu dünyaya uygun bir kavramlar topluluğu, rastlantısal maddeciliğin kavramları, diyalektik temsilleri infilak etmiş farklı bir yeniden-yönelimli içeriğin maddi ifadeleridirler. Burada göstermek istediğimiz, bu içeriğin iktidarın maddiliğiyle bağlantılı bir içerik olduğu.

Bizim argümanımız, iktidar kavramı ve onun kuramsallaşmasının daima tarihsel bir gerçeklik olduğu için ‘mevcuda ait’liğini ifade eder.[5] Ama ayrıca iktidar ilişkileri ve mücadelelerindeki çatışma içkin şekilde, yani burada ve şimdinin konusu olarak değerlendirilmeli. ‘Antagonizmanın Umwelt’i (çevresi)[6] dışsal bildirimler ideolojisine, yaşamın eşanlılığı ve tarihin ardışıklığı çatışkısına, yerdeğiştirme ve yenilenme görüşlerine itiraz eder. Otorite olarak İktidar (potestas) -kuşakların sayısız geleneğiyle desteklenmesine karşın- yalnızca mevcut vasıtasıyla gerçekleştiği için iktidardır.


Bütünsel Kapsama

Dışarının içselleştirilmesi ve sermayenin tüm üretken biçimlere mutlak tahakkümü, Negri'nin Marks'ın biçimsel ve gerçek kapsama konulu tartışmasında bir açılım gördüğü ve bizim bütünsel kapsama nosyonuyla anladığımız şeydir.[7] Bütünsel kapsama Negri'nin argümanı açısından önemlidir, çünkü bu iki yaklaşımı birleştirir: mevcudun soykütüğü[8] ve içkin maddeci bir ontoloji. Yapısökücü pratiği paradoksal biçimde toplumsal'daki bir öte-değişim varsayımına dayalı diğer postmodern teorilerle birçok benzerliği olduğunu kabul ettiğimiz halde, Negri'nin argümanının bu yaklaşımlardan radikal ölçüde farklı olduğunu, çünkü 'değişim'in onu önceleyen ve üreten süreçlerin tutarlı bir çözümlemesiyle anlaşıldığını öne sürüyoruz. Değişimin nedenleri olarak teknolojik gelişme ve yenilikleri kuramlaştırmak yerine, toplum içindeki merkezi dinamik-Negri'nin analizindeki kızıl çizgi- halkın yaratıcı etkinliği ve etkililiğiyle, karşılığında onun gücünün (potentia) besleyen ve sınırlayan düzenleyici mekanizmalar arasındaki çelişki ve mücadelenin gelişimi olarak anlaşılır. Bu anlamda ve paradigmatik değişimin teknolojist ve kültürcü versiyonlarına aykırı biçimde, Negri'nin çözümlemesi onu temel ilkeleri dolayımında politik olarak kavrar.

Sermayenin mutlak tahakkümü olarak bütünsel kapsama dışarının içselleşmesiyle örtüşür. Sömürmek ve sömürgeleştirmek için sermayenin dışında bir alan kalmaması nedeniyle sermaye genişlemesinin yeni yoğun bir biçim üstlenmesi gerekir. Bütünsel kapsamanın anlamı, gerçekte içeri ve dışarı arasındaki bir diyalektiğin sona ermesidir. Negri ve moderniteyi tamamlanmış bir proje gibi gören diğer düşünürler için, doğa ve toplumsal ögeler bundan böyle özgün ve kamusal düzenin yapıntısından bağımsız olarak ele alınmaz. Postmodern bir dünyada tüm olgular yapaydır ya da dendiği gibi tarihin parçasıdırlar. Modern içeri ve dışarı diyalektiğinin yerini, bir kerteler ve yeğinlikler, melezleşme ve yapaylıklar oyunu aldı.’[9]

Bu diyalektik açmazın geçekliği, iktidar anlayışımızda radikal bir revizyonu provoke ettiği için önemlidir. Negri'nin bütünsel kapsama kavramının en önemli noktası, onun politik olarak düşünülmesidir. Bunu önce soyut düzeyde gözden geçirecek ve daha sonra içkin bağlamını oluşturan iktidar eleştirisine yerleştirmeden önce kavramın tarihsel pratiğini değerlendireceğiz.

Kızıl Çizgi

Marks'ın Kapital'i bir 'şey' olarak sermayenin nesne-l-leştiriciliğine karşı bir argüman ve onun gerçekliğini insanlararası bir ilişki olarak göstermek amacıyla bu görüngünün yapısöküme yönelik pozitif bir deneme olduğu halde, ironik olan solun hakim bilinçliliğinde sermaye kavramının ideolojik bir nesne-l-leştirmeye tabi olmasıdır. Sermaye yalnızca ayrık, yabancı bir güç olarak ortaya çıkmakla kalmaz, bazı Marksizim’lerde bu sıfatla ve ifade edici bir bütünsellik olarak sınıfın yerini alan ve onun perspektifini benimsemeksizin iktidarı tanımlamanın imkansız olduğu neticesine vararak kuramlaştırılır. Jameson'un postmodernizm kavramının tam da bu bütünleştirme tipini gerçekleştirdiği öne sürüldü.[10] Warren Montag'a göre Jameson'da sermayeye muhalefet edilebilecek bir alan yoktur ve Jameson'un kültürcü çalışması, Hegel'de dünya’dan onun kusursuz ayrımı ve kutsallığını korumaya çekilen Güzel ruhla[11] kıyaslanır.

Belki Kapital'in ciddi argümanlaştırma tarzı -Hegel'ci darstellung (açımlama) biçimindeki sınırlayıcılığı- bir dereceye kadar bu kavrayışlara destek sağlar.[12] Kapital, sermayenin kendi içinden ve kendi nesnesi olarak ortaya çıkan gelişme sürecinin haritasını yapar.[13] Kapital'in bu yapısalcı yorumunda kapitalistler ve işçiler ayrı ayrı sermaye ilişkilerinin 'memurları' ya da 'taşıyıcıları'dırlar-geç-Marks'da bu okumayı destekleyen pek çok ifade vardır. Grundrisse'nin tıkabasa dolu olduğu çekişme, mücadele, sınırlama ve altetme diyalektiği, Kapital'in üçüncü cildinde görünürde boğucu bir nesnelcilikle ortaya çıkar. Negri Grundrisse'den destek alır. Grundrisse, 'herhangi bir kategorik temellendirmede pratik antagonizmanın önceliğine' dayalıdır.[14] Bildik bir havada söylense de (bkz. Cleaver[15], Lebowitz[16]), Negri'ye göre Kapital, sistemi yukarı'dan, sermayenin kendi perspektifinden açıklamaya yönelik bir denemeyi temsil eder. Bunu denkleştiren, aşağı'dan bir bakış açısının gerekliliği üzerindeki politik vurgudur.[17] Zaman zaman paralellikler olsa da, Negri'nin ortodoks Marksist düşünce okullarına göre durduğu yer konusunda sorun yok. O değer'in toplumsal biçimi ve onu yaratan emek biçimle ilgilidir. Ama değer biçimi bir sosyal öze bağlamak yerine, Negri sürekli olarak değer yasasının nerede ve niçin krizde olduğunu, emeğin yeni yapılanmalarını belirleyen ilişkiler kapsamındaki hareketleri tanımlamaya çalışır. Negri'nin Marksizm'inin nesnesi, değer yasasını özsel bir gerçeklik olarak tanımak değil, ama hem teori hem de pratikte onu sürekli yapısöküme tabi tutmak oldu.[18]

Birçok postmoderniste göre bu yapısöküm ekonomik çatışma etmeninden sosyal güce doğru bir uzaklaşmaya yol açtı ya da yardımcı oldu. Oysa Negri'ye göre durum tam tersidir, çünkü değer yasası, sermayenin ölçü aracılığıyla insan varlıklarını homojen basit emeğe indirgemeye çalıştığı bir çatışma mevkidir.

Negri’yan politikayı ifade eden emek üzerindeki bu vurgu ve onun değişen biçimlerine ilişkin duyarlılık kendisini sermaye ilişkisi dışında ve onu aşacak bir özneye uygun özel bir bakış statüsünde görmez. Yukardan bakış, gerek ekonomik nesnelcilik, gerekse Frankurt Okulu’nun bütünsel metalaşma nosyonuyla olsun, öznelliği sermaye ilişkisinden çıkarma eğilimindedir. Marks’ın bizzat Kapital’de yaptığı bu yanlış -tam da Negri’nin Marks’ın değer teorisinin bir değer ölçüm teorisi olduğunu önesürebildiği nokta- Lebowitz ve diğerlerinin Marks’ı burjuva ekonomi politiğin kategorileriyle sorunlu bir uzlaşım yapmakla itham etmeye götürdü.[19] Hem modernistler hem de postmodernistlerin bütünsel kapsama gerçeğinden çıkarttıkları vahiysel sonuçlar Negri’nin üretimi yeniden gözden geçirmesini fazlasıyla anlamlı kılar.

Negriye göre 1960’lardan bu yana sermayenin durdurak bilmeyen genişlemesi-kendi dışını sömürgeleştirme itkisi -ona artan bir yeğinlik kazandırdı.[20] Ama bu genişlemenin temeli sermayenin kendiyle içsel bir çatışkı içindedir, çünkü sermayenin dışarıyı sömürgeleştirme gereksinimi, sermayenin emeğin değerini düşürme girişimlerine ilişkin içerden bir direnişe yüklenebilir. Diyebiliriz ki, dünya-tarihsel bir güncellik olarak ‘İmparatorluk’, kapitalist sosyal gücün dışarıyı sömürgeleştirmeye yönelik tabi dürtüsü  eksiksiz olduğunda ortaya çıkar. Bu eğilim sermaye ilişkileri içinde çelişik ögelerle verilir: aşırı üretim/eksik tüketim problemi, yani sermayenin işgücünün değerini düşürme gereksinmesinin, onun ilişkisine içsel tüketiciler (ücretli emekçiler) arasında ürünlerine yönelik talebi zayıflatmasının yolaçtığı gerilim.20a Şüphesiz bu yeni bir problem değil ve bütün bir postmodern Marksizm söylemi bu soruna bağlı durur. Ama Negri’nin argümanında çarpıcı olan, politikayı yüzüstü bırakmaksızın bütünsel kapsamayı politik olarak ele alma yetisidir. Birçokları için sermaye ilişkilerinin bütünleşmesi ya algılanan iktidarsızlık ve yararsızlıkları karşısında anti-kapitalist politik görüşlerden vazgeçmeye ya da çoğu kez bir kamusal alanın yeniden yaratılması veya tüketici tercihinin gücüne dayalı şu ya da bu uzlaştırıcı politik projenin kutsanmasına neden olur.[21] Negri’ye göre, tam tersine kapitalizmin bütünleşmesi komünizmi içkin bir tarihsel olanak haline getirir.[22] Bu nasıl böyle olabilir?

Yanıt sermayenin sınıf mücadelesine rağmen genişlemeyip, doğrudan onun sonucu olmasına dayalıdır. Negri’ye göre sermayenin yeniden yapılaşmasındaki her gelişme onun sınıf mücadelesini kontrol altına alma/frenleme ihtiyacının bir ürünüdür. Sermayenin yasaları daima kriz içindedir, çünkü özünde bu yasalar, ihtiyaç ve arzuları daima dışsal bir tehdit olarak  iktidar ve buyruğa tabi olan halka toplumsal bir gücün dayatılmasına bağlıdır.[23] Sermaye emek üzerinde aşkın bir kuvvet olarak saltanat hüküm sürmeyip, kendi değerlenmesini sağlamak, değer yasasının krizini önlemek için toplum içinde sürekli bir savaşım halindedir.

Kapitalist üretim biçiminde (ve göreceğimiz gibi politik devlet biçimindeki) değişmeler işçi sınıfıyla mücadele öncülüne dayalıdır; sömürme güdüsü ve teknik gelişme, işçilerin iktidarı yıkıcı gücünü ve ücret mücadelesiyle ideolojik çatışmayı etkisizleştirmeyi amaçlar.[24] Bu manzume ‘işçi mücadelesi/kapitalist gelişme’ çiftiyle tanımlanır ve diğerlerinin yanısıra Mario Tronti ve düzenleme okulunun kuramsal bir çıkartımıydı.[25]

Çok genel şema aşağıdaki belirleme düzenini önerir:

1.üretken öznellik (potentia) 2.sömüren sınıfın yenilenmesi+otorite ve düzenleme olarak politik biçim (devlet) 3.sınıf öznelliği. Ve tersine; 1.Sermaye (potestas) 2.emeği savunma amaçlı muhalefet (politik örgütlenme)+muhalefeti bastıran politik biçim 3.sermayenin politik biçimi sömürgeleştirmesi-sınıf politikasını olumsuzlamak için.25a

Bu şema yardımcı olacağı kadar yanıltıcı da olabilir, ama-çoğu kez nesnel ya da tarihsel maddecilik biçimindeki girişimlerin doğrudan bir sonucu olan-  hümanist marksizm ve görüşaçısı teorisinin dağılmasıyla geriye kalan bilgikuramsal perspektifçilik (ifade edici bütünsellik) vakumunda sermaye ‘perspektifi’nin hatalı biçimde benimsenmesi olarak gördüğümüz bütün bir konumlar çokluğundan farklı olarak Negri’yan görüşün özgüllüğünü  ortaya koymanın bir aracını arıyoruz.[26]

Çünkü Negri’nin ilk yazılarında ontolojik önceliği üretken çalışmaya, arzuya ve kendini üreten ama ilişkisel özneye veren diyalaktik, moderniteye bir  meydan okuma ya da alternatif olacaktı -‘maddecilik’ budur.[27] Olabildiğince aşağıdan bir bakışaçısı içinde konumlanmış ve üretken öznelliğin politik bağlantı noktasını görüntüleyen kendi yönergelerine bağlı biçimde Negri’nin çalışması 1960’lardan günümüze kadar maddeciliğin bilinmeyen, ötelenen ya da reddedilen bu yıkıcı güç harelerini haritalandırır.

Güncellik dışı kuramlaştırma riskini önlemek için, şimdi temel işlersel kavramları sınıf bileşimi[28] ve devlet biçim olan aşağıdan sermaye ilişkisini değerlendirmenin çeşitli tarihsel örneklemelerini gözden geçireceğiz.

Kapitalist yeniden yapılaşma ve sınıfsal yeniden-bileşimin üç ana dönemi özetleniyor. Belki de en iyi bilinen kitlesel işçi dönemidir ve bu dönem profesyonel işçi/sanatçıyla öncelenen ve politik çözümünü ‘İmparatorluk’da bulmaya çalışan post-Fordizmle yürürlükten kaldırılan Fordsit/Taylorist rejimle örtüşür. Marks’ın emek ve sermaye çözümlemesi kitlesel işçi figürünün ortaya çıkış dönemine tekabül eder.[29] Bu dönem boyunca baş gösteren mücadeleler ‘toplumsal işçi’ figürünün ortaya çıkışına ve ‘kitlesel işçi’ kategorisinin –hem kuramsal olarak, hem de  toplumsal alan içinde- yapısökümüne neden olur. Tüm bu süreç 1960’larla kesişir ve düşlerini ya da kabuslarını bizim ürettiğimiz iktidar mahallinde yaşayan bir  kuşağa ulaşır.


Fordizm, fabrika toplumu, disiplin, Devlet-biçim

Fabrika toplumunun ortaya çıkışıyla politik ve ekonomik kuruluş arasındaki ayrım etkililiğini yitirir. Hiçbir dolayımlama gerekmez, birikim onun kendi disiplinidir. Sermayenin idari organı olan devlet sermayenin sınıf çıkarları lehine tek tek kapitalistlerin doğrudan olumsuzlamasını temsil eder. O, ‘kollektif sermayenin politik yasasını’ cisimleştirir. Sermaye genel çıkarla özdeş hale gelir.

‘Emek demokrasisi’ ve ‘sosyal demokrasi’ burada ikamet eder: onlar kendini işçi sınıfı olarak olumsuzlayan ve emek-gücü olarak kapitalist üretim yapıları içinde kendini özerk biçimde yöneten bir emek biçim hipotezinden oluşur. Bu noktada zaten tek tek kapitalistlerin özelci (sic!) ve egoist çıkarlarını ortadan kaldırmış olan kapitalist sosyal çıkar, kendisini kapsayıcı nesnel sosyal çıkar sıfatıyla yapılandırmaya girişir.[30]

Böylelikle sosyalist ilkelerin anayasadaki savaş-sonrası devrimci ifadesi ilga edilir. Fiilen örgütlü emek kapitalist sınıfın yeniden yapılanmasını kolaylaştırmaya başlar.

Örgütlü bir hareket olarak işçi sınıfı tamamen toplumun örgütlülüğü olan sermayenin örgütlülüğü içindedir. Düsturları ve ideolojik-politik aygıtları bütünüyle burjuva gelişmenin diyalektiği içinde konumlanmış ögelerdir.[31]

Sermayenin toplumun ortak çıkarıyla özdeşleştiği noktada, sosyal fenomenoloji alanında bir  tersine dönme ortaya çıkar ve burada emek bağıntısı sermayenin değerlenme kuvveti ve toplumun kendi temeli gibi görünür.[32] Bu durum-daha önce Marks’ın Gotha programının eleştirisinde ele aldığı, emeğin tüm servetin kaynağı olması gibi Burjuva anayasasında ilke düzeyinde desteklenen -Negri bunu reformizmin emek anayasacılığıyla bütünleşmesi olarak tanımlar- sosyalist ilkelerin içerilmesiyle yansır. Bu nosyon 1960’lar ve izleyen yıllarda fabrika rejimi Batı boyunca aşındırılırken tedrici biçimde sökülür. Sendikaların ve Parti’nin despotluğuna karşı, sosyal demokrasi, örgütlü emek ideolojisi ve onun mottosunu (Arbeit match frei/çalışmak özgürlük verir) reddeden özerkliğin doğuşu ve direniş kültürlerinin yaratılmasına tanıklık ederiz.[33]

Kontrol toplumu, biyoiktidar ve maddi-olmayan emek

Disiplin tekniklerinin istihdam edildiği geleneksel merkezler kriz içinde (sınıf, parti, okul, çekirdek aile, ücretli emek).[34] Disiplinsel rasyonalite halkı yönetmeyi amaçlayan daha etkili, ekonomik, ayrık ve örtülü yordamlarla ikame ediliyor. Foucault’un analizinde bu durum 19. yüzyılın ortasında Fransa’da sosyal güvenlik sisteminin ortaya çıkışıyla başlar.[35] Bu sistem nüfusun güvenliğine ilişkin öngörüler altında yasallaşarak yürürlüğe konan ve risk önlemeye dayalı bir kontrol biliminin önşekillenmesidir. Ayrıca bu biyoiktidarın modern devletin işleyişi kapsamında bütünüyle etkili hale geldiği bir dönemdir. Biyoiktidar kendisine nesne olarak yaşamı alır. Hardt ve Negri’ye göre üretim yaşamın kendisini kapsadığı, ama toplum bir fabrikaya (yayınık bir fabrikaya), aynı zamanda bir okul, hastane ve bir orduya dönüştüğü için bütünsel kapsama biyopolitik üretim düzeyinde işler.[36]

Kontrol bilimi (hastalar ya da doktorlarla değil)  öngörücü tıp sayesinde işler ve dolayısıyla toplumu patolojilerin taşıyıcısı olan bireyler ve hastalıklar rezervi olarak elealır; tam de her bireyin kendi yaşamı boyunca üretken kalmaya zorlandığı uzun bir öğrenim hayatına tercüme edilen bir eğitim ve gözetimin/denetlemenin bir suç tanıklığı değil ama tanıma, insan bedeni ve davranışını tarama ve veri-bankalarına sokma amaçlı bir önleyici araç olarak kullanılması yoluyla. Kuşkulu davranışta bulunan her birey bir suçluluğun taşıyıcısına dönüşür.[37] Dışarı’nın sonu geleneksel disiplin kurumlarının krizi ve içselleştirme mekanizmalarının yayınımıyla örtüşür: kendini sömürme, kendini rasyonelleştirme ve sorumluluk içselleştirmesi tahakküm araçlarının daha etkili olmasını sağlar.[38]

Kontrol toplumuna doğru bu hareket mücadele  alanının yeniden-bölgeselleşmesine de neden olur. Disiplin kurumlarının çekilmesi ‘metrukiyet’ alanlarına, gettolara, mülteci kamplarına, sürekli bir olağanüstü hale dayalı şekilde işleyen, çıplak hayatın hukuksuz bir Polizeistaat (Polis devleti) idaresinin inayeti olduğu alanlar açar.

Fabrika toplumu emek sömürüsünün Fordist mekanizmalarına tekabül ettiği ve emeği homojenize ederek, profesyonel işçinin[39] gücünü bastırdığı halde, kontrol toplumu-özel olarak Marks’ın kuramlaştırdığı-[40] değer ve artık değer üreten yabancılaşmış emeğin esas özü olarak “üretken emekçi”den uzaklaşmaya bir tepkidir ve onunla örtüşür.[41]

Biyoiktidar  antik ‘hayatı almak ya da yaşamaya izin vermek’  hakkını, ‘hayatı besleme ya da ölüm noktasına kadar onu reddetme’ gücüne çevirerek tarihe girdi.[42] Foucault’un yazdığı gibi: “bu güç kapitlizmin gelişiminde sorunsuz zaruri bir ögeydi; sonradan bedenlerin üretim makinesine kontrol edilmeksizin sokulması olanaklı olmayacaktı.”[43]

Negri ve Hardt Foucault’un analizinin bu yönünü daha ileri götürür[44] ve biyopolitik üretimi post-Fordizm döneminde, tam da bu sürecin doruğa ulaştığı noktada gözden geçirir. Beden sabit sermayedir. Emek bundan böyle sermaye tarafından ‘istihdam’ edilmez. Emeğin araçları sosyal işbirliğinin zihin-makineleridir.[45] Disiplin, iktidarı kurumlar içinde öznelliklerin üretkenliğiydi. Bir ‘yeri’ vardı. Şimdi bu kurumlar  ve onlarla birlikte temsil, müzakere ve yetkilendirme işlevi işlemez duruma geliyor. Artık-iktidar tarafından bireyleşmiş-öznellikler sermayedir ve değer-öznelliklerin üretimi olarak maddi-olmayan duygusal emeğin önemi bundan dolayıdır.

Bu yeni emek rejimiyle birlikte işçi sınıfı kendi temsilcilerinin çabası sayesine Fordist işçinin ayrıcalıklı sektörünü yıkar ve yeni öznellik biçimleri ve farklı bir sınıf bileşimine destek sağlar. Negri toplumsal işçiye doğru hareketi dönemselleştirme konusunda kararlıdır. Onu 1968’e yerleştirmesi olayın önemi ve gerçekliği konusundaki görüşünün direşken politik boyutunu gösterir.[46] Bize göre 1970’ler bu geçişin sahnelendiği oldukça kanlı bir dönemi işaretledi. Etkin emekgücüne karşın kriz devleti süreğen bir gerçeklik olarak bu dönemde merkezileşti. Ama belki de daha temel olan fabrika dışı mücadelelerin doğuşudur ve özneler işgücüne indirgenmelerine karşı direnirken bu devletin disiplin (artık kontrol) aygıtından doğrudan öznelliğin üretimi aygıtına doğru yayılmasıyla açığa vuruldu.

‘Ait olduğu yerin bir bölge (toprak) olmasında olduğu gibi, proleteryanın bileşimi sosyaldir; emeğin özü açısından o tamamen soyut, maddi-olmayan, entelektüel, biçimi açısından hareketli ve çokdeğerlidir.’[47]

Maddi olmayan emek kavramı Hardt ve Negri’nin eknominin postmodern enformatikleşmesi adlandırmasını beraberinde getiren emeğin niteliğindeki değişimlerin bir sonucu olarak kuramlaştırılır. İtalyan Operaismo geleneği maddi olmayan emek nosyonunu Fordist üretimden, bir ürünün üretilmesinden önce satılmasını gerektiren yalın üretime (ya da Toyotizme) geçişine bağlar. Bu modelin girişine uygun ana gereksinim, üretim ve tüketim arasında, fabrikalar ve pazarlar arasında bir iletişim sisteminin kurulmasıdır. Endüstriyle ilgili maddi olmayan emek türü öncelikle veri iletimini gerektirir ve  artan sermaye oranının, emeğin giderek gelişen ussal doğasıyla örtüşerek, iletişimsel tekniklerin artan gücüne yatırılmasını gerektirir. Hardt ve Negri endüstride hizmet sektörünün gelişiminden tam da bu anlamda sözeder. Hizmet sektörünün kendisi, daha bilgi-yoğun olan işlerle ilişkilidir.[48]

Robert Reich bilgisayar ve iletişim çalışmasıyla ilgili maddi-olmayan emeği “sembolik-analitik hizmetler”-problem çözme, problem tanılama ve stratejik aracılık faaliyetlerini kapsayan işler- olarak adlandırır. Bu emek tipi en yüksek değeri talep eder ve bu nedenle Reich onu yeni küresel ekonomide rekabetin anahtarı statüsünde tanımlar.  Ama bilgi-temelli ve yaratıcı nitelikli sembolik işleme dayalı işlerdeki artışın, veri-girişi, sözcük-işleme gibi düşük değerli ve az beceri isteyen rutin işlerde uygun bir artışı gerektirdiğini kabul eder.  Burada maddi-olmayan üretim alanı içinde temel bir işbölümü ortaya çıkmaya başlar.[49]

Maddi olmayan emek emeğin iki farklı boyutuna işaret eder.

‘Meta’nın bilgilendirici içeriğine gelince’, o doğrudan endüstri ve hizmet sektörlerindeki büyük şirketlerde işçilerin emek süreçlerinde meydana gelen değişimlere işaret eder ve bu arada doğrudan emekle ilişkili beceriler, giderek artan şekilde sibernetik ve bilgisayar kontrolünü-yatay ve dikey iletişimi- kapsayan becerilerdir.

Meta’nın ‘kültürel içeriği’ni üreten etkinlikler sözkonusu olduğunda, maddi-olmayan emek normalde ‘iş’ olarak kabul edilmeyen bir etkinlikler dizisini kapsar-kültürel ve sanatsal standartları, modaları, beğenileri, tüketici normlarını ve daha stratejik olarak kamuoyunu tanımlama ve tespit etmeyi kapsayan etkinlikler.[50]

Maddi olmayan emeğin doğrudan sermaye ilişkisini ürettiği görüşü -maddi emek nedeniyle bu gizliydi- sermayenin fenomenolojisini ve sosyal gücünün özünü değiştirir. Maddi-olmayan işçiler öncelikle öznelliğin üreticileridirler.

‘Eğer bugün üretim doğrudan bir sosyal ilişkinin üretimiyse, bu durumda maddi-olmayan emeğin hammaddesi öznellik ve öznelliğin yaşadığı ve yeniden ürettiği ideolojik çevredir. Öznelliğin üretimi yalnızca (ticari ilişkilere uygun) bir sosyal kontrol aracı olmaya sonverir ve doğrudan üretken hale gelir, çünkü post-endüstriyel toplumlarımızın amacı tüketiciyi/iletimciyi inşa etmek, dahası onu ‘etkin’ olarak inşa etmektir. Maddi-olmayan işçiler (bunlar reklamcılık, moda, pazarlama, televizyon, sibernetik vb. alanlarda çalışırlar) tüketiciye göre bir talebi karşılar ve aynı zamanda bu talebi belirlerler.[51]

Maddi olmayan emeğin üçüncü boyutu onun ‘duygusal’ karakterini oluşturan şeydir. Duygusal emek insansal etkileşim ve iletişim uğraklarına gömülüdür. İnsansal irtibatın olduğu heryerde işler ve  esasen sosyal şebekelerin, topluluk biçimleri ve biyoiktidarın üretimiyle ilişkilidir. Duygusal emek şebekelerinde yaratılan bir yaşam biçimi’dir.[52]

Duygusal emek, yalnızca emeğin sermayenin dışında olduğu ve işgücüne indirgenmesinin gerektiği döneme özgü değer ölçüsündeki baskın eğilime sonverir.52a Bu biyopolitik üretimin doğrudan sosyal ilişkilerin üretimiyle karıştırıldığı ve sosyal yeniden üretimle eşsüremli hale geldiği yerdir. ‘İmparatorluk’, bu biçim üzerinden kaşılıklı bir bütünleştirme hükümranlığını temsil eden bir süreçtir: çünkü somut çalışma İmparatorluk’da farklıdır, sosyal kontrol mekanizmaları içselleştirilir ve öznellikler içinde yeniden üretilir. Biyopolitik yaşam ve beden nosyonları politik kuruluş ve sosyal öznelliğin gündelik olumlamaları içinde belirlenir.[53]


İmparatorluk’ta politika ve bütünsel kapsama
Potestas ve kurucu (anayasa değiştiren) iktidar

İçeri ve dışarının küresel sermaye tarafından sömürgeleşmesi olarak anlaşılan bütünsel kapsama döneminde, ekonomik ve politik iktidarı-analitik düzeyde bile- ayırmak imkansızdır. Bir iktidar eleştirisi, bir emek eleştirisine yolaçmalıdır. Bu yüzden toplumu bütünsel kapsamanın anlamlılık ve belirlenimi, politik alanın göreneksel biçimini-burada demokratik iktidarın mahali olarak ulus-devlet- güncelleştirmeye de bağlıdır. Öyleyse bütünsel kapsama baştan aşağı politik bir uğraktır. O fabrika rejiminin hükümranlığını genelleştirme üzerinden ve devletin işlevini dönüştürerek gelişir (resmi emek hareketinin kapitalist reformist bütünleşmesini kullanan bir sosyal devleti vardır ve böylelikle bu hükümranlığın özel uygulanma tarzını değiştirir).

Burada politikanın liberal özerkliği ya da, bireyin kamusalı kendi dışında gördüğü kamusalı özelden ayrıştırma mitinin sonu yeralır; bu kavrayışa göre “dışarısı, bireysel eylemin başkalarının varlığı içinde sergilendiği ve onaylanmaya çalıştığı politikaya özgü bir alandır.”[54] Politiğin güdüklüğüyle nitelenen özel/kamusal ayrımından postmodern vazgeçişin açıklanışında Guy Debord, bu olağandışı sitüasyonist, açık bir referans noktasıdır:[55] “Gösteri sosyalliğin her biçimini tahrip eder -ayrı otomobillerinin içinde, ayrı video-ekranlarının karşısında bireyleşen sosyal aktörler, aynı anda yeni bir kitle toplumsallığını, yeni bir düşünce ve eylem tekbiçimliliğini dayatır”[56] ve kamusal alan tamamen buharlaşır.

Yaşamın tüm boyutları sermaye tarafından kapsanır, tüm eylem biçimleri-bunlar toplumsal olarak bütünüyle üretkendir- bu toplumun yeniden üretimine göre anlamlı hale gelir.[57] Tarihsel olarak ‘politik’in özerkliği ‘sınıf politikasının ölümü’yle kalan boşluğu doldurma gereksinimini karşıladı ve ideolojik olarak burda politika yalnızca ‘evrenselci’ terimlerle (Kant), çıkarlar üstü, başka deyişle çıkarlar politikasınının ikamesi şeklinde ortaya kondu.

Paradoksal biçimde özel alan ideolojik olarak yıkıldığı ya da bütünüyle sosyalleştiğinde, reformizm içindeki tepkici politik ögeler, sorunu politik bir alan olarak kamusal alanının yeniden yaratılması sorunu şeklinde yeniden ortaya koyar. Halihazırda ‘politik’in özerkliği’ görüşü yalnızca liberalizmin bir biçimi olabilir ve yalnızca Marks’ın Hegel’in devlet felsefesini eleştirisinde taslağı çizilen parametreler içinde -yani topluluk hakkındaki kararların üretken failler olarak kendi varoluşumuzdan ayrılması- işleyebilir. Bununla birlikte liberalizm politiği çıkardan koparmaz, gerçekte onu daima yeniden örgütler, ama politikayı bireysel çıkarlar açısından ifadeye zorlar ve iktidar söylemi bireysel hak ve ödev arasındaki (ikincisi yalnızca ilkinin modern bir cisimleşimidir) bir dengeye dönüşür. Komüniteryan[58] olmayı iddia eden sosyal hareketler kendi programlarını etik yaşam ve bireysel kendini-arayışa sınırlamalar üzerinden göstermeyi gereksinir. Politikayı daralan bir etkinlik olarak önerir (anti-globalizm = pro-demokrasi) ve durum düzenlemeli ‘defansif’ bir demokrasi talebi dolayında kimliğe dayalı özel bir uygulamayı talep ederek, devletin yansızlığı ve tarafsızlığı kisvesi altındaki evrenselliğin altını oyarlar.[59]

Negri içkin eleştiri kanalıyla bunu daha ileri bir aşamaya götürür. Sosyal işbirliği üzerinden üretim analizi, çıkar politikasını ahlakçı eğilimlerinden arındırıp, bireyci terimler dışında -temsilciler kendi eylemlerini ne kadar bu terimlerle tanımlarsa tanımlasın- yeniden politikleştirir. Sosyal hareketlerin devletle ilişkilerinin belirsiz olduğunu kabul ediyoruz.[60] Onlar devlete tarafsız sınırlar içinde hakem olarak kendine dayanma fırsatı sağlarken, aynı zamanda kurumsal tanınma[61] arayışı içindedirler ve bu liberal bağlam içindeki işleyişiyle potestas’tır. Bu nedenle Negri’nin kimlikçi olmayan ifadeler içinde emek politiklarına dayanma ısrarı, üretim ve aynen öznellik ve kimlik üretiminin tamamen sermayeye özgü genelleşmiş bir hükümranlık altında ortaya çıktığı kabulü üzerindeki vurgusuyla birlikte önemlidir. Bu hareketler yıkıcı- dönüştürücü anlamda politik oldukları ölçüde, mutlak surette kendi öznelliklerinin sosyal belirlenimlerine iliştirilmişlerdir.

Jameson aynı sürece kültürel politik bir perspektiften, sınıf gücünü evrenselleştirme başarısızlığıyla, kurumsal ve örgütsel biçimlerdeki çözünmenin imkan tanıdığı yeni kimliklerin oluşumu olarak bakar. Oysa 1960’ların büyük patlamaları, dünya ekonomik krizi içinde sosyal düzenlerin restorasyonlarına ve dışarının içselleştirilmesi sürecine neredeyse arızi bir eklenti olarak sağaltılan çeşitli devlet aygıtlarının baskıcı iktidarının yenilenmesine yolaçtı.[62] Ayrıca hem‘özgürlük ve olabilirlik duyusu’-ki bu 1960’ların çok kısa süren nesnel gerçekliği içindir, hem de  (80’leri geç anlamaktan kaynaklı) tarihsel bir yanılsama, hiç şüphesiz bu karanlık dönemin kinizmiyle birlikte, kapitalizmin altyapısal ya da sistemik bir aşamadan bir diğerine geçişiyle  imkan tanınan üstyapısal bir hareket ve hareket serbestliği yönünden sınırlanır.[63] Jameson bütünsel kapsamayı daha yeni yeni zincirlerinden kurtulmuş öznellikler nedeniyle ortaya çıkan ket vurma mekanizmalarının yeni bir yapılanımı açısından çözümler.

Bu nedenle Negri’nin deyişiyle:“Bugün işçi sınıfı bütünüyle mevcut ama görüş alanından kayboldu. Varlığı sona ermedi, ama kapitalist ekonomideki imtiyazlı konumu ve proleteryanın sınıfsal bileşimindeki hegomonik konumu değişti. Proleterya eskisi gibi var değil, ama bu onun yokolduğu anlamına gelmez.”[64] Endüstriyel işçi sınıfının yerdeğiştirmesi, emek aktörüne bağımlılığına sonvermeye çalışan sermaye içindeki üretken rolünün etkisizleşmesi nedeniyle ortaya çıkar. Proleterya kategorisi genişletilir ve kapitalist üretim ilişkilerini içsel olarak idame ettiren ve onun disiplinine tabi tüm bir halk sınıfı olarak okunur-ayrıca Marks’da bu eğilimi tanımlayan açık düşünceler vardır.

Bu hiçbir şekilde mücadeleden vazgeçmek değildir. Negri’nin iktidar eleştirisi saldırı noktalarını sürekli kaydırır. İktidar sadece sınırlama perspektifinden sunulmaz, diyebiliriz ki, iktidar aynı ölçüde bir olanak ve yetidir. Kurulmuş iktidarın hakim biçimi daima yolaçtığı direniş olanakları içinde bağlamsallaştırılır ve iktidarın takındığı bir maskeye indirgenmez. İktidarın biçimsel pratiği, ya da potestas artık yalnızca kapsamaya çalıştığı yaratıcı enerjiye karşılık olarak harekete geçirilir.

Post-Fordist emeğin radikal soyutluğu, onun kaçış çizgileri, toplu çıkış ve reddi,  duyumsal hareketi, üretken öznenin melezleşme ve çeşitliliği karşılığında İmparatorluk’u yaratır. Sermaye yırtıcı genişlemesi, dışarıyı sistemin parçası haline getirişi içinde, yine de en büyük muhalifine tutsak olur: çokluk, yaşamı soluyan, fethetmek için kendini yıkan kitle.[65]

Emek düzeyinde İmparatorluk’un politik biçimini oluşturan üretken özne onun mutlak temeli olarak sosyal işbirliğini elinde tutar. Enformasyon ve iletişim şebekeleri birleşik ve küresel üretkenlik alanı içinde her ögenin özünü şekillendirir. Maddi olmayan emek ve duygusal emek dolayımın tasfiye temelidir: gerekçelendirme içkin bir olay haline gelir.[66] Bir müzakere zemini olarak bir kamusal uzam alanı miti sonuçta çürür.[67] Geleneksel görünüşü içinde sosyal devlet, suyu çıkıncaya kadar öznellikleri farkılaştırma yükü altında ifrazat atar.[68] Biyopolitik üretim içinde sermayenin emek üzerindeki buyruk biçimi fesat bir ifadedir: ‘Batı toplumlarının yeni sloganı budur: hepimiz özneler olmalıyız.’[69] Katılımcı yönetim bir iktidar teknolojisidir, öznel süreçleri yaratma ve denetlemeye yarayan bir teknoloji.[70] Ama üretken işbirliği post-Fordist üretim için bir çırpıda kaçınılmaz ve istikrarsızlaştırıcı değildir.

İmparatorluk altında iktidarın nesnesi yaşamın ta kendisi olur. Negri’de politikanın ontolojik olmasının nedeni budur. İmparatorluk merkezsizdir ve daha çok karma bir kuruluşla yönetilen iktidar ilişkileri şebekesini temsil eder. İmparatorluk tezi, ulus-devlet’in öznellikleri düzenlemenin bir aracı olarak etkisini giderek yitirdiği bir düzeni tanımlar ve imparatorluk, ögelerinden bazıları imtiyazlı bir güç konumuna sahip olsa da şebekeler aracılığıyla işleyen ve merkezsiz bir ulus-aşırı ve soyut nitelikli politik hak ve kuvvet düzeninine işaret eder.[71]  Sermaye devlet iktidarına kayıtsızlaşır. Bu şu an inşa halinde olan bir süreçtir ve sosyal işbirliğine dayandığı ve geliştiği ölçüde, yürürlükteki etkinliklerini –mümkün olduğu yerde- altüst etmemiz–zorunlu olduğu yerde- yadsımaya girişmemiz gereken ikincisinden ayrı alabileceğimiz bir şey değildir.

İmparatorluk hiyerarşiktir ve imtiyazlı kesimlerinden biri şüphesiz ABD’dir, ama aslında işleyiş tabanı ve kılcal noktaları ulus-devlet’in geleneksel gücünü kaydıran STÖ (Sivil Toplum Örgütleri) gibi kurumlara uzanır.[72] Yaşamı (ya da batılı insan hakları nosyonlarını) savunma çizgisinde çalışan STÖ’lerin İmparatorluk’ta askeri ve polisiye müdahaleye uygun bir ahlaki rasyonaliteyi nasıl yasallaştırdığının son bir örneği Afganistan’da kadınlar adına düzenlenen kampanyanın etkilerinde görülür. Kampanya Chantal Mouffe’nin partiküler evrenselciliğiyle öylesine demlendi ki, First Leydi ve Cherie Blair, militarist Batı’lı hükümetlerin cephaneliğine başka silahlar sağlamak için onun retoriğini aynen kullanabildi.

İktidar Eleştirisi

Şimdi Negri’yan iktidar ide’si ya da politika pratiğine vardık. Üretkenlik etkinliğini/ifadesini neden olarak, kendi belirlenimi olarak gören, ona hükmeden dışsal sınırlamalar ya da girişimlerin önünü kesen merkezsiz ama dinamik bir ide. Politikanın ontolojik sıfatıyla güncelliği, yaşamın kendisi iktidarın nesnesi haline geldiğinde politika sıfatıyla varlığın dinamik özelliklerini yeniden olumlar.

Negri’nin politik projesine gelince, o ortodoks marksizmin kendi yordamlarıyla asla ulaşamayacağı bir ‘ortodoks marksizm’ türüne varır. Bu onun öznelliğin devrimci yapılanışını değerin sosyal biçimi ve üretim tarzından türetmesinden dolayıdır. Bu proje kapitalizmin aynı anda kapsadığı ve sınırladığı öznel güçlerin tanınmasıyla kapitalist biçim içindeki gerilimleri yansıtır.  Öyleyse temelde “kurucu iktidar” ekonomik yaşamdan farklı olarak yapılanmış değildir.[73] Bir yabancılaşma teorisine gerek duyulmaz, çünkü hiçbir ontolojik ayrım yoktur-olduğumuz şey, yaptığımız şeydir. Pazarlanabilir ürünler üretmeye yönelik mevcut kapitalist taleplerin özel biçimi, değerleme için zaruri bir yaratıcı öznellik meydana getirir. Sermaye değeri gerçekleştirmek için bütünsel-fakat ahlakdışı ve sınırlı bir biçim- kullanmaya zorlanır. Sosyal bir ihtiyaç, biyopolitik bir ihtiyaç ve arzu olarak talep, sermayenin üretmek için toplumu yasalaştırmaya -bu yüzden ona fazlasıyla itaatlidir- ihtiyaç duyması demektir. Bundan dolayı genel biçimiyle sosyal buyruğun üretmek için sermaye açısından zorunluluk olduğu İmparatorluk döneminde, emek esasen sermayeden önce oluşturulur. Ayrıca sivil toplum (Burjuva ekonomisi içinde bir ihtiyaçlar sistemi olarak) devlete soğurulur.[74]

İktidar teorisi?

Jameson yapısalcılığı bir biçimcilik (formalizm) olarak okur, fakat hem o, hem de Negri, Althusser’yen yapısalcılığı-çözümlemedeki bazı farklılıklara rağmen- modernist bir proje olarak görür. Jameson esasen ideoloji kuramlaştırmasını ödünç alır ve aynı şekilde bu Negri’nin geç dönem Althusser’den aldıklarının bildirimi niteliğindedir; yeniyi düşünmeyi, kopuş, kriz ve ihlale duyarlılığı ve “ideoloji kendi egemenliğini gerçeğin bütününe yaydığı”nda[75] “olumsalı kesintisiz kuramsal tanımlamayı.”[76] Jamesona göre modernizm, içeriğin yalnızca özel bir biçimi göz önünde tutmak için ortaya konduğu yerde özün inkarına götürür. Bizim Negri okumamız ve Negri’nin Althusser düşüncesinin Spinoza’cı boyutundan aldığını düşündüğümüz şey, etkilerin yapısal bütüne içsel olması anlayışıdır.76a Özcü düşünceye[77] bir tepki olmaktan ziyade, bu hem nedeni hem de sonucu kendi ilişkilerinin yapısına içkin ve içsel görmenin bir yoludur. Hegel’ciliğin kesin olarak kendinden çıkan, kendi çelişkileri sayesinde gelişen bir özneyi ortaya koymaya duyduğu gereksinim, diyalektiği sosyal oluşun tekil bir konumunda -özne olarak proleteryada (Lukacs, Debord) ya da sermayenin kendisinde- merkezileştirmesine yolaçmasından dolayı Althusser’yen şemada suya düşer. Basit çelişki, içeri ve dışarı çatışması, sosyal öznellik indirgenebileceği bir nokta olmaksızın dağınık yollarla üretildiğinde gerçek bir hükümden yoksundur. Bu öznelliğin ekonomik yaşamdan farklı olarak çoğullaşması değil, ama esasen öznelliğin oluşumuna ilişkin farklı, önceden belirlenmemiş ve en önemlisi tekil, bireysel ve çok-değerli bir kavrayışdır-Spinoza’cı anlamda içeriklerine ‘upuygun’ olan yapılar.

Modernizm ve postmodernizm konusundaki tartışmanın bozgun içinde politik bir taraf olmaksızın gerçekleşebileceği bir zemine varmayı umuyoruz. Bu karabasan bizim kuşağımıza ait değil. Bizim tutumumuz, özerk bir kendilik-oluşumunu, kendi aklını kullanma cesaretini gösterme anlayışını ontolojik bir temel alan, otoritenin varlığıyla nitelenen bir yetersizlik halini terketmeyi gerektiren bir mevcudun eleştirisi etrafında, bütünüyle Kant’ın modenizmi içindedir. Yetersiz insanlık otorite ve hükümranlığın varlığı ve pratiğini mazur gösterici bir temelin temsilinden doğmak zorundadır. Onsuz yapmayı amaçladığımız ölçüde bütünüyle modernistiz.

Diğer taraftan felsefede modernitenin anlamını tarihselleştirmek, kendimizi ve mevcudun ontolojisini yorumlamak amacıyla seküler aşkınlık kavramlarının ötesine geçen bir referans çerçeve araştırmayı göz önüne alabiliriz. Yapısalcı, biçimci çalışmalardan Annales Olulu’na kadar, sonradan “postmodernist kurucular” sıfatıyla görülenlerin müdahalesi, böylesi bir eleştirinin mirasını sağladı. İlk grup, bir temel olarak ilişki nosyonunu ortaya koyup, yatay bir sosyal gerçeklik anlayışını kurma girişimi ve bütünüyle disiplinsel sınıflandırmaları zorunlu duraksamaya zorlamasıyla, kendisini temsil ve varlık arasındaki dolayımın çöküşünü sorunsallaştırma pratiğine yerleştirdi. Aynı şeyi Annales Okulu, olay nosyonunu semptomplardan çok nedenleri açıklayıcı bir kategori olarak sorunsallaştıran, tarih çalışmasına jeopolitiği ve mekansallığı sokmaya deneyen çalışmalarıyla Annales Okul için de geçerlidir. Bu çok farklı düşünce tarzları, ne olduğu ve olabileceği, varoluş ve bilişsellik, kendinde/kendiliğinden ve kendisi için, politika ve epistemoloji arasında köprü kurulamaz bir ayrışma üreten bir aşkınlık kavramının yıkılmasına yardımcı oldu. Negri’nin mevcut politikası içkin bir maddeci ontoloji olmadıkça yapamaz.

İçkinlik iktidarın bir bütünleştirme kumpası olarak değil, ama iktidarın bir pratik olduğunu, bu itibarla iktidarın mevcut içindeki işleyiş biimlerinin bir eleştirisi ve altüst edilişi dışında bir ‘İktidar Teorisi’ olamayacağını kabul eden bir sosyal gerçeklik yaklaşımı olarak görülmeli. Negri’nin katkısı-kızıl içinde mora çalan bir rapsodi- bu projeye etkili bir müdahaledir.

Burada ve şimdinin yaratıcı alanında, projemizi olumsuz terimler içinde ortaya koymak bizim açımızdan gereksiz. Gerçek komünizmi inşa projesi, bir birayageliştir, sınırları içselleştirmeyi reddetmesi gereken,  kendini pişmanlık duymayan bir açıklık ve yaratım, ya da bir kollektivite olarak politika ve bilgi pratiği içinde projelendirmesi gereken üretimsel bir fiil.


*  http://textz.gutenberg.net/textz/hardt­_michael_negri_empire.txt

* Bu metin, daha önce Sınırda dergisi’nde (Şubat 2008, s.8-9, ss. 179-200), yayımlanmıştır.


Notlar


[1] Bkz. F. Dosse, History of structuralism, v. 1: The rising sign, 1945-1966. University of Minnesota Press, Minneapolis, 1997. ve P. Burke, The French historical revolution: the ‘Annales’ school, 1929-89. Polity Press, Cambridge, 1990.
[2] ‘İletişimin dışlayıcı bir varlık çevreni olduğunu varsayan postmodern felsefeciler, ortaklık ögesini  ilan eder. Savlarını kabullenmek son derece güç. Önvarsayımları gerçekte kusursuz bir telolojik varsayımdan öte değil. Bu felsefeciler varlığın fiili eşiğini araştırmayı erteler ve daha öteye geçmezler. Bundan ontolojik alanın tükenişini, tarihin sonunu, gösterinin ne bulursa tüketen/hepçil totolojisini çıkartırlar. Eğer ortak öge bu koşulları açığa vuruyorsa, o kendini ortaklığın sonu olarak  sahneye koyar. A. Negri, Kairos, alma venus, multitudo. Nove lezioni impartite a me stesso. Manifestolibri, Roma, 2000. s.80-81.  Toplumun gelişen karmaşığı, gelişen bir tahakküm tehlikesidir. (Toplumsal karmaşıktan proleterya eyleminin devrimci işlevinin yitttiği bir labirenti anlayan felsefeciler ya da tarihsel  karmaşıktan sıçanların sürü halinde koşuşturduğu bir labirenti anlayan yorumbilgiciler, bunların hepsi de yalnızca şarlatanlardır). Gerçekte değer biçimin dönüşüm yasaları daha fazla farkediliyor ve İktidarın yapısöküm ve tahrip dinamikleri olarak etkililiklerini daha fazla gösteriyorlar. Değer biçimi oluşturan motor güç, yaşayan emeğin üretkenlik gücünün antogonitik ifadesi, aynı anda değer biçimin yapısöküm  motorudur (…) herkes kırık kapitalist uygarlığın gerçekte ne ölçüde bir anlam anarşisi ve ruhsuzluk olduğunu görmeyi bekliyor.’ ‘These on Marx’  S. Makdisi, C. Casarino & R. E. Karl (eds) içinde, Marxism beyond marxism. Routledge, New York, 1996., p. 159.
[3] D. Harvey, The condition of postmodernity, Blackwell, Cambridge MA, 1990.
[4] ‘(Postmodernism)…en azından bana göre, işlevi yeni tip bir sosyal yaşam ve –çoğu kez makyajlı biçimde modernleşme veya post-endüstriyel toplum ya da tüketim toplumu, medya ya da görüntü toplumu veya çokuluslu kapitalizm denen yeni bir ekonomik düzenin ortaya çıkışıyla bağlantılı olan bir dönemleştirme kavramıdır.’ F. Jameson, The cultural turn, Selected writings on the postmodern, 1983-1998. Verso, London, 1998. p.3. Ayrıcabkz., Postmodernism, or, the cultural logic of late capitalism. Duke University Press, Durham, 1991.
[5] Oluşumuzun eleştirisi bir ve aynı anda bize dayatılan sınırların tarihsel bir analizi ve onları aşma olanağıyla ilgili bir deneyimdir. The Foucault Reader içinde, 1984, s.49-50.
[6] A. Negri, La costituzione del tempo. Orologi del capitale e liberazione comunista. Manifestolibri, Roma, 1997.
[7] Bkz., Karl Marks’ın Kapital I. Cild’e Önsözü, s. 1019-1038.
[8] Tarihsel praksisin ortak adı yalnızca ‘mevcudun bir soykütüğü’ olabilir-yani geçmişte ne olduğunu,  gelecek olanı tayin ettiği gibi şekillendiren bir imgelem. Geçmiş deneyimlenmedikçe yorumlanmaz.’ A. Negri, Kairos, alma venus, multitudo. Nove lezioni impartite a me stesso. s. 43.
[9]A. Negri & M. Hardt, Empire, Harvard University Press, Cambridge, 2000. s. 187.
[10] E. N. Kaplan içinde (ed.), Postmodernism and its discontents, London, Verso, 1988
[11] G. W. F. Hegel, Phenomenology of Spirit, Oxford University Press, Oxford, 1977. s. 400.
[12] Althusser tarzında ya da Joan Rabinson gibilerin  önerdiği“Hegel’ci zırva ve fasa füso”yu devredışı bırakmaya ilişkin post-Keynezyen dalgacılığı izleyerek Marks’ı Hegel’den ayırmaya çalışmıyoruz. Marks’ın Hegel’e borcu onu görmek isteyen herkes için oradadır. Negri’nin buradaki sorunu daha çok Marks’ın eşsüremli (senkronik)  bir görüşaçısıyla kapital’in yazımında benimsediği ve kapitalist ilişkilerin oluşumunda sınıf mücadelesi motorunu kavrama yetimizi sınırlayan Hegel’ci sunum çerçevesidir.
[13] Marks’ın sermaye ilişkileriyle ilgili görüşlerini hangi perspektifin açığa kavuşturacağı konusunda tam emin olmadığı konusunda yeterince belirti var (karşılaştır, C.Arthur “Aganst the logical historical method; dialectical derivation versus linear logic.” F.Mosely and M. Campbell (eds) içinde, New Investigations of Marxist method, Humanities Press, New Jersey 1997).  Yoğunluklu politik pasajlar ve nesnel olarak bilimsel  bölümler arasındaki  salınma içeriğin kendi diyalektiğine atfedilebilir. Hegel’ci ya da Yapısalcı, artsüremli ya da eşsüremli olsun, Marks’ın yöntemini rasyonalize etmeye yönelik sonraki tüm girişimlere karşın,  Marks için bile, Hegel’de mutlak’ın gelişiminin farklı bir güzergah  kazanabilmesi gibi, sermayenin doğasına ulaşmanın tek bir yolu olmadığını belirtmek önemlidir. Dolayısıyla bunca marksizm ve marksoloji, özel bir yöntem nosyonundan, doğru bir politik çizgiden yola çıkmakla meşgul oldu. Bizim iktidar ve onun bugünkü mekanizmalarını eleştiri anlayışımızda bu tartışmalar  bizi yalnızca bir yere kadar götürür. Negri’nin müdahalesine: Marx beyond Marx kendi  minvalinde Kapital’iliştirilmiş önyargıların yanlışlığını fazlasıyla göstererek, Marks’ın düşüncesindeki radikal nitelikte yıkıcı  ve içkin boyutu irdeleme alanını yeniden ortaya koyar; burada burjuva değer kategorilerinin yapısöküm projesi alternatif bir toplumu yeniden kuran soyal süreçlerin-değer yasasınındaki bir kriz gibi görünen gerçek sosyal süreçlerin kavranmasıyla birbirine geçer.
[14] ‘Metanın, değerin çifte yüzü olduğunu keşfetmek için Hegel’ciliğe atlamaya gerek duymuyorum; paranın tek bir yüzü vardır, patronun yüzü.’ A. Negri, Marx beyond Marx, Lessons on the Grundrisse, Autonomedia, New York, 1991, s.23.
[15] H. Cleaver, Reading Capital politically. Anti/Theses Press, Leeds, 2000.
[16] M.Lebowitz, Beyond capital: Marx’s political economy of the working class. Macmillan, Basingstoke, 1992. bölüm 5. Lebowitz’e göre Marks bizlere bütünselliğin yalnızca bir yönünü verir, sermayeninkini. O işe işçinin değil, tutarlı biçimde kapitalistin görüş açısından bakar. Bütünselliği yalnızca yarısını sergilemesi itibarıyla, bu yarı diğeriyle-ücretli emekle- etkileşimi içinde ifade edilmez. Lebowitz yalnızca bu ikisini birlikte alarak doğru bir bütünselliğe varacağımızı ileri sürer. Ona göre ücretli emekçinin sermayeye karşı mücadelesi onun tahakkümünü sürekli altüst eden bir şeydir ve kapitalist toplumun dinamiğini oluşturan mücadele içinde  onlar birbirinini karşılıklı etkiler.
[17] Bkz., A. Negri, ’20 Theses on Marx’, s.178. ayrıca bkz., A. Negri ‘Value and affect’: ‘diyalektik, hatta aşağıdan diyalektik, bizlere tarihsel süreçte radikal bir yenilenmeyi, tüm radikalliği içinde  ‘hareket geçme (etkileme) gücü’nün infilakını sağlayamaz. Aşağıdan bir inşa yolu, bir yok-mekan (non-place) algısıyla birlikte ortaya çıkmalı. Yalnızca bir yok-mekan görüş açısının radikal varsayımı bizi tüm figürleriyle modernitenin diyalektiğinden kurtarabilir…”
[18] ‘Kategorik bir sentez teorisi olarak değer teorisi, devrimci alana girmek amacıyla kolaylıkla vazgeçebileceğimiz  burjuva mistifikasyonların ve klasiklerin bir mirasıdır.’ A. Negri, Marx beyond Marx, s.23.
[19] ‘(Marks’ın) değer teorisi gerçekte bir değer ölçü teorisidir.’ A. Negri ve Hardt, Empire, s.335. Bu görüşe tam olarak katılmıyoruz, çünkü Marks’ın ölçüyü, Hegel’in  shorter Logic’teki elealışına benzer tarzda kullandığı görüşünü temel alıyoruz. Artık değer Teorileri’nde Marks, değer teorisini önceden belirlenmiş dışsal bir ölçüm kriteri olarak değil,  değerin özü ve içkin bir norm olarak elealır. Hegel’ci diyalektikte ölçü niteliksel bir miktar (kuantum) olarak anlaşılır. Ölçüde Hegel nicelik ve nitelik arasında bir özdeşlik bulur. Bir çatışkı üreten niceliksel değişimlerin ‘ötesinde gizlenen’ bir şey. Hegel’in shorter Logic’de kullandığı örnek, buğday yığınını tek bir tohumun yaratıp yaratmadığı şeklindeki eski bir Yunan problemidir. Hangi noktada niceliksel bir değişim niteliksel bir değişime eşittir? Hegel’e göre ölçüye değgin ontolojik anlamlılığı olan zorunlu  niteliksel bir boyut vardır. Nicelik, görece değer türlerine sahip orantılarda (niceliksel orantılar),  Varlık’la özdeş olmayan, dışsal ve tamamen tinsel bir nitelik gibi göründü. Bu durumda niceliğin çelişkisi onun bir ‘değiştirilebilir’ olması  ama tüm değişimlere rağmen yine de ‘aynı’ kalmasıdır. Bu çelişkinin çözümü  yine de niteliğin ‘sözde gerçek, niceliğinse sahte bir nosyon olduğu kabulüne’ değil, ama herikisinin bölünmez gerçeğine, niteliksel bir nicelik ya da ölçüye uygun bir yaklaşıma dönmektir.’ Hegel’e göre ölçü dolaylı olarak özdür. Hegel Encyclopaedia Logic 105-111 (Mantık’ın ilk bölümünün sonu).  Şayet Marks bu nosyonu kullandıysa, bu durumda Negri’nin iddiası tam olarak ağırlık taşımaz, çünkü ölçü değer özün gelişimindeki bir aşamadan başka bir şey değildir.  Yine de Negri bu anlamda Marks’ın yöntemini modernist  nitelendirmekte haklıdır.
[20] Bkz., A. Negri & M. Hardt, Empire. Bölüm 3.1
20a ‘Emek zamanını biricik ölçü ve servetin kaynağı varsaydığı halde onu en aza  indirgeme baskısı yapmasından dolayı, sermaye bizzat hareket eden çelişkidir. Bundan dolayı gereksiz  biçimde emek zamanını çoğaltmak için zorunlu biçimde onu azaltır; dolayısıyla zorunluluk nedeniyle –ölüm kalım meselesi- bir koşul olarak büyüyen ölçüde bir   fazlayı varsayar.’(20a) K. Marx, ‘Fragment on Machine’, Grundrisse, s. 207. İmparatorluk’ta sermayenin ideal olarak bu sınırın ötesine geçtiğini söyleyebiliriz..
[21] Habermas  bunu en sofistike somutlaştırımını sunar; George Manbiot, Norena Hertz, Naomi Klein gibi poüler liberal anti-kapitalizmlerin birçoğunda mevcut bir görüş. Bkz., ‘Anti-capitalism with a smiley face’ E. Thompson Studies in Social and Political Thought, sy.4.
[22] ‘Sınıf mücadelesinin (bütünsel kapsama içinde toplumsal işçinin) gelişiminin mevcut aşaması, proleter bağımsızlığın yeni teknik koşulları gelişmenin maddi geçitleri içinde belirlenir ve o nedenle ilk kez yeniden yapılanmada telafi edilebilir olmayan ve  sınıf bilinçliliğinin yetkinleşmesinden bağımsız bir kopuş imkanı vardır.’ A. Negri, ’20 Theses on Marx’, s. 165.
[23] Negri burada Spinoza’dan  birçok kavram alır.; ‘causa sui’ (nedeni kendinde olan, kendinde nedenli) şeyler, yaşama itkisi ya da ‘conatus’ (çaba)- tek anlamlı oluş  kudreti kavramı, dışsal gücün, varlığın kendini üretme gücünün bir  olumsuzlaması olduğu nosyonuna yolaçar.
[24] Ücret mücadelesine dayalı geleneksel sendikacılığın ölümü, günümüz koşullarında, boş zaman konusundaki tartışma bireyci bir temele sahip olsa bile üretken öznelerin değer yasasının işleyişini sürekli bozmalarından kaynaklanmaz. Kendi kendine  yetmeyle ilgili talk-show retoriği karşı davranışı gerekçelendirmede kullanılır, özel bağışıklığa uygun  kimlik politikasını, kendi yararlarına kullanmak için halk tarafından altüst edilen tüm ayrımcı kontrol ögelerinin ya da suistimal hastalıklarının gelişmesini. Yıkım yalnızca iktidarın kendini kurmaya çalıştığı mahalde gerçekleştirilir ve iktidar yalnızca bir karşı iktidarın olduğu yerde anlamlıdır. İktidar teknikleri tersine çevrilebilir. Geniş bir ölçekte bu ilişkiler sınıf algılamamızı enforme eder. İşçi sınıfı fabrika rejimine, sermayenin onun üretken güçlerinin niteliğini ya da konumunu değiştirme ya da işçi sınıfı içinde iktidar hiyerarşileri yaratma yoluyla bölmeye ve baltalamaya çalıştığı kendi bedenini birleşik bir özne olarak kurarak, ücret ve iş hakkı talepleri yaratarak, politik bir homojenleşmeyle karşılık verir (bkz., ‘Archeology and power’(Rovolution retried içinde). İşçi sınıfı özgürlük talep eder ve bir kuvvet olarak kendi kollektif gücünü iş zamanınında indirimler sağlamak, satınalma gücünü yükseltmek ve boş zamanı artırmak için kullanır. (bunlar bugün her zamankinden fazla mevcut, ama bireyci bir temeli var-örneğin serbest kalmak için  işçi günlük hastalık izni alır, dişçiyle bir randevu uydurur, bir bilgisayar sistemini sabote eder, yangın alarmını çaldırır). Bugün bu bireyselleştirilmiş direniş  biçiminin büyüklüğü, üretim biçiminin fabrika rejiminden uzak toplumsallaşması ölçüsündedir  ve kollektif çıkarlardan daha dar bireysel çıkarlarda yansıtılan bilinçlilik derecesinin karşılığıdır. Sisteme meydan okumalar politiktir, ama daha iyi bir topluma doğru politik dönüşümün belirleyici biçimleri değil, sadece üretimin kendi fayda fonsiyonunu gözeten bir dağılımı olarak düşünülürler. Suç, dolandırıcılık ve kaynakları çalma yaygındır ve bunlar önemsiz ama sermayenin karlılık ve işleyişini doğrudan etkileyen ve işçilerin kendi yaşam  standartlarını düzeltmesinin anlamlı yollarıdırlar. Kaybolan dosyalar, diskleri bozma, yangın alarmlarını çaldırma, anahtarları kaybetme, iş zamanı  fişlerini tahrip etme, deneyim ve beceriler konusunda yalan söyleme, mülkiyeti aşırma, geç gelme, işi erken bırakma, esnek emeği kullanma ve yaşam-boyu eğitim (işden kaçmak için  öğrenim). Ayrıca bkz., J. Beasley-Murray “Ethics as post-political politics” Research and Society içinde, No.7, 1994, s. 5-26.
[25] A. Negri, ‘Theses on Marx’, s.178.
25a C.Arthur’un,  sermayeyi olumsuzlanmasının olumsuzlanması olarak ya da ya da ‘emeği değer-değil olarak’  tanımlama yoluyla sermayenin önceliğini sabitlediğini önesürebiliriz.
[26] Sermaye iktidarının  mutlaklaşması, yalnızca ona karşı veilen mücadelenin eğreti yenilgisinin bir etkisidir. “Robespierre’den Stalin’e, 1920’lerin devrimlerinden 1970’lerin devrimlerine, çoğu kez terörizmle sonuçlanan bir dönüştürme arzusuna tanıklık ettik. Galip ya da mağlup, ister devlet, ister küçük gruplar tarafından yürütülsün gerçekte farketmez-her durumda o devrimci eylemin blokajına işaret eder ve daima bir ricat ve belki de bir kızgınlık figürü içinde, bir yenilgi semptomu ya da güçlü olduğu hissedilen bir düşmana karşı umutsuzca bir direniş halidir. Bunlardan herhangi birini istemiyoruz. Sonuçta sosyal demokrasi bu trajediden kaçınmanın bir aracı olarak ortaya konur. Ama bunu da istemiyoruz. Gerçekte bu yenilgilerin kaçınılmaz olmadığını biliyoruz ve tekrar deneyeceğiz. Öyleyse görevimiz yenilgiyi tanımak ve yenilmemektir.” A. Negri, ‘Theses on Marx’, s. 172.
[27] A. Negri ve M. Hardt, Labor of Dyonysus. A critique of thee state form. University of Minnesota Press, Minneapolis, 1994. s. 20.
[28] A. Negri, ‘Archaelogy and project: the mass worker and the social worker’, Revolution Retrieved. Selected writings on Marx, Keynes, Capitalist crisis abd new social subjects. 1967-83. Red Notes İtalya Arşivi, I. Cilt, Red Notes, London, s.209.
[29] Hardt ve Negri, Marks’ın ekonomi politik kavrayışının bu döneme ait olduğunu önesürer. Kitle işçisi figürünün tanımı, ‘(…) soyut emeğin  belirli bir niteliksel katılaşmasını temsil eder (bu öznel  soyut emek farkındalığının yüksek düzeyini ifade etmenin bir başka yoludur)’ ibid., s.210.
[30] A. Negri ve M.Hardt, Labor of Dionysus. A critique of the state form. S.62.
[31] İbid., s.61.
[32] Negri’nin şu makalesine bkz., “Keynes and the capitalist theory of the state”, Labour of Dionysus içinde, 2. bölüm.
[33] Bkz, P. Virno’nun İtalya’da Sıcak Güz açıklaması.
[34] M. Foucault, ‘La societe disciplinaire en crise’, Dits et Ecrits  III. Cilt, s 532-533.
[35] M. Foucault, ‘About the concept of the ‘dangerous individual’ in 19C legal psychiatry’, Journal of law and psychiatry içinde, 1. cilt, 1978, s.1-18.
[36] Foucault’ta disiplinden kontrole geçiş anlayışına önemli bir katkı için bkz., A. Pandolfi, Tre studi su Foucault, Terzo Millennio Edizioni, Napoli 2000, 2. bölüm.
[37] ‘Fabrikalar bireyleri idarenin  her bileşenini bir  kitle dahilinde  kolayca gözetleyebilmesine uygun bir insanlar topluluğu halinde şekillendirdi ve bu yüzden sendikalar  kitlesel direnişi harekete geçirebildi; ama işletmeler sürekli olarak sağlıklı bir rekabet ve harika bir motivasyon gibi sunulan ve bireyleri birbirleriyle karşı karşıya getiren, kendini onların herbirinde tesis eden ve her birini kendi içinde bölen amansız bir çekişmeyi sokar. Devlet eğitim sistemi bile “sonuçlara göre ödeme” ilkesini gözden geçirmekte;tam da işletmenin fabrikanın yerini alması gibi, okulun yerini süreğen eğitim ve sınavların yerini  değrlendirme (kontrol) alıyor. Bu eğitimi bir işletmeye dönüştürmenin en güvenilir yoludur. Disiplin toplumlarında daima yeni baştan başlıyordunuz (okuldan barakaya, barakadan fabrikaya gitttiğiniz gibi), oysa kontrol toplumlarında  bir şeyi-işi, eğitimi, tekil bir kiplenimin, bir çeşit evrensel başkalaşımın  yarı kararlı hallerinin birlikte varoluşu olan askerlik hizmetini- asla bitirmezsiniz’, G. Deleuze, ‘Postcript on control societes’, Negotiations içinde, 1972-1990. Columbia University Press, New York 1990. s. 179 (http://textz.gnutenverg.net/textz/deleuze_gilles_postcript_on_the_societes_of_control.txt).
[38] ‘İmparatorluk kendi iktidarına dayanarak değil, iktidarı adalet ve barışın hizmetindeymiş gibi gösterme yeteneği temelinde şekillenir. İmparatorluk kriz bölgesinde işler, müdahalenin müstesnalığı adına yeni bir polis hakkının yaratımı sözkonusudur.’ (A. Negri ve M. Hardt, Empire, s.29).
‘Savaşlar bundan böyle savunulması gereken bir egemen adına açılmaz; savaşlar herkesin varoluşu adına açılırlar; tüm nufuslar dirlik gereksinimi adına toptan bir katliam doğrultusunda harekete geçirilir: katliamlar hayati hale gelir.’ (M. Foucault, Will to knowledge, s.137). Bu hususta Foucault’un liberalizm  ve polis devleti konusundaki çalışmaları, ekonomi politiğin egemenlik paradigmasına girişini gözden geçirme yoluyla toprak koşulundan nüfus koşuluna geçişe işaret ettiği için son derece önemlidir; burada devletin rolü egemenden hükümete doğru değişime uğrar. Modern devletin hükümet olarak ortaya çıkması karşısında, “hakikatin barometresi” olma rolünü ona atfetme yoluyla yasanın meşruiyete bağlanması sorunu kendi üzerine yıkılır. Yasa egemenliğin  kurucu temelinden çok, ‘az’ın evrenselliği’ ya da ‘çoğun tekilliği’nin meşru savunusu olarak kendi işleyişi içinde egemenliğin son uğrağı olmalıdır. Bu hususta o sadece yordamsaldır. Modern politik rasyonalitenin özelliklerinden biri, hak ve idareyle, kanun ve nizamı ayırabileceğiniz ve birini diğerine karşı ortaya koyabileceğiniz şeklindeki keskin bir önvarsayımdır.  Devletin (yönetsel) meşruiyetinin bu ikisini uzlaştırma girişiminden geldiği ve yasanın devlet düzeniyle bütünleşmesine yalnızca bunun şekil verebileceği önesürülebilir. Foucault’un 17. yüzyıl siyasal tarihsel söylemi üzerine çalışması,  güvenlik, toprak ve nüfus konusunda College de France’deki derslerinin yanısıra, II faut defendre la societe, liberalizmin polisi nasıl hükümete indirgemeye çalıştığını gösterir. Smith’in görünmeyen elînin ana noktası, görünmezliğe bağlı olmasıdır. Hardt ve Negri bu özel süreci bir kaçınma politikasında varılan en yüksek nokta olarak görür: ‘postmodern liberal argümanda Devlet iktidarı Foucault’un disiplinsel paradigma tanımına göre kullanılmaz(…) Devlet iktidarı burada bağlama, arabuluculuk etme ve düzen sınırları içinde çatışan güçleri örgütleme çabasının kapsamı dahilinde sosyal özneleri tabi kılmave boyun eğdirmeyi içermez. Zayıf devlet böylesi bir taahhütten kaçınır: bu onun liberal politikalarını karakterize eden şeydir (…) liberal hoşgörü nosyonu, liberal-olmayan/bağnaz dışlama mekanizmasıyla mükemmel bir kararlılıkla örtüşür. Postmodern liberalizmin zayıf devleti gerçekte Alman polis bilimi geleneğinin bir rafinesi ve uzantısı olarak ortaya çıkar. Polis, soyutlama ve tecrit sistemini meydana getirmek için zorunludur: “Zayıf mavi çizgi”, kurallar sisteminde neyin girdi olarak benimseneceğinin sınırlarını koyar.(…)
Postmodern Poliseiwissenschaft (Polisbilimi) tarafından temsil edilen temel gelişme, toplumun artık içine sızılır ve bağlanmış olmayıp, ayrışmış ve kontrol edilir olmasıdır. Polis işlevi, denge mekanizması etrafında çatışmaların meydana gelmesini önleme yoluyla, edilgen bir toplum ya da edilgen bir toplum imajı yaratır ve sürdürür(…) bu durumda kaçınma yöntemi, etkili biçimde ve pratik sınırlar dahilinde sistemi potansiyel çatışmalar alanından soyutlayan ve randımanlı, güdümlü bir  toplum tertibiyla uyumlu bir sisteme imkan tanıyan postmodern bir Poliseiwissenchaft’a ulaşır.’ A. Negri ve M. Hardt, Labour of Dionysus, s.237.
[39] Politik sınıf örgütlenmesinin profesyonel işçiye bağlılığı için bkz., Z. Bauman, Memories of class. The Pre-History and After-Life of Class. Routledge, London, 1982.
[40] Karl Marx, Theories of Surplus Value 1. Cilt, Progress Publishers, Moscow, 1969, s. 152. Ayrıca bkz., Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları (Kapital 1. Cilt’e Önsöz, 1038-1049. Kuramsal ölçekte Marks, Adam Smith’in üretken ve üretken olmayan emek tanımdan yola çıkar. Marks’a göre üretken ve üretken-olmayan emek arasındaki eleştirel ayrım, ilkinin doğrudan sermayeyle mübadele edilmesi ve ücretle ödenmiş olandan daha fazla iş zamanı (emek süresi) kazancı sağlamasıdır, oysa üretken-olmayan emek devlet geliri –yani kapitalistlerin karları dışında) mübadele edilir. Değer üretmekten çok onu tüketir. Ayrıca bkz., Grundrisse, s.273.
[41] Marks’ın, ücret biçimin tüm sosyal etkinliğe yayılmasıya örtüşen maddi-olmayan emeğin tedrici ortaya çıkışını bizzat irdelediği belirtilmeli. Ama kritik biçimde Marks en önemli keşfi  olarak gördüğü şeyi-emeğin  çifte karakterinin tanımlanmasını-(değer üreten emek olarak) üretken çalışmaya özgü olan soyut emeğe indirger. Marks’a göre değer üreten emek daima soyut emektir ve değer çalışmanın bütünselliğinden dolayı üretilir, onun değer değil ama kullanmım değeri üreten bireysel somut üretimlerinden dolayı değil. Bununla birlikte, “sonradan sermayenin hükmü altında emeğin bütünsel kapsanması ya da özgül bir kapitalist üretim tarzının gelişimi sebebiyle, o bireysel işçi değil ama giderek bütün emek sürecinin fiili memuru haline gelen sosyal olarak birleşik bir güçtür ve bütün üretkenlik makinesini şekillendiren ve onunla rekabet eden çeşitli emek yetileri son derece zengin bir çeşitlilik haliyle dolaylı meta/ürün oluşum sürecine ortak olurlar: biri daha çok eliyle, diğer daha çok kafasıyla çalışır: biri ‘idareci’, mühendis, teknoloji uzmanı vs. olarak, diğeri ustabaşı ve bir üçüncüsü doğrudan zanaatkar, yada  sadece kol işçisi sıfatıyla çalışır.” (Value Studies by Marx, s.134).
[42] faire mourir-laisser vivre/faire vivre-rejeter dans la mort. In M. Foucault, Will to Knowledge. s. 138
[43] M. Foucault The will to knowledge. Penguin Books, London 1998.
[44] Hardt ve Negri’nin Foucaut’ta öznellik ve direniş konusundaki görüşleri için bkz., Insurgencies, s.27-28.
[45] Negri, A. ‘Back to the future’. J. Bosma, P. van Mourik Broekman, T. Byfield, M. Fuller, G. Lovink, D. McCarty, P. Schultz, F. Stalder, M. Wark, F. Wilding (eds)   Read me! Filtered by Nettime içinde, Ascii culture and the revenge of knowledge. Autonomedia, New York, p. 182.
[46] Karşılaştır, Jameson: “Sermayenin ve Birinci Dünya İktidarının dünya’nın yer yanında gerileme halinde olduğu bir dönem olarak tasavvur edilen 60’lı yıllar,aynen sermayenin tam anlamıyla dinamik ve yenilikçi bir gelişme dönemi olarak kavramsallaştırılabilir.” Frederic Jameson: Periodising the 60’s; s. 186 Syntax of History (1984 yazımı) 1.Cilt, Ideologies of Theory.
[47] A. Negri, ’20 Theses on Marx’, S. Makdisi, C. Casarino ve R. E. Karl (eds), Marxism beyond marxism. Routledge, New York, 1996, s.56.
[48] Bu emek biçiminin önemi, ekonomi politikasının inşasından sorumlu olanlarca kabul edilir. Marazzi kapitalist üretkenliği maksimize etmedeki rolünün yeniden yapılanmasında Birleşik Devletler Clinton yönetiminin üstlendiği politik değişimlere ilişkin makro ekonomik açıdan onun anlamlı bir analizini yapar. Diğerlerinin yanısıra, Robert Reich (the works of nations’un yazarı ve Clinton hükümeti döneminde çalışma bakanı) ve Paul Romer’in çalışmalarını gözden geçirir. Yeni global düzende maddi-olmayan emeğe yalnızca ekonomik değil, öncelikle politik sebeplerle yatırım yapma gerekliliğini vurgulayan özellikle Reich’dir: “uzun dönemde maddi-olmayan emek ürünleri her ülkenin canalıcı malvarlığıdır: bilimsel ve teknolojik araştırma, işgücünün eğitimi, yönetim geliştirme, iletişim, elektronik finans şebekeleri. Düşünsel emek evreninde, araştırmacıları, mühendisleri, bilgisayar bilimcileri, hukukçuları, bazı yaratıcı saymanlıkları, yönetim müşavirlerini, mali danışmanları, siyaset yazarlarını, gazeticiler ve üniversite profesörlerini buluruz. Bu ‘tabaka’, taylorist türde tüm etkinliklerin -düşük-maliyetli işgücü olan ülkelerde yeniden üretmenin kolay olduğu yinelenemeli ve yürütücü etkinliklerin- zayıflama sürecini hızlandırmaya yöneltiliyor;  halka yönelik hizmetler güçlü bir hizmet sektörü olan bir toplumda hala önemli olsa da-Reich’a göre değer yaratan faaliyetler olmadıkları için-maddi sübvansiyonlardan faydalanamaz. Ekonomistlerin akılyürütmesi azçok buna benzer: ekonominin küreselleşmesi, bundan böyle sermayeyi üretim araçlarının ulusal bileşimine sahip olmaya sevkeden bir ekonomiye imkan vermez. Örneğin bir Ford, dünya etrafına yayılmış, iletişimin etkili ve üretken olduğu varsayılan küresel  web içinde planlanmış parçalı ve birleşik faaliyetlerin bir ürünüdür. Bu üretim sürecinden çıkan  otomobil,  farklı ülkelerde, çokuluslu mülkiyeti olan bir sermayeyle üretilmiş parçaların bir bileşimidir. Bununla birlikte sermaye mülkiyetinin (yani üretim araçlarının, sabit sermayenin) ulussuzlaşmasının bir neticesi olarak kaybolan şey, maddi-olmayan emek mülkiyeti ve üretim bilgisinin kontrolu düzeyinde telafi edilir. Fiziksel maddi sermayenin ulussuzlaşması, bilginin uluslaşması ve onun düzenlenmesindeki hükümranlık aracılığıyla dengelenir. ‘Amerika’lıları dinlemek, Amerikan bilgisinin fiyatını saptamak demektir bundan böyle.’ Reich’in akılyürütmesine göre ulusallık, daha fazla değer yaratan faaliyetlere-yani post-fordist üretim tarzını nitelendiren maddi-olmayan faaliyetlere- stratejik bir yatırım sayesinde yeniden kazanılır.  Maddi olmayan etkinlik tarafından üretilen gelir, vasıfsız Amerikan işgücünün işsizliğini altetmek için millileştirilmeli, dünya’nın kalanına göre Amerika’nın karşılıklı üstünlüğüne (gelişmekte olan ülkelerle rekabet) ket vurmaksızın, çalışan yoksul lesimlerle vasıflı emek arasındaki gelir dengesizliği azaltılmalıdır. Amarikan saltanatı bir dayanışma tutkalı olarak iş görmeli: rakip ülkelerle kıyaslandığında maddi-olmayan emeğin niteliği ve muazzam üretkenliğiyle üretilen muazzam servet, niteliksiz ve altta kalan Amerika’ıların  ağır yaşam koşullarını hafifletmek için mali bir araç sağlar.’ (C. Marazzi, II posto dei calzini. La svolta linguistica dell’economia e I suoi effeti sulla politicia. Bollati Boringhieri, Torino 19999, s. 90-91).
[49] Empire, s.289.
[50] M. Lazzarato, ‘Immaterial labour’, P. Virno ve M. Hardt (eds), Radical Thought in Italy içinde. A potential politics. University of Minnesota Press, Minnepolis 1996, s. 132.
[51] Ibid., s.143.
[52] M. Hardt, ‘Affective Labour’, boundary 2, 26, no.2 (Yaz 1999).
52a A. Negri, ‘Value and Affect’, boundary 2, 26, no.2 (Yaz 1999). Negri  burada, toplumsal olarak gerekli emek zamanı nosyonunun, önceden varolan sosyal tüketim ve yaşam standardı normlarına işaret ettiği şeklinde ilginç bir noktaya varır. Bu yüzden sermayeye içselken, sözkonusu ölçü-ölçüden öte üstünkörü hale gelir.  Bir playstation ya da bir tv’nin ne zaman zorunlu bir yaşam koşuluna geldiğini ve bu sınırlarda ihtiyaçların miktarını nasıl belirleyebileceğimizi sorabilirdik.
[53] Maddi-olmayan işçiler konusunda bkz., Derive Approdi, Immaterial workers of the world, Anno VIII, n. 18 Primavera 1999.
[54] “Emperyal toplumda gösteri sanal bir mekan ya da daha doğrusu politikanın bir yok-mekanıdır. Gösteri, içeriyi dışardan, doğalı sosyalden, özeli kamusaldan ayırmanın imkansız olacağı şekilde birleşik ve yayılmıştır. Liberal kamusal nosyonu, başkalarının görünüşü içinde hareket ettiğimiz dış mekan, hem genelleştirildi (çünkü artık başkalarının bakışı altındayız ve emniyet kameralarıyla izleniyoruz) hem de sanal gösteri mekanları içinde yüceltildi ya da gerçek-dışılaştırıldı.’ A. Negri ve M. Hardt, Empire, s. 188-189.
[55] G.Debord, The Society of the spectacle, Zone Books, New York, 1995.
[56] A. Negri ve M. Hardt, Empire, s.332.
[57] Ama bu noktada gösteri vardır ve bir ayrışma, yukardan ya da sosyal bağın dışında üretilen bir güç olarak Debord tarafından kuramlaştırılır. Ayrışma olgusu, bir yanda gerçekliğe, diğer yanda imaja doğru yarılmış olan küresel sosyal praksisin ve dünya’nın birliğinin ayrışmaz bir parçasıdır. Gösterinin özerkliğine meydan okuyan sosyal pratik, gösterinin tabi olduğu gerçek bir bütünselliktir de. Ama gösteri bu bütünsellikte okadar derin bir yarıktır ki, görünürde onun amacı gibi ortaya çıkabilir. Gösterinin dili, başat üretim örgütlenmesi ve aynı zamanda bu örgütlenmenin en son ürünleri olan göstergelerden oluşur. Hegel’ci sorunsal herkesin görmesi için ortaya çıkar… ‘Gösteri ya optik dünyanın incelikli bir çarpıtması ya da imajları kitlesel bir yayma teknolojisinin ürünü olarak anlaşılamaz. O fazlasıyla gerçekleşmiş, maddi alana çevrilmiş bir Weltanschauung (dünya görüşü), nesnel güce dönüşmüş bir dünya görüşü olarak görülür.’
[58] ‘Girişimcilik şimdi yalnızca ticari faaliyeti değil ama kentsel yönetişim, resmi olmayan iş alanlarının gelişmesi, emek pazarı örgütlenmesi, araştırma ve geliştirme gibi çeşitli yaşam alanlarını karakterize diyor ve akademik, yazınsal ve sanatsal yaşamın alt köşelerine olabildiğince ulaştı(…) o sebeple kollektif eylem  daha da güçleştirildiği ölçüde-aslında kesin amaç bunu sağlamak için geliştirilmiş bir emek kontrolune güç sağlamaktı- dal budak salan bir bireycilik Fordizmden esnek emeğe geçiş için yeterli olmsa da zorunlu bir koşul olarak yereder. Ama Simmel’in (1978) uzun süre önce belirttiği gibi, istikrarlı değerleri özleyen böylesi ekonomik güvensizlik ve fragmanlaşma dönemleri, aile, din, devlet gibi temel otorite kurumları üzerindeki vurgunun artmasına yolaçar.’ David Harvey, the condition of postmodernity, Blackwell, Cambridge MA, 1990, 171.
[59] Chantal Mouffe  şunları söylüyor: “radikal demokrasi,  gerçekte farklılığı-özeli, çoklu heterojeniyi-, soyutluğu içinde İnsan kavramı aracılığıyla dışladığımız herşeyi onaylamamızı talep eder. Evrensellik yadsınmaz ama partikülarize edilir.” Bu ölçüde modernite içindeki demokratik geleneğin bir derinleşmesini kapsadığı sonucu çıkar. A. Ross (ed), Universl Abandon? The politics of postmodernizm. Edinburg University Press, Edinburg, 1989.
[60] “Sivil toplum içindeki YTH’ler (Yeni Toplumsal hareketler), kimlik mücadelelerinden uzaklaştıkları ve  topluluk gibi demokratik politikanın daha kapsayıcı biçimlerine hareket ettikleri için politik yeğinliği artıran farklı bir praksis formları dizisini sergilerler ve bu da onların YTH’le uyarınca  kendilerini yürürlükten kaldırması sorununu  doğurur.
[61] Bu konuda ayıca bkz., Foucault’un eçcinsellik, gay hakları hareketi ve kurumsallaştırmanın tehlikelerine müdahaleleri, P. Rabinow (ed), Michel Foucault. Ethics. Essential Works of Foucault 1954-1984. 1. Cilt, Penguin Books, London, 2000. s. 157-73.
[62] .Jameson, ‘periodising the 60s’, The ideologies of theory, 2. Cilt., Routledge, London, 1988. s. 181.
[63] Ibidem.
[64] A. Negri ve M. Hardt, Empire, s. 53.
[65] Çokluk Negri’de eksik kuramlaştırılır, ama onu yasadışı güç niteliğinde bir dışsallık olarak yadsıyan her türlü otoriteye karşı çokluk, hayatı canlandırma ve yeniden temellük etme adına kuşaksal bir mücadele biçimi olarak bugün boy göstermesine tanıklık ettiğimiz çeşitli, merkezsiz, yaygın ve belirleyeci öznelliklerin eğreti bir gösterimini temsil eder.
[66] ‘Moderniteye özgü iktidar teorilerinin aşkın, yani üretken ve toplumsal ilişkilere dışsal saymak zorunda kaldığı şey burda içeride, üretken ve sosyal ilişkilere içkin olarak şekillenir. Arabuluculuk üretim makinesi içinde soğurulur. Toplumsal mekanın politik sentezi iletişim alanında sabitlenir. Bu nedenle iletişim endüstrileri böylesi bir merkezi konumu üstlendi. Onlar yalnızca üretimi yeni bir ölçekte düzenleyip, küresel alana uygun yeni bir yapıyı dayatmakla kalmıyor, aynı zamanda onun içkin savunusunu/gerekçelenmesini üretiyor. Üretici ve düzenleyici sıfatıyla iktidar, bir otorite sıfatıyla kendini ifade eder ve konuşur. Dil iletişim kurduğu gibi metaları ama ayrıca öznellikler de üretir, onları ilişkiye sokar, onlara buyurur. İletişim endüstrileri biyopolitik yapı içinde hayaliyi ve semboliği bütünleştirir, ama onları yalnızca iktidarın hizmetine sokmayıp, fiilen onun işleyişine katar.(…)  O iktidarın kendi otorite imgesini üreten bir faildir. Bu kendinden başka hiçbir şeye dayanmayan ve kendini-doğrulama ekseninde kendi dilini geliştirme yoluyla durmaksızın yeniden önerilen bir meşrulaştırma biçimidir.’ A. Negri ve M. Hardt, Empire, s. 33.
[67] Liberalizmin Habermas ve Rawls  versiyonları ve müzakereye dayalı etik olarak söylem etiğiyle, rasyonel bir uzlaşmaya varmayı amaçlayan  merkezi bir iletişim öznesi-öyle ki iletişimsel eylem politikayı onay’a göre sınırlar- Negri’deki buyruğun işlevi kavramına karşıdır.
[68] Haklar-devleti ve sosyal devlet arasındaki farklılık: ilki özel ve bireysel çıkarlar arazisinda işler ve rakip iddiaların uyumlulaşmasını sağlayan bir garantör devlettir. Öte yanda sosyal devlet-ki burada emeğin sosyal gücü tüm yananlamlarıyla onun politik biçimine dayanır- farklı bir düzeyde etkilidir. O sınıf ilişkisini içselleştirir ve uygun biçimde planlar. Genel sosyal (kapitalist) çıkarın düzenleyicisi olarak hareket ettme hakkını        redddenleri baskı altına alır. Haklar devletinin çelişkisi  özel çıkarlar ve rasyonel düzen-sermayenin pratikte verili birikim taleplerine cevaz veremediği bir düzen-olma çelişkisidir. Bu anlamda yasa daha çok soyut (oysa sosyal devlette pragmatiktir) ve resmiydi ve onunla örtüşen liberal politik teori içinde dile geldi (sosyal gerçekliğe ilişkin önceden, tayin edilmiş gerçekler bağlamında haklar problemi). Sosyal devlet girişiminde özgürlük ve eşitlik gibi haklar devletinin çoğu ögesi toplumsallıkla bağdaştığı sürece sürdürülür.
[69] F. Berardi (Bifo) La Fabbrica dell’infelicita’da maddi olmayan işçilerin insanlık durumunu tasvir eder. New economy e movimento del cognitariato, Derive-Approdi, Roma, 2001. ‘Deprasyon, disiplinsel davranış yönetim modeli, sosyal sınıflara ve cinsiyetlere bir yazgı tayin eden yasalara riayet ve otorite kuralları, normların her bireyin kendini kendisi olmaya zorlayan bir bireysel insiyatife kışkırtması karşısında dağıldığı zaman ortaya çıkmaya başlar. Bu normativitiden dolayı yaşamımızın tüm sorumluluğu bize geçirilir. Böylece deprasyon kendisini eksiklik/yetersizlik duygusunun üstün geldiği bir sorumluluk hastalığı olarak gösterir. Deprese değer bir problemi olan değildir; o kendisi olmak zorunda kaldığı için bitkindir’, buradaki gönderme Alain Ehrenberg’e, La fatigue d’etre soi (s.10).
[70] M. Lazzarato ‘Immaterial Labour’,  P. Virno ve M. Hardt (eds) Radical Thought in Italy. A potential politics içinde,University of Minnesota Press, Minneapolis, 1996
[71] ‘Bazı anlamlı makro ekonomik etkiler sermayenin küresel disiplin paradigmasıyla yürürlüğe soktuğu yeni hareketlilikten çıkar. Nüfusların hareketliliği ulusal piyasaların (özellikle ulusal işgücü piyasalarının) idaresini giderek zorlaştırır. Kapitalist hükümranlığın uygun alanı artık ulusal sınırlar ya da geleneksel uluslararası sınırlarla çizilmez. İş ya da sağlık gibi sebeplerle Birinci Dünya’ya gitmek için Üçüncü Dünya’yı terkeden işçiler, iki dünya arasındaki sınırların altını oymaya katkıda bulunur. Üçüncü Dünya gerçekte dünya pazarının birleşme sürecinde yoktur ama Birinci Dünya’ya girer ve kendisini merkezde durmaksızın üretilen ve yeniden üretilen bir getto, gecekondu bölgesi ya da bir varoş olarak kurar. Birinci Dünya Üçüncü Dünya’ya borsa ve bankalar, ulusaşırı şirketler ve çivi gibi gökdelenler halinde transfer edilir.’ A. Negri ve M. Hardt, Empire, s. 253-254.
[72] İmparatorluk’ta, STÖ’lerin yaşamın savunusu açısından biyopolitik topolojide nasıl çalıştığı konusunda bir tartışma için bkz., s. 35-37 ve 312-313.
[73] Negri’nin  isyan içinde kurumlaşmış kurucu iktidar görüşünün yararlı bir eleştirisi için bkz., Warren Montag, Historical Materialism, içinde, No.8
[74] Bu çapraşık ve sorunsal bir tezdir: bkz., Empire 3.2., ayrıca Labour of Dionysus 269-272. Postmodern devletin paradoksu, sivil toplumun yalnızca politik biçimde görünür olduğu, yani her sosyal gücün feshedildiği ve yalnızca devlet biçimi içinde anlam bulmaya mecbur olduğu, modern liberal devletin kendi temsili demokratik ilkelerinin bir krizine uğrdığı keskin bir uğrağa bağlı olmasıdır.
“Partilerin sosyal arabuluculuğu vasıtasıyla politik temsil, toplum içinde (devletten farklı bir gerçeklik olarak) şekillenen, devlet kapsamında dikeyleşen ve (rasyonel idare mekanizmasından farklı bir gerçeklik olarak) seçkin bir politik kadroyu gözönünde tutması anlamında demode sayılır. Bu temsil tipi,toplumun sermayenin yönetimi altında kapsanmasının henüz tamamlanmadığı modern liberal topluma uygundu.” A. Negri ve M. Hardt, Labor of Dionysıs, s. 271.
[75] A.Negri, Notes on the evolution of the thought of the later Althusser (çev., Olga Vasile) s. 54
[76] Ibid., s.57.
76a ‘Eşsürem, bütünün yapısına ait farklı ögeler ve farklı yapılar arasında varolan özgül ilişkiler kavrayışından başka bir şey değildir; o organik bir bütünü, bir sistemi oluşturan bağımlılık ve eklemlenme ilişkilerinin bilgisidir. Eşsürem, Spinoza’daki anlamda  öncesiz ve sonrasızdır ya da kendi karmaşıklığının uygun  bilgisiyle karmaşık bir nesnenin uygun bilgisidir.’ L. Althusser, Reading Capital, Verso, London, 1997, s. 107.
[77] “Bir yöntem ya da araştırma kipi olarak yapısalcılık içerikten çok düzenlemeyi irdelediği ve dilbilimsel modelin önceliğini, anlamlı deneyimlerin şekillenmesinde dilin vedilbilimsel yapıların  hakimiyetini varsaydığı için biçimçidir. Toplumsal hayatın tüm düzey ve katmanları yalnızca dilleri ve  kendi kendilerini  bütünüyle dilbilime katı bir  benzerlik içide şekillendirdiği ölçüde düzenlenirler ve sistematiktirler. Giyim tazları ekonomik ilişkiler,bunların hepsi de ayrımlı algılamalara dayalı, mübadele ve dönüşüm kategorilerince yönlendirilen gösterge sistemleridirler.(…) Bu nedenle yapısalcılık özcü düşünceye karşı en esaslı tepkilerden biri, özün (ya da tözselin) yerine ilişkileri ve bütünüyle ilişkisel algılamaları koyma önerisi olarak görülebilir.” ‘Transformation of the image in Postmodernity’, F. Jameson, The cultural turn, Selected writings on the postmodern, 1983-1998. Verso, London, 1998.



Bibliyografya

L. Althusser, Reading capital. Verso, London, 1997.

G. Agamben, G. Homo sacer. Il potere sovrano e la nuda vita. Einaudi, Torino 1995.

C. Arthur’s ‘Against the logical historical method; dialectical derivation versus linear logic’,  F. Moseley & M. Campbell (eds) New investigations of Marxist method, Humanities Press, New Jersey 1997.

Z. Bauman, Memories of class. The Pre-History and After-Life of Class. Routledge, London, 1982.

J. Beasley- Murray “Ethics as post-political politics”, Reaserch and Sociey, No. 7 1994 pp 5-26.

F. Berardi La fabbrica dell’infelicita’. New economy e movimento del cognitariato. DeriveApprodi, Roma, 2001.

J. Bosma, P. van Mourik Broekman, T. Byfield, M. Fuller, G. Lovink, D. McCarty, P. Schultz, F. Stalder, M. Wark, F. Wilding (eds) Read me! Filtered by Nettime. Ascii culture and the revenge of knowledge. Autonomedia, New York, 1999.

P. Burke, The French historical revolution: the ‘Annales’ school, 1929-89. Polity Press, Cambridge, 1990.

H. Cleaver, Reading Capital politically. Anti/Theses Press, Leeds, 2000.

G. Debord, The society of the spectacle, Zone Books, New York, 1995.

http://textz.gnutenberg.net/textz/debord_guy_society_of_the_spectacle.txt

G. Deleuze & F. Guattari A thousand plateaus. Athlone Press, London 1988.

G. Deleuze negotiations. 1972-1990. Columbia University Press, New York 1990.

(http://textz.gnutenberg.net/textz/deleuze_gilles_postscript_on_the_societies_of_control.txt)

F. Dosse, History of structuralism, v. 1: The rising sign, 1945-1966. University of Minnesota Press, Minneapolis, 1997.

M. Foucault The will to knowledge. Penguin Books, London 1998.

M. Foucault, ‘La societe disciplinaire en crise’. In Dits et Ecrits vol III. 1976-1979 D.Defert, F. Ewald & J. Lagrange (eds), Gallimard, Paris, 1994

M. Foucault, ‘About the concept of the ‘dangerous individual’ in XIXth C legal psychiatry’, in the Journal of law and psychatry, vol. 1, 1978.

M. Foucault, What is Enlightenment?, in The Foucault Reader, 1984.

http://textz.gnutenberg.net/textz/foucault_michel_what_is_enlightenment.txt

M. Hardt,’ Affective Labour’, in boundary2, 26, no. 2 (Summer 1999).

D. Harvey, The condition of postmodernity, Blackwell, Cambridge MA, 1990.

G. W. Hegel, Logic, tranlsated by W. Wallace, Oxford University Press, Oxford, 1975.

G. W. F. Hegel, Phenomenology of Spirit, Oxford University Press, Oxford, 1977.

F. Jameson, The cultural turn, Selected writings on the postmodern, 1983-1998. Verso, London, 1998.

F. Jameson, Postmodernism, or, the cultural logic of late capitalism. Duke University Press, Durham, 1991.

A. Kaplan (ed) Postmodernism and its discontent,

M. A. Lebowitz, Beyond capital: Marx's political economy of the working class. Macmillan, Basingstoke, 1992.

S. Makdisi, C. Casarino & R. E. Karl (eds) Marxism beyond marxism. Routledge, New York, 1996.

C. Marazzi Il posto dei calzini. La svolta linguistica dell’economia e I suoi effetti sulla politica. Bollati Boringhieri, Torino 1999.

K. Marx, Grundrisse, Penguin, London, 1973.

K. Marx, Theories of Surplus Value Volume 1. Progress Publishers, Moscow, 1969.

A. Negri, Crisis of the crisis-state:http://www.geocities.com/cordobakaf/crisisa.html

A. Negri, Capitalist Domination and working class sabotage: http://www.geocities.com/cordobakaf/negri_sabotage.html

A. Negri, Archaeology and project: The mass worker and the social worker: http://www.geocities.com/cordobakaf/massworker.html

A. Negri, Marx beyond Marx, Lessons on the Grundrisse. Autonomedia, New York, 1991.

A. Negri, Revolution Retrieved. Selected writings on Marx, Keynes, Capitalist crisis & new social subjects. 1967-83. Volume I of the Red Notes Italy archive. Red Notes, London, 1988.

M. Hardt & A. Negri, The labour of Dionysus, University of Minnesota Press, Minneapolis, 1994.

A. Negri La costituzione del tempo. Orilogi del capital e liberazione comunista. Manifestolibri, Roma 1997.

A. Negri, Insurgencies. Constituent Power and the modern state, University of Minnesota Press, Minneapolis, 1999.

M. Hardt & A. Negri, Empire, Harvard University Press, Harvard, 2000.

http://textz.gnutenberg.net/textz/hardt_michael_negri_antonio_empire.txt

A. Negri Kairos, Alma Venus, Multitudo. Nove lezioni impartite a me stesso. Manifestolibri, Roma 2000.

A. Ross (ed), Universal Abandon? The politics of postmodernism. Edinburgh University Press, Edinburgh, 1989.

D. Schecter, Sovereign States or Political Communities. Civil society and contemporary politics. Manchester University Press, Manchester, 2000.

P. Virno & M. Hardt (eds) Radical Thought in Italy. A potential politics. University of Minnesota Press, Minneapolis 1996.

On immaterial labour: http://www.emery.archive.mcmail.com/public_html/immaterial/lazzarat.html

http://www.deriveapprodi.org/ind18.html.

http://www.deriveapprodi.org/rivista/12-13/negri12_13.html

On civil society and the state:

http://www.deriveapprodi.org/rivista/17/hardt17.html http://www.geocities.com/cordobakaf/crisisa.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder