Arianna Bove-Erik
Empson
Çev. Kutlu Tunca
Negri’nin felsefesi
aşkın-olmayan bir postmodern marksizmdir. Yazılarının çoğunda yolgösterici
ilke, egemen toplumsal üretim tarzına ait politikalarda kurucu iktidarın rolü
üzerindeki vurgudur. Negri “aşağı'dan iktidarı kuramlaştırır ve politika daima
kurulu iktidardaki değişimleri halkın yaratıcı, üretimsel ve oluşturucu iktidarının
sonucu olarak kavramaya uyarlanır.
Negri'nin düşünsel yeğinliklerinden
biri, sosyal biçim ve üretim ilişkileri üzerinde odaklaşırken, aynı anda bu
ilişkileri alternatif kavrayış biçimlerini−tam da birleştirildikleri kanonik
Hegelci Marksizm çerçevesi dışında− kütüklemesidir. İçkin iktidar ontolojisi
analitik olarak önsel bir felsefi irdelemeden türetilmeyip, hem toplumun özü
olan maddi iktidar ilişkilerini yeterince ifade eden kavramlar bulma, hem de bu
iktidar ilişkilerini tahrip edici maddi pratikler içinde işleyebilen kavramlar
yaratma amaçlı kavramsal bir yapısöküm ve yeniden yapılanmanın ürünüdür.
Bütünlüğü içinde Negri'nin katkısı bu hiyerarşiden felsefi bir sapma ve Spinoza
metafiziğiyle Nietzsche ve Deleuze felsefelerinden geçerek, Marks'ın sermaye
çözümlemesinin muazzam kavrayışlarıyla eleştirel bir diyaloğu -ki bu diyaloğun
kaynak çerçevesi Grundrisse
Marks'ıdır- sürdürmeye dayalı alternatif bir tasarımdır. Bu Marks, sosyal güç
üzerinde bir mücadele olarak düşünülen emek ve sermaye arasındaki ilişki
süreçlerini değiştirme eğilimindeki Marks'tır. Negri'nin politika ve teorisi
burada ve şimdi'ye bir müdahalenin konusudur ve oluşturucu etkinliğin gücünü şu
veya bu devlet ya da ekonomi politikadaki etkilerinden ayırmaya çalışan her
ayrıştırma politikasının aforozdurlar.
Negri'nin çalışması
1960'lar ve 70'lerde Fransız düşünsel haritasındaki kuramsal devrimlerle[1],
Spinoza ve Nietszche yönelimli entelektüel canlanışlarla derin bir yakınlığı
paylaşırken, Yeni Felsefeler'in karakteristiği olan mutlak bilgikuramsal
şüphecilik ve politik hüsran eğilimlerden kaçınır. Bugün ekonomik ve
politik gerçekliklerin yeni bir dönemselleşmesini ifade eden her teorinin bir tanımı
olarak genelleşmiş postmodernizm, Negri tarafından toplumsal özgürleşme
olanağının yeni koşullarını tanımlamak amacıyla benimsenir. Kendi başına bir
amaç olarak kategorileri yapısöküm biçimi ipebağlı bir topla oynayan kedinin
dolanımlarını çağrıştıran politik postmodernizmlerin jouissance'si ve basmakalıplığıyla
bir ilişkisi yoktur.[2] Negri'nin düşüncesindeki
postmodern öge, bu katışıksız karmaşayı çözmeye yönelik bir girişim olarak
düşünülmemeli. Aksine postmodernizm, üretim güçleri ve ilişkilerinin yeni bir
yapılanmasına, Haravey'in[3] ya da
Jameson'un[4]
kullandığı anlamda yeni bir toplum aşaması ya da onun koşulunu tanımlamaya
işaret eder. Bu dünyaya uygun bir kavramlar topluluğu, rastlantısal
maddeciliğin kavramları, diyalektik temsilleri infilak etmiş farklı bir
yeniden-yönelimli içeriğin maddi ifadeleridirler. Burada göstermek istediğimiz,
bu içeriğin iktidarın maddiliğiyle bağlantılı bir içerik olduğu.
Bizim argümanımız,
iktidar kavramı ve onun kuramsallaşmasının daima tarihsel bir gerçeklik olduğu
için ‘mevcuda ait’liğini ifade eder.[5] Ama
ayrıca iktidar ilişkileri ve mücadelelerindeki çatışma içkin şekilde, yani
burada ve şimdinin konusu olarak değerlendirilmeli. ‘Antagonizmanın Umwelt’i (çevresi)[6] dışsal
bildirimler ideolojisine, yaşamın eşanlılığı ve tarihin ardışıklığı
çatışkısına, yerdeğiştirme ve yenilenme görüşlerine itiraz eder. Otorite olarak
İktidar (potestas) -kuşakların sayısız geleneğiyle desteklenmesine karşın-
yalnızca mevcut vasıtasıyla gerçekleştiği için iktidardır.
Bütünsel Kapsama
Dışarının
içselleştirilmesi ve sermayenin tüm üretken biçimlere mutlak tahakkümü,
Negri'nin Marks'ın biçimsel ve gerçek kapsama konulu tartışmasında bir açılım gördüğü
ve bizim bütünsel kapsama nosyonuyla anladığımız şeydir.[7]
Bütünsel kapsama Negri'nin argümanı açısından önemlidir, çünkü bu iki yaklaşımı
birleştirir: mevcudun soykütüğü[8] ve
içkin maddeci bir ontoloji. Yapısökücü pratiği paradoksal biçimde toplumsal'daki
bir öte-değişim varsayımına dayalı diğer postmodern teorilerle birçok
benzerliği olduğunu kabul ettiğimiz halde, Negri'nin argümanının bu
yaklaşımlardan radikal ölçüde farklı olduğunu, çünkü 'değişim'in onu önceleyen
ve üreten süreçlerin tutarlı bir çözümlemesiyle anlaşıldığını öne sürüyoruz.
Değişimin nedenleri olarak teknolojik gelişme ve yenilikleri kuramlaştırmak
yerine, toplum içindeki merkezi dinamik-Negri'nin analizindeki kızıl çizgi-
halkın yaratıcı etkinliği ve etkililiğiyle, karşılığında onun gücünün
(potentia) besleyen ve sınırlayan düzenleyici mekanizmalar arasındaki çelişki
ve mücadelenin gelişimi olarak anlaşılır. Bu anlamda ve paradigmatik değişimin
teknolojist ve kültürcü versiyonlarına aykırı biçimde, Negri'nin çözümlemesi
onu temel ilkeleri dolayımında politik olarak kavrar.
Sermayenin mutlak
tahakkümü olarak bütünsel kapsama dışarının içselleşmesiyle örtüşür. Sömürmek
ve sömürgeleştirmek için sermayenin dışında bir alan kalmaması nedeniyle
sermaye genişlemesinin yeni yoğun bir biçim üstlenmesi gerekir. Bütünsel
kapsamanın anlamı, gerçekte içeri ve dışarı arasındaki bir diyalektiğin sona ermesidir.
Negri ve moderniteyi tamamlanmış bir proje gibi gören diğer düşünürler için,
doğa ve toplumsal ögeler bundan böyle özgün ve kamusal düzenin yapıntısından
bağımsız olarak ele alınmaz. Postmodern bir dünyada tüm olgular yapaydır ya da
dendiği gibi tarihin parçasıdırlar. Modern içeri ve dışarı diyalektiğinin
yerini, bir kerteler ve yeğinlikler, melezleşme ve yapaylıklar oyunu aldı.’[9]
Bu diyalektik açmazın
geçekliği, iktidar anlayışımızda radikal bir revizyonu provoke ettiği için
önemlidir. Negri'nin bütünsel kapsama kavramının en önemli noktası, onun
politik olarak düşünülmesidir. Bunu önce soyut düzeyde gözden geçirecek ve daha
sonra içkin bağlamını oluşturan iktidar eleştirisine yerleştirmeden önce
kavramın tarihsel pratiğini değerlendireceğiz.
Kızıl Çizgi
Marks'ın Kapital'i bir 'şey' olarak sermayenin
nesne-l-leştiriciliğine karşı bir argüman ve onun gerçekliğini insanlararası
bir ilişki olarak göstermek amacıyla bu görüngünün yapısöküme yönelik pozitif
bir deneme olduğu halde, ironik olan solun hakim bilinçliliğinde sermaye
kavramının ideolojik bir nesne-l-leştirmeye tabi olmasıdır. Sermaye yalnızca
ayrık, yabancı bir güç olarak ortaya çıkmakla kalmaz, bazı Marksizim’lerde bu sıfatla
ve ifade edici bir bütünsellik olarak sınıfın yerini alan ve onun perspektifini
benimsemeksizin iktidarı tanımlamanın imkansız olduğu neticesine vararak
kuramlaştırılır. Jameson'un postmodernizm kavramının tam da bu bütünleştirme
tipini gerçekleştirdiği öne sürüldü.[10]
Warren Montag'a göre Jameson'da sermayeye muhalefet edilebilecek bir alan
yoktur ve Jameson'un kültürcü çalışması, Hegel'de dünya’dan onun kusursuz
ayrımı ve kutsallığını korumaya çekilen Güzel ruhla[11]
kıyaslanır.
Belki Kapital'in ciddi
argümanlaştırma tarzı -Hegel'ci darstellung (açımlama) biçimindeki
sınırlayıcılığı- bir dereceye kadar bu kavrayışlara destek sağlar.[12]
Kapital, sermayenin kendi içinden ve kendi nesnesi olarak ortaya çıkan gelişme sürecinin
haritasını yapar.[13] Kapital'in bu yapısalcı
yorumunda kapitalistler ve işçiler ayrı ayrı sermaye ilişkilerinin 'memurları'
ya da 'taşıyıcıları'dırlar-geç-Marks'da bu okumayı destekleyen pek çok ifade
vardır. Grundrisse'nin tıkabasa dolu olduğu çekişme, mücadele, sınırlama ve
altetme diyalektiği, Kapital'in üçüncü cildinde görünürde boğucu bir
nesnelcilikle ortaya çıkar. Negri Grundrisse'den
destek alır. Grundrisse, 'herhangi
bir kategorik temellendirmede pratik antagonizmanın önceliğine' dayalıdır.[14]
Bildik bir havada söylense de (bkz. Cleaver[15],
Lebowitz[16]),
Negri'ye göre Kapital, sistemi
yukarı'dan, sermayenin kendi perspektifinden açıklamaya yönelik bir denemeyi
temsil eder. Bunu denkleştiren, aşağı'dan bir bakış açısının gerekliliği
üzerindeki politik vurgudur.[17]
Zaman zaman paralellikler olsa da, Negri'nin ortodoks Marksist düşünce
okullarına göre durduğu yer konusunda sorun yok. O değer'in toplumsal biçimi ve
onu yaratan emek biçimle ilgilidir. Ama değer biçimi bir sosyal öze bağlamak
yerine, Negri sürekli olarak değer yasasının nerede ve niçin krizde olduğunu,
emeğin yeni yapılanmalarını belirleyen ilişkiler kapsamındaki hareketleri tanımlamaya
çalışır. Negri'nin Marksizm'inin nesnesi, değer yasasını özsel bir gerçeklik
olarak tanımak değil, ama hem teori hem de pratikte onu sürekli yapısöküme tabi
tutmak oldu.[18]
Birçok postmoderniste
göre bu yapısöküm ekonomik çatışma etmeninden sosyal güce doğru bir uzaklaşmaya
yol açtı ya da yardımcı oldu. Oysa Negri'ye göre durum tam tersidir, çünkü
değer yasası, sermayenin ölçü aracılığıyla insan varlıklarını homojen basit
emeğe indirgemeye çalıştığı bir çatışma mevkidir.
Negri’yan politikayı
ifade eden emek üzerindeki bu vurgu ve onun değişen biçimlerine ilişkin
duyarlılık kendisini sermaye ilişkisi dışında ve onu aşacak bir özneye uygun özel
bir bakış statüsünde görmez. Yukardan bakış, gerek ekonomik nesnelcilik,
gerekse Frankurt Okulu’nun bütünsel metalaşma nosyonuyla olsun, öznelliği
sermaye ilişkisinden çıkarma eğilimindedir. Marks’ın
bizzat Kapital’de yaptığı bu yanlış -tam da Negri’nin Marks’ın değer teorisinin
bir değer ölçüm teorisi olduğunu önesürebildiği nokta- Lebowitz ve diğerlerinin
Marks’ı burjuva ekonomi politiğin kategorileriyle sorunlu bir uzlaşım yapmakla
itham etmeye götürdü.[19]
Hem modernistler hem de postmodernistlerin bütünsel kapsama gerçeğinden
çıkarttıkları vahiysel sonuçlar Negri’nin üretimi yeniden gözden geçirmesini
fazlasıyla anlamlı kılar.
Negriye
göre 1960’lardan bu yana sermayenin durdurak bilmeyen genişlemesi-kendi dışını
sömürgeleştirme itkisi -ona artan bir yeğinlik kazandırdı.[20]
Ama bu genişlemenin temeli sermayenin kendiyle içsel bir çatışkı içindedir,
çünkü sermayenin dışarıyı sömürgeleştirme gereksinimi, sermayenin emeğin
değerini düşürme girişimlerine ilişkin içerden bir direnişe yüklenebilir.
Diyebiliriz ki, dünya-tarihsel bir güncellik olarak ‘İmparatorluk’, kapitalist
sosyal gücün dışarıyı sömürgeleştirmeye yönelik tabi dürtüsü eksiksiz olduğunda ortaya çıkar. Bu eğilim
sermaye ilişkileri içinde çelişik ögelerle verilir: aşırı üretim/eksik tüketim
problemi, yani sermayenin işgücünün değerini düşürme gereksinmesinin, onun
ilişkisine içsel tüketiciler (ücretli emekçiler) arasında ürünlerine yönelik
talebi zayıflatmasının yolaçtığı gerilim.20a
Şüphesiz bu yeni bir problem değil ve bütün bir postmodern Marksizm söylemi bu
soruna bağlı durur. Ama Negri’nin argümanında çarpıcı olan, politikayı yüzüstü
bırakmaksızın bütünsel kapsamayı politik olarak ele alma yetisidir. Birçokları
için sermaye ilişkilerinin bütünleşmesi ya algılanan iktidarsızlık ve
yararsızlıkları karşısında anti-kapitalist politik görüşlerden vazgeçmeye ya da
çoğu kez bir kamusal alanın yeniden yaratılması veya tüketici tercihinin gücüne
dayalı şu ya da bu uzlaştırıcı politik projenin kutsanmasına neden olur.[21]
Negri’ye göre, tam tersine kapitalizmin bütünleşmesi komünizmi içkin bir
tarihsel olanak haline getirir.[22]
Bu nasıl böyle olabilir?
Yanıt
sermayenin sınıf mücadelesine rağmen genişlemeyip, doğrudan onun sonucu
olmasına dayalıdır. Negri’ye göre sermayenin yeniden yapılaşmasındaki her
gelişme onun sınıf mücadelesini kontrol altına alma/frenleme ihtiyacının bir
ürünüdür. Sermayenin yasaları daima kriz içindedir, çünkü özünde bu yasalar,
ihtiyaç ve arzuları daima dışsal bir tehdit olarak iktidar ve buyruğa tabi olan halka toplumsal
bir gücün dayatılmasına bağlıdır.[23]
Sermaye emek üzerinde aşkın bir kuvvet olarak saltanat hüküm sürmeyip, kendi değerlenmesini
sağlamak, değer yasasının krizini önlemek için toplum içinde sürekli bir
savaşım halindedir.
Kapitalist
üretim biçiminde (ve göreceğimiz gibi politik devlet biçimindeki) değişmeler
işçi sınıfıyla mücadele öncülüne dayalıdır; sömürme güdüsü ve teknik gelişme,
işçilerin iktidarı yıkıcı gücünü ve ücret mücadelesiyle ideolojik çatışmayı
etkisizleştirmeyi amaçlar.[24]
Bu manzume ‘işçi mücadelesi/kapitalist gelişme’ çiftiyle tanımlanır ve
diğerlerinin yanısıra Mario Tronti ve düzenleme okulunun kuramsal bir
çıkartımıydı.[25]
Çok
genel şema aşağıdaki belirleme düzenini önerir:
1.üretken
öznellik (potentia) 2.sömüren sınıfın yenilenmesi+otorite ve düzenleme olarak
politik biçim (devlet) 3.sınıf öznelliği. Ve tersine; 1.Sermaye (potestas) 2.emeği
savunma amaçlı muhalefet (politik örgütlenme)+muhalefeti bastıran politik biçim
3.sermayenin politik biçimi sömürgeleştirmesi-sınıf politikasını olumsuzlamak
için.25a
Bu
şema yardımcı olacağı kadar yanıltıcı da olabilir, ama-çoğu kez nesnel ya da
tarihsel maddecilik biçimindeki girişimlerin doğrudan bir sonucu olan- hümanist marksizm ve görüşaçısı teorisinin
dağılmasıyla geriye kalan bilgikuramsal perspektifçilik (ifade edici
bütünsellik) vakumunda sermaye ‘perspektifi’nin hatalı biçimde benimsenmesi
olarak gördüğümüz bütün bir konumlar çokluğundan farklı olarak Negri’yan
görüşün özgüllüğünü ortaya koymanın bir
aracını arıyoruz.[26]
Çünkü
Negri’nin ilk yazılarında ontolojik önceliği üretken çalışmaya, arzuya ve
kendini üreten ama ilişkisel özneye veren diyalaktik, moderniteye bir meydan okuma ya da alternatif olacaktı -‘maddecilik’
budur.[27]
Olabildiğince aşağıdan bir bakışaçısı içinde konumlanmış ve üretken öznelliğin
politik bağlantı noktasını görüntüleyen kendi yönergelerine bağlı biçimde
Negri’nin çalışması 1960’lardan günümüze kadar maddeciliğin bilinmeyen,
ötelenen ya da reddedilen bu yıkıcı güç harelerini haritalandırır.
Güncellik
dışı kuramlaştırma riskini önlemek için, şimdi temel işlersel kavramları sınıf
bileşimi[28]
ve devlet biçim olan aşağıdan sermaye ilişkisini değerlendirmenin çeşitli
tarihsel örneklemelerini gözden geçireceğiz.
Kapitalist
yeniden yapılaşma ve sınıfsal yeniden-bileşimin üç ana dönemi özetleniyor.
Belki de en iyi bilinen kitlesel işçi dönemidir ve bu dönem profesyonel
işçi/sanatçıyla öncelenen ve politik çözümünü ‘İmparatorluk’da bulmaya çalışan
post-Fordizmle yürürlükten kaldırılan Fordsit/Taylorist rejimle örtüşür. Marks’ın
emek ve sermaye çözümlemesi kitlesel işçi figürünün ortaya çıkış dönemine
tekabül eder.[29] Bu dönem
boyunca baş gösteren mücadeleler ‘toplumsal işçi’ figürünün ortaya çıkışına ve
‘kitlesel işçi’ kategorisinin –hem kuramsal olarak, hem de toplumsal alan içinde- yapısökümüne neden
olur. Tüm bu süreç 1960’larla kesişir ve düşlerini ya da kabuslarını bizim
ürettiğimiz iktidar mahallinde yaşayan bir kuşağa ulaşır.
Fordizm,
fabrika toplumu, disiplin, Devlet-biçim
Fabrika
toplumunun ortaya çıkışıyla politik ve ekonomik kuruluş arasındaki ayrım etkililiğini
yitirir. Hiçbir dolayımlama gerekmez, birikim onun kendi disiplinidir.
Sermayenin idari organı olan devlet sermayenin sınıf çıkarları lehine tek tek
kapitalistlerin doğrudan olumsuzlamasını temsil eder. O, ‘kollektif sermayenin
politik yasasını’ cisimleştirir. Sermaye genel çıkarla özdeş hale gelir.
‘Emek
demokrasisi’ ve ‘sosyal demokrasi’ burada ikamet eder: onlar kendini işçi
sınıfı olarak olumsuzlayan ve emek-gücü olarak kapitalist üretim yapıları
içinde kendini özerk biçimde yöneten bir emek biçim hipotezinden oluşur. Bu
noktada zaten tek tek kapitalistlerin özelci (sic!) ve egoist çıkarlarını
ortadan kaldırmış olan kapitalist sosyal çıkar, kendisini kapsayıcı nesnel
sosyal çıkar sıfatıyla yapılandırmaya girişir.[30]
Böylelikle
sosyalist ilkelerin anayasadaki savaş-sonrası devrimci ifadesi ilga edilir.
Fiilen örgütlü emek kapitalist sınıfın yeniden yapılanmasını kolaylaştırmaya
başlar.
Örgütlü
bir hareket olarak işçi sınıfı tamamen toplumun örgütlülüğü olan sermayenin
örgütlülüğü içindedir. Düsturları ve ideolojik-politik aygıtları bütünüyle
burjuva gelişmenin diyalektiği içinde konumlanmış ögelerdir.[31]
Sermayenin
toplumun ortak çıkarıyla özdeşleştiği noktada, sosyal fenomenoloji alanında bir
tersine dönme ortaya çıkar ve burada
emek bağıntısı sermayenin değerlenme kuvveti ve toplumun kendi temeli gibi
görünür.[32]
Bu durum-daha önce Marks’ın Gotha programının eleştirisinde ele aldığı, emeğin
tüm servetin kaynağı olması gibi Burjuva anayasasında ilke düzeyinde
desteklenen -Negri bunu reformizmin emek anayasacılığıyla bütünleşmesi olarak
tanımlar- sosyalist ilkelerin içerilmesiyle yansır. Bu nosyon 1960’lar ve
izleyen yıllarda fabrika rejimi Batı boyunca aşındırılırken tedrici biçimde
sökülür. Sendikaların ve Parti’nin despotluğuna karşı, sosyal demokrasi,
örgütlü emek ideolojisi ve onun mottosunu (Arbeit match frei/çalışmak özgürlük
verir) reddeden özerkliğin doğuşu ve direniş kültürlerinin yaratılmasına
tanıklık ederiz.[33]
Kontrol
toplumu, biyoiktidar ve maddi-olmayan emek
Disiplin
tekniklerinin istihdam edildiği geleneksel merkezler kriz içinde (sınıf, parti,
okul, çekirdek aile, ücretli emek).[34]
Disiplinsel rasyonalite halkı yönetmeyi amaçlayan daha etkili, ekonomik, ayrık
ve örtülü yordamlarla ikame ediliyor. Foucault’un analizinde bu durum 19.
yüzyılın ortasında Fransa’da sosyal güvenlik sisteminin ortaya çıkışıyla başlar.[35]
Bu sistem nüfusun güvenliğine ilişkin öngörüler altında yasallaşarak yürürlüğe
konan ve risk önlemeye dayalı bir kontrol biliminin önşekillenmesidir. Ayrıca
bu biyoiktidarın modern devletin işleyişi kapsamında bütünüyle etkili hale
geldiği bir dönemdir. Biyoiktidar kendisine nesne olarak yaşamı alır. Hardt ve
Negri’ye göre üretim yaşamın kendisini kapsadığı, ama toplum bir fabrikaya
(yayınık bir fabrikaya), aynı zamanda bir okul, hastane ve bir orduya dönüştüğü
için bütünsel kapsama biyopolitik üretim düzeyinde işler.[36]
Kontrol
bilimi (hastalar ya da doktorlarla değil)
öngörücü tıp sayesinde işler ve dolayısıyla toplumu patolojilerin
taşıyıcısı olan bireyler ve hastalıklar rezervi olarak elealır; tam de her
bireyin kendi yaşamı boyunca üretken kalmaya zorlandığı uzun bir öğrenim
hayatına tercüme edilen bir eğitim ve gözetimin/denetlemenin bir suç tanıklığı
değil ama tanıma, insan bedeni ve davranışını tarama ve veri-bankalarına sokma
amaçlı bir önleyici araç olarak kullanılması yoluyla. Kuşkulu davranışta
bulunan her birey bir suçluluğun taşıyıcısına dönüşür.[37]
Dışarı’nın sonu geleneksel disiplin kurumlarının krizi ve içselleştirme
mekanizmalarının yayınımıyla örtüşür: kendini sömürme, kendini rasyonelleştirme
ve sorumluluk içselleştirmesi tahakküm araçlarının daha etkili olmasını sağlar.[38]
Kontrol
toplumuna doğru bu hareket mücadele
alanının yeniden-bölgeselleşmesine de neden olur. Disiplin kurumlarının
çekilmesi ‘metrukiyet’ alanlarına, gettolara, mülteci kamplarına, sürekli bir
olağanüstü hale dayalı şekilde işleyen, çıplak hayatın hukuksuz bir
Polizeistaat (Polis devleti) idaresinin inayeti olduğu alanlar açar.
Fabrika
toplumu emek sömürüsünün Fordist mekanizmalarına tekabül ettiği ve emeği
homojenize ederek, profesyonel işçinin[39]
gücünü bastırdığı halde, kontrol toplumu-özel olarak Marks’ın kuramlaştırdığı-[40]
değer ve artık değer üreten yabancılaşmış emeğin esas özü olarak “üretken
emekçi”den uzaklaşmaya bir tepkidir ve onunla örtüşür.[41]
Biyoiktidar
antik ‘hayatı almak ya da yaşamaya izin
vermek’ hakkını, ‘hayatı besleme ya da
ölüm noktasına kadar onu reddetme’ gücüne çevirerek tarihe girdi.[42]
Foucault’un yazdığı gibi: “bu güç kapitlizmin gelişiminde sorunsuz zaruri bir
ögeydi; sonradan bedenlerin üretim makinesine kontrol edilmeksizin sokulması
olanaklı olmayacaktı.”[43]
Negri
ve Hardt Foucault’un analizinin bu yönünü daha ileri götürür[44]
ve biyopolitik üretimi post-Fordizm döneminde, tam da bu sürecin doruğa ulaştığı
noktada gözden geçirir. Beden sabit sermayedir. Emek bundan böyle sermaye
tarafından ‘istihdam’ edilmez. Emeğin araçları sosyal işbirliğinin zihin-makineleridir.[45]
Disiplin, iktidarı kurumlar içinde öznelliklerin üretkenliğiydi. Bir ‘yeri’
vardı. Şimdi bu kurumlar ve onlarla
birlikte temsil, müzakere ve yetkilendirme işlevi işlemez duruma geliyor.
Artık-iktidar tarafından bireyleşmiş-öznellikler sermayedir ve
değer-öznelliklerin üretimi olarak maddi-olmayan duygusal emeğin önemi bundan
dolayıdır.
Bu
yeni emek rejimiyle birlikte işçi sınıfı kendi temsilcilerinin çabası sayesine
Fordist işçinin ayrıcalıklı sektörünü yıkar ve yeni öznellik biçimleri ve
farklı bir sınıf bileşimine destek sağlar. Negri toplumsal işçiye doğru
hareketi dönemselleştirme konusunda kararlıdır. Onu 1968’e yerleştirmesi olayın
önemi ve gerçekliği konusundaki görüşünün direşken politik boyutunu gösterir.[46]
Bize göre 1970’ler bu geçişin sahnelendiği oldukça kanlı bir dönemi işaretledi.
Etkin emekgücüne karşın kriz devleti süreğen bir gerçeklik olarak bu dönemde merkezileşti.
Ama belki de daha temel olan fabrika dışı mücadelelerin doğuşudur ve özneler
işgücüne indirgenmelerine karşı direnirken bu devletin disiplin (artık kontrol)
aygıtından doğrudan öznelliğin üretimi aygıtına doğru yayılmasıyla açığa
vuruldu.
‘Ait
olduğu yerin bir bölge (toprak) olmasında olduğu gibi, proleteryanın bileşimi
sosyaldir; emeğin özü açısından o tamamen soyut, maddi-olmayan, entelektüel,
biçimi açısından hareketli ve çokdeğerlidir.’[47]
Maddi
olmayan emek kavramı Hardt ve Negri’nin eknominin postmodern enformatikleşmesi
adlandırmasını beraberinde getiren emeğin niteliğindeki değişimlerin bir sonucu
olarak kuramlaştırılır. İtalyan Operaismo geleneği maddi olmayan emek nosyonunu
Fordist üretimden, bir ürünün üretilmesinden önce satılmasını gerektiren yalın
üretime (ya da Toyotizme) geçişine bağlar. Bu modelin girişine uygun ana
gereksinim, üretim ve tüketim arasında, fabrikalar ve pazarlar arasında bir
iletişim sisteminin kurulmasıdır. Endüstriyle ilgili maddi olmayan emek türü
öncelikle veri iletimini gerektirir ve artan sermaye oranının, emeğin giderek gelişen
ussal doğasıyla örtüşerek, iletişimsel tekniklerin artan gücüne yatırılmasını
gerektirir. Hardt ve Negri endüstride hizmet sektörünün gelişiminden tam da bu
anlamda sözeder. Hizmet sektörünün kendisi, daha bilgi-yoğun olan işlerle
ilişkilidir.[48]
Robert
Reich bilgisayar ve iletişim çalışmasıyla ilgili maddi-olmayan emeği
“sembolik-analitik hizmetler”-problem çözme, problem tanılama ve stratejik
aracılık faaliyetlerini kapsayan işler- olarak adlandırır. Bu emek tipi en
yüksek değeri talep eder ve bu nedenle Reich onu yeni küresel ekonomide
rekabetin anahtarı statüsünde tanımlar. Ama bilgi-temelli ve yaratıcı nitelikli sembolik
işleme dayalı işlerdeki artışın, veri-girişi, sözcük-işleme gibi düşük değerli
ve az beceri isteyen rutin işlerde uygun bir artışı gerektirdiğini kabul
eder. Burada maddi-olmayan üretim alanı
içinde temel bir işbölümü ortaya çıkmaya başlar.[49]
Maddi
olmayan emek emeğin iki farklı boyutuna işaret eder.
‘Meta’nın
bilgilendirici içeriğine gelince’, o doğrudan endüstri ve hizmet
sektörlerindeki büyük şirketlerde işçilerin emek süreçlerinde meydana gelen
değişimlere işaret eder ve bu arada doğrudan emekle ilişkili beceriler, giderek
artan şekilde sibernetik ve bilgisayar kontrolünü-yatay ve dikey iletişimi-
kapsayan becerilerdir.
Meta’nın
‘kültürel içeriği’ni üreten etkinlikler sözkonusu olduğunda, maddi-olmayan emek
normalde ‘iş’ olarak kabul edilmeyen bir etkinlikler dizisini kapsar-kültürel
ve sanatsal standartları, modaları, beğenileri, tüketici normlarını ve daha
stratejik olarak kamuoyunu tanımlama ve tespit etmeyi kapsayan etkinlikler.[50]
Maddi
olmayan emeğin doğrudan sermaye ilişkisini ürettiği görüşü -maddi emek
nedeniyle bu gizliydi- sermayenin fenomenolojisini ve sosyal gücünün özünü
değiştirir. Maddi-olmayan işçiler öncelikle öznelliğin üreticileridirler.
‘Eğer
bugün üretim doğrudan bir sosyal ilişkinin üretimiyse, bu durumda maddi-olmayan
emeğin hammaddesi öznellik ve öznelliğin yaşadığı ve yeniden ürettiği ideolojik
çevredir. Öznelliğin üretimi yalnızca (ticari ilişkilere uygun) bir sosyal
kontrol aracı olmaya sonverir ve doğrudan üretken hale gelir, çünkü
post-endüstriyel toplumlarımızın amacı tüketiciyi/iletimciyi inşa etmek, dahası
onu ‘etkin’ olarak inşa etmektir. Maddi-olmayan işçiler (bunlar reklamcılık,
moda, pazarlama, televizyon, sibernetik vb. alanlarda çalışırlar) tüketiciye
göre bir talebi karşılar ve aynı zamanda bu talebi belirlerler.[51]
Maddi
olmayan emeğin üçüncü boyutu onun ‘duygusal’ karakterini oluşturan şeydir. Duygusal
emek insansal etkileşim ve iletişim uğraklarına gömülüdür. İnsansal irtibatın
olduğu heryerde işler ve esasen sosyal
şebekelerin, topluluk biçimleri ve biyoiktidarın üretimiyle ilişkilidir.
Duygusal emek şebekelerinde yaratılan bir yaşam biçimi’dir.[52]
Duygusal
emek, yalnızca emeğin sermayenin dışında olduğu ve işgücüne indirgenmesinin
gerektiği döneme özgü değer ölçüsündeki baskın eğilime sonverir.52a Bu biyopolitik üretimin doğrudan
sosyal ilişkilerin üretimiyle karıştırıldığı ve sosyal yeniden üretimle eşsüremli
hale geldiği yerdir. ‘İmparatorluk’, bu biçim üzerinden kaşılıklı bir
bütünleştirme hükümranlığını temsil eden bir süreçtir: çünkü somut çalışma İmparatorluk’da
farklıdır, sosyal kontrol mekanizmaları içselleştirilir ve öznellikler içinde
yeniden üretilir. Biyopolitik yaşam ve beden nosyonları politik kuruluş ve
sosyal öznelliğin gündelik olumlamaları içinde belirlenir.[53]
İmparatorluk’ta
politika ve bütünsel kapsama
Potestas
ve kurucu (anayasa değiştiren) iktidar
İçeri
ve dışarının küresel sermaye tarafından sömürgeleşmesi olarak anlaşılan
bütünsel kapsama döneminde, ekonomik ve politik iktidarı-analitik düzeyde bile-
ayırmak imkansızdır. Bir iktidar eleştirisi, bir emek eleştirisine
yolaçmalıdır. Bu yüzden toplumu bütünsel kapsamanın anlamlılık ve belirlenimi,
politik alanın göreneksel biçimini-burada demokratik iktidarın mahali olarak
ulus-devlet- güncelleştirmeye de bağlıdır. Öyleyse bütünsel kapsama baştan
aşağı politik bir uğraktır. O fabrika rejiminin hükümranlığını genelleştirme
üzerinden ve devletin işlevini dönüştürerek gelişir (resmi emek hareketinin
kapitalist reformist bütünleşmesini kullanan bir sosyal devleti vardır ve
böylelikle bu hükümranlığın özel uygulanma tarzını değiştirir).
Burada
politikanın liberal özerkliği ya da, bireyin kamusalı kendi dışında gördüğü
kamusalı özelden ayrıştırma mitinin sonu yeralır; bu kavrayışa göre “dışarısı,
bireysel eylemin başkalarının varlığı içinde sergilendiği ve onaylanmaya çalıştığı
politikaya özgü bir alandır.”[54]
Politiğin güdüklüğüyle nitelenen özel/kamusal ayrımından postmodern vazgeçişin
açıklanışında Guy Debord, bu olağandışı sitüasyonist, açık bir referans
noktasıdır:[55] “Gösteri
sosyalliğin her biçimini tahrip eder -ayrı otomobillerinin içinde, ayrı
video-ekranlarının karşısında bireyleşen sosyal aktörler, aynı anda yeni bir
kitle toplumsallığını, yeni bir düşünce ve eylem tekbiçimliliğini dayatır”[56]
ve kamusal alan tamamen buharlaşır.
Yaşamın
tüm boyutları sermaye tarafından kapsanır, tüm eylem biçimleri-bunlar toplumsal
olarak bütünüyle üretkendir- bu toplumun yeniden üretimine göre anlamlı hale
gelir.[57]
Tarihsel olarak ‘politik’in özerkliği ‘sınıf politikasının ölümü’yle kalan
boşluğu doldurma gereksinimini karşıladı ve ideolojik olarak burda politika
yalnızca ‘evrenselci’ terimlerle (Kant), çıkarlar üstü, başka deyişle çıkarlar
politikasınının ikamesi şeklinde ortaya kondu.
Paradoksal
biçimde özel alan ideolojik olarak yıkıldığı ya da bütünüyle sosyalleştiğinde,
reformizm içindeki tepkici politik ögeler, sorunu politik bir alan olarak
kamusal alanının yeniden yaratılması sorunu şeklinde yeniden ortaya koyar. Halihazırda
‘politik’in özerkliği’ görüşü yalnızca liberalizmin bir biçimi olabilir ve
yalnızca Marks’ın Hegel’in devlet felsefesini eleştirisinde taslağı çizilen
parametreler içinde -yani topluluk hakkındaki kararların üretken failler olarak
kendi varoluşumuzdan ayrılması- işleyebilir. Bununla birlikte liberalizm
politiği çıkardan koparmaz, gerçekte onu daima yeniden örgütler, ama politikayı
bireysel çıkarlar açısından ifadeye zorlar ve iktidar söylemi bireysel hak ve
ödev arasındaki (ikincisi yalnızca ilkinin modern bir cisimleşimidir) bir
dengeye dönüşür. Komüniteryan[58]
olmayı iddia eden sosyal hareketler kendi programlarını etik yaşam ve bireysel
kendini-arayışa sınırlamalar üzerinden göstermeyi gereksinir. Politikayı
daralan bir etkinlik olarak önerir (anti-globalizm = pro-demokrasi) ve durum
düzenlemeli ‘defansif’ bir demokrasi talebi dolayında kimliğe dayalı özel bir
uygulamayı talep ederek, devletin yansızlığı ve tarafsızlığı kisvesi altındaki
evrenselliğin altını oyarlar.[59]
Negri
içkin eleştiri kanalıyla bunu daha ileri bir aşamaya götürür. Sosyal işbirliği
üzerinden üretim analizi, çıkar politikasını ahlakçı eğilimlerinden arındırıp, bireyci
terimler dışında -temsilciler kendi eylemlerini ne kadar bu terimlerle
tanımlarsa tanımlasın- yeniden politikleştirir. Sosyal hareketlerin devletle
ilişkilerinin belirsiz olduğunu kabul ediyoruz.[60]
Onlar devlete tarafsız sınırlar içinde hakem olarak kendine dayanma fırsatı
sağlarken, aynı zamanda kurumsal tanınma[61]
arayışı içindedirler ve bu liberal bağlam içindeki işleyişiyle potestas’tır. Bu
nedenle Negri’nin kimlikçi olmayan ifadeler içinde emek politiklarına dayanma
ısrarı, üretim ve aynen öznellik ve kimlik üretiminin tamamen sermayeye özgü
genelleşmiş bir hükümranlık altında ortaya çıktığı kabulü üzerindeki vurgusuyla
birlikte önemlidir. Bu hareketler yıkıcı- dönüştürücü anlamda politik oldukları
ölçüde, mutlak surette kendi öznelliklerinin sosyal belirlenimlerine
iliştirilmişlerdir.
Jameson
aynı sürece kültürel politik bir perspektiften, sınıf gücünü evrenselleştirme
başarısızlığıyla, kurumsal ve örgütsel biçimlerdeki çözünmenin imkan tanıdığı
yeni kimliklerin oluşumu olarak bakar. Oysa 1960’ların büyük patlamaları, dünya
ekonomik krizi içinde sosyal düzenlerin restorasyonlarına ve dışarının
içselleştirilmesi sürecine neredeyse arızi bir eklenti olarak sağaltılan çeşitli
devlet aygıtlarının baskıcı iktidarının yenilenmesine yolaçtı.[62]
Ayrıca hem‘özgürlük ve olabilirlik duyusu’-ki bu 1960’ların çok kısa süren
nesnel gerçekliği içindir, hem de (80’leri
geç anlamaktan kaynaklı) tarihsel bir yanılsama, hiç şüphesiz bu karanlık
dönemin kinizmiyle birlikte, kapitalizmin altyapısal ya da sistemik bir
aşamadan bir diğerine geçişiyle imkan
tanınan üstyapısal bir hareket ve hareket serbestliği yönünden sınırlanır.[63]
Jameson bütünsel kapsamayı daha yeni yeni zincirlerinden kurtulmuş öznellikler
nedeniyle ortaya çıkan ket vurma mekanizmalarının yeni bir yapılanımı açısından
çözümler.
Bu
nedenle Negri’nin deyişiyle:“Bugün işçi sınıfı bütünüyle mevcut ama görüş
alanından kayboldu. Varlığı sona ermedi, ama kapitalist ekonomideki imtiyazlı
konumu ve proleteryanın sınıfsal bileşimindeki hegomonik konumu değişti.
Proleterya eskisi gibi var değil, ama bu onun yokolduğu anlamına gelmez.”[64]
Endüstriyel işçi sınıfının yerdeğiştirmesi, emek aktörüne bağımlılığına sonvermeye
çalışan sermaye içindeki üretken rolünün etkisizleşmesi nedeniyle ortaya çıkar.
Proleterya kategorisi genişletilir ve kapitalist üretim ilişkilerini içsel
olarak idame ettiren ve onun disiplinine tabi tüm bir halk sınıfı olarak
okunur-ayrıca Marks’da bu eğilimi tanımlayan açık düşünceler vardır.
Bu
hiçbir şekilde mücadeleden vazgeçmek değildir. Negri’nin iktidar eleştirisi saldırı
noktalarını sürekli kaydırır. İktidar sadece sınırlama perspektifinden sunulmaz,
diyebiliriz ki, iktidar aynı ölçüde bir olanak ve yetidir. Kurulmuş iktidarın
hakim biçimi daima yolaçtığı direniş olanakları içinde bağlamsallaştırılır ve
iktidarın takındığı bir maskeye indirgenmez. İktidarın biçimsel pratiği, ya da
potestas artık yalnızca kapsamaya çalıştığı yaratıcı enerjiye karşılık olarak
harekete geçirilir.
Post-Fordist
emeğin radikal soyutluğu, onun kaçış çizgileri, toplu çıkış ve reddi, duyumsal hareketi, üretken öznenin melezleşme
ve çeşitliliği karşılığında İmparatorluk’u yaratır. Sermaye yırtıcı
genişlemesi, dışarıyı sistemin parçası haline getirişi içinde, yine de en büyük
muhalifine tutsak olur: çokluk, yaşamı soluyan, fethetmek için kendini yıkan
kitle.[65]
Emek
düzeyinde İmparatorluk’un politik biçimini oluşturan üretken özne onun mutlak
temeli olarak sosyal işbirliğini elinde tutar. Enformasyon ve iletişim
şebekeleri birleşik ve küresel üretkenlik alanı içinde her ögenin özünü
şekillendirir. Maddi olmayan emek ve duygusal emek dolayımın tasfiye temelidir:
gerekçelendirme içkin bir olay haline gelir.[66]
Bir müzakere zemini olarak bir kamusal uzam alanı miti sonuçta çürür.[67]
Geleneksel görünüşü içinde sosyal devlet, suyu çıkıncaya kadar öznellikleri farkılaştırma
yükü altında ifrazat atar.[68]
Biyopolitik üretim içinde sermayenin emek üzerindeki buyruk biçimi fesat bir
ifadedir: ‘Batı toplumlarının yeni sloganı budur: hepimiz özneler olmalıyız.’[69]
Katılımcı yönetim bir iktidar teknolojisidir, öznel süreçleri yaratma ve
denetlemeye yarayan bir teknoloji.[70]
Ama üretken işbirliği post-Fordist üretim için bir çırpıda kaçınılmaz ve
istikrarsızlaştırıcı değildir.
İmparatorluk
altında iktidarın nesnesi yaşamın ta kendisi olur. Negri’de politikanın
ontolojik olmasının nedeni budur. İmparatorluk merkezsizdir ve daha çok karma
bir kuruluşla yönetilen iktidar ilişkileri şebekesini temsil eder. İmparatorluk
tezi, ulus-devlet’in öznellikleri düzenlemenin bir aracı olarak etkisini
giderek yitirdiği bir düzeni tanımlar ve imparatorluk, ögelerinden bazıları
imtiyazlı bir güç konumuna sahip olsa da şebekeler aracılığıyla işleyen ve merkezsiz
bir ulus-aşırı ve soyut nitelikli politik hak ve kuvvet düzeninine işaret eder.[71] Sermaye devlet iktidarına kayıtsızlaşır. Bu
şu an inşa halinde olan bir süreçtir ve sosyal işbirliğine dayandığı ve
geliştiği ölçüde, yürürlükteki etkinliklerini –mümkün olduğu yerde- altüst
etmemiz–zorunlu olduğu yerde- yadsımaya girişmemiz gereken ikincisinden ayrı
alabileceğimiz bir şey değildir.
İmparatorluk
hiyerarşiktir ve imtiyazlı kesimlerinden biri şüphesiz ABD’dir, ama aslında
işleyiş tabanı ve kılcal noktaları ulus-devlet’in geleneksel gücünü kaydıran
STÖ (Sivil Toplum Örgütleri) gibi kurumlara uzanır.[72]
Yaşamı (ya da batılı insan hakları nosyonlarını) savunma çizgisinde çalışan
STÖ’lerin İmparatorluk’ta askeri ve polisiye müdahaleye uygun bir ahlaki rasyonaliteyi
nasıl yasallaştırdığının son bir örneği Afganistan’da kadınlar adına düzenlenen
kampanyanın etkilerinde görülür. Kampanya Chantal Mouffe’nin partiküler
evrenselciliğiyle öylesine demlendi ki, First Leydi ve Cherie Blair, militarist
Batı’lı hükümetlerin cephaneliğine başka silahlar sağlamak için onun retoriğini
aynen kullanabildi.
İktidar
Eleştirisi
Şimdi
Negri’yan iktidar ide’si ya da politika pratiğine vardık. Üretkenlik
etkinliğini/ifadesini neden olarak, kendi belirlenimi olarak gören, ona
hükmeden dışsal sınırlamalar ya da girişimlerin önünü kesen merkezsiz ama dinamik
bir ide. Politikanın ontolojik sıfatıyla güncelliği, yaşamın kendisi iktidarın
nesnesi haline geldiğinde politika sıfatıyla varlığın dinamik özelliklerini
yeniden olumlar.
Negri’nin
politik projesine gelince, o ortodoks marksizmin kendi yordamlarıyla asla
ulaşamayacağı bir ‘ortodoks marksizm’ türüne varır. Bu onun öznelliğin devrimci
yapılanışını değerin sosyal biçimi ve üretim tarzından türetmesinden dolayıdır.
Bu proje kapitalizmin aynı anda kapsadığı ve sınırladığı öznel güçlerin
tanınmasıyla kapitalist biçim içindeki gerilimleri yansıtır. Öyleyse temelde “kurucu iktidar” ekonomik
yaşamdan farklı olarak yapılanmış değildir.[73]
Bir yabancılaşma teorisine gerek duyulmaz, çünkü hiçbir ontolojik ayrım yoktur-olduğumuz
şey, yaptığımız şeydir. Pazarlanabilir ürünler üretmeye yönelik mevcut
kapitalist taleplerin özel biçimi, değerleme için zaruri bir yaratıcı öznellik
meydana getirir. Sermaye değeri gerçekleştirmek için bütünsel-fakat ahlakdışı
ve sınırlı bir biçim- kullanmaya zorlanır. Sosyal bir ihtiyaç, biyopolitik bir
ihtiyaç ve arzu olarak talep, sermayenin üretmek için toplumu yasalaştırmaya -bu
yüzden ona fazlasıyla itaatlidir- ihtiyaç duyması demektir. Bundan dolayı genel
biçimiyle sosyal buyruğun üretmek için sermaye açısından zorunluluk olduğu
İmparatorluk döneminde, emek esasen sermayeden önce oluşturulur. Ayrıca sivil
toplum (Burjuva ekonomisi içinde bir ihtiyaçlar sistemi olarak) devlete
soğurulur.[74]
İktidar
teorisi?
Jameson
yapısalcılığı bir biçimcilik (formalizm) olarak okur, fakat hem o, hem de
Negri, Althusser’yen yapısalcılığı-çözümlemedeki bazı farklılıklara rağmen-
modernist bir proje olarak görür. Jameson esasen ideoloji kuramlaştırmasını ödünç
alır ve aynı şekilde bu Negri’nin geç dönem Althusser’den aldıklarının
bildirimi niteliğindedir; yeniyi düşünmeyi, kopuş, kriz ve ihlale duyarlılığı
ve “ideoloji kendi egemenliğini gerçeğin bütününe yaydığı”nda[75]
“olumsalı kesintisiz kuramsal tanımlamayı.”[76]
Jamesona göre modernizm, içeriğin yalnızca özel bir biçimi göz önünde tutmak
için ortaya konduğu yerde özün inkarına götürür. Bizim Negri okumamız ve Negri’nin
Althusser düşüncesinin Spinoza’cı boyutundan aldığını düşündüğümüz şey, etkilerin
yapısal bütüne içsel olması anlayışıdır.76a
Özcü düşünceye[77] bir
tepki olmaktan ziyade, bu hem nedeni hem de sonucu kendi ilişkilerinin yapısına
içkin ve içsel görmenin bir yoludur. Hegel’ciliğin kesin olarak kendinden
çıkan, kendi çelişkileri sayesinde gelişen bir özneyi ortaya koymaya duyduğu
gereksinim, diyalektiği sosyal oluşun tekil bir konumunda -özne olarak proleteryada
(Lukacs, Debord) ya da sermayenin kendisinde- merkezileştirmesine yolaçmasından
dolayı Althusser’yen şemada suya düşer. Basit çelişki, içeri ve dışarı
çatışması, sosyal öznellik indirgenebileceği bir nokta olmaksızın dağınık
yollarla üretildiğinde gerçek bir hükümden yoksundur. Bu öznelliğin ekonomik
yaşamdan farklı olarak çoğullaşması değil, ama esasen öznelliğin oluşumuna
ilişkin farklı, önceden belirlenmemiş ve en önemlisi tekil, bireysel ve
çok-değerli bir kavrayışdır-Spinoza’cı anlamda içeriklerine ‘upuygun’ olan yapılar.
Modernizm
ve postmodernizm konusundaki tartışmanın bozgun içinde politik bir taraf
olmaksızın gerçekleşebileceği bir zemine varmayı umuyoruz. Bu karabasan bizim
kuşağımıza ait değil. Bizim tutumumuz, özerk bir kendilik-oluşumunu, kendi
aklını kullanma cesaretini gösterme anlayışını ontolojik bir temel alan, otoritenin
varlığıyla nitelenen bir yetersizlik halini terketmeyi gerektiren bir mevcudun
eleştirisi etrafında, bütünüyle Kant’ın modenizmi içindedir. Yetersiz insanlık
otorite ve hükümranlığın varlığı ve pratiğini mazur gösterici bir temelin
temsilinden doğmak zorundadır. Onsuz yapmayı amaçladığımız ölçüde bütünüyle
modernistiz.
Diğer
taraftan felsefede modernitenin anlamını tarihselleştirmek, kendimizi ve
mevcudun ontolojisini yorumlamak amacıyla seküler aşkınlık kavramlarının
ötesine geçen bir referans çerçeve araştırmayı göz önüne alabiliriz. Yapısalcı,
biçimci çalışmalardan Annales Olulu’na kadar, sonradan “postmodernist
kurucular” sıfatıyla görülenlerin müdahalesi, böylesi bir eleştirinin mirasını
sağladı. İlk grup, bir temel olarak ilişki nosyonunu ortaya koyup, yatay bir
sosyal gerçeklik anlayışını kurma girişimi ve bütünüyle disiplinsel sınıflandırmaları
zorunlu duraksamaya zorlamasıyla, kendisini temsil ve varlık arasındaki
dolayımın çöküşünü sorunsallaştırma pratiğine yerleştirdi. Aynı şeyi Annales
Okulu, olay nosyonunu semptomplardan çok nedenleri açıklayıcı bir kategori
olarak sorunsallaştıran, tarih çalışmasına jeopolitiği ve mekansallığı sokmaya
deneyen çalışmalarıyla Annales Okul için de geçerlidir. Bu çok farklı düşünce
tarzları, ne olduğu ve olabileceği, varoluş ve bilişsellik,
kendinde/kendiliğinden ve kendisi için, politika ve epistemoloji arasında köprü
kurulamaz bir ayrışma üreten bir aşkınlık kavramının yıkılmasına yardımcı oldu.
Negri’nin mevcut politikası içkin bir maddeci ontoloji olmadıkça yapamaz.
İçkinlik
iktidarın bir bütünleştirme kumpası olarak değil, ama iktidarın bir pratik olduğunu,
bu itibarla iktidarın mevcut içindeki işleyiş biimlerinin bir eleştirisi ve
altüst edilişi dışında bir ‘İktidar Teorisi’ olamayacağını kabul eden bir
sosyal gerçeklik yaklaşımı olarak görülmeli. Negri’nin katkısı-kızıl içinde
mora çalan bir rapsodi- bu projeye etkili bir müdahaledir.
Burada
ve şimdinin yaratıcı alanında, projemizi olumsuz terimler içinde ortaya koymak
bizim açımızdan gereksiz. Gerçek komünizmi inşa projesi, bir birayageliştir, sınırları
içselleştirmeyi reddetmesi gereken,
kendini pişmanlık duymayan bir açıklık ve yaratım, ya da bir
kollektivite olarak politika ve bilgi pratiği içinde projelendirmesi gereken
üretimsel bir fiil.
* http://textz.gutenberg.net/textz/hardt_michael_negri_empire.txt
* Bu
metin, daha önce Sınırda dergisi’nde
(Şubat 2008, s.8-9, ss. 179-200), yayımlanmıştır.
Notlar
[1] Bkz. F. Dosse,
History of structuralism, v. 1: The rising sign, 1945-1966. University of
Minnesota Press, Minneapolis, 1997. ve P. Burke, The French historical
revolution: the ‘Annales’ school, 1929-89. Polity Press, Cambridge, 1990.
[2] ‘İletişimin dışlayıcı bir varlık çevreni olduğunu
varsayan postmodern felsefeciler, ortaklık ögesini ilan eder. Savlarını kabullenmek son derece
güç. Önvarsayımları gerçekte kusursuz bir telolojik varsayımdan öte değil. Bu
felsefeciler varlığın fiili eşiğini araştırmayı erteler ve daha öteye
geçmezler. Bundan ontolojik alanın tükenişini, tarihin sonunu, gösterinin ne
bulursa tüketen/hepçil totolojisini çıkartırlar. Eğer ortak öge bu koşulları
açığa vuruyorsa, o kendini ortaklığın sonu olarak sahneye koyar. A. Negri, Kairos, alma venus, multitudo. Nove lezioni impartite a me
stesso. Manifestolibri, Roma, 2000. s.80-81.
Toplumun gelişen karmaşığı, gelişen bir tahakküm tehlikesidir.
(Toplumsal karmaşıktan proleterya eyleminin devrimci işlevinin yitttiği bir labirenti
anlayan felsefeciler ya da tarihsel
karmaşıktan sıçanların sürü halinde koşuşturduğu bir labirenti anlayan
yorumbilgiciler, bunların hepsi de yalnızca şarlatanlardır). Gerçekte değer
biçimin dönüşüm yasaları daha fazla farkediliyor ve İktidarın yapısöküm ve
tahrip dinamikleri olarak etkililiklerini daha fazla gösteriyorlar. Değer
biçimi oluşturan motor güç, yaşayan emeğin üretkenlik gücünün antogonitik
ifadesi, aynı anda değer biçimin yapısöküm
motorudur (…) herkes kırık kapitalist uygarlığın gerçekte ne ölçüde bir
anlam anarşisi ve ruhsuzluk olduğunu görmeyi bekliyor.’ ‘These on
Marx’ S. Makdisi, C. Casarino & R.
E. Karl (eds) içinde, Marxism beyond marxism. Routledge, New York, 1996., p.
159.
[3] D. Harvey, The
condition of postmodernity, Blackwell, Cambridge MA, 1990.
[4] ‘(Postmodernism)…en
azından bana göre, işlevi yeni tip bir sosyal yaşam ve –çoğu kez makyajlı
biçimde modernleşme veya post-endüstriyel toplum ya da tüketim toplumu, medya
ya da görüntü toplumu veya çokuluslu kapitalizm denen yeni bir ekonomik düzenin
ortaya çıkışıyla bağlantılı olan bir dönemleştirme kavramıdır.’ F. Jameson, The
cultural turn, Selected writings on the postmodern, 1983-1998. Verso, London,
1998. p.3. Ayrıcabkz., Postmodernism, or, the cultural logic of late
capitalism. Duke University Press, Durham, 1991.
[5] Oluşumuzun
eleştirisi bir ve aynı anda bize dayatılan sınırların tarihsel bir analizi ve
onları aşma olanağıyla ilgili bir deneyimdir. The Foucault Reader içinde, 1984,
s.49-50.
[6] A.
Negri, La costituzione del tempo. Orologi del capitale e liberazione comunista.
Manifestolibri, Roma, 1997.
[7] Bkz., Karl Marks’ın
Kapital I. Cild’e Önsözü, s. 1019-1038.
[8] Tarihsel
praksisin ortak adı yalnızca ‘mevcudun bir soykütüğü’ olabilir-yani geçmişte ne
olduğunu, gelecek olanı tayin ettiği
gibi şekillendiren bir imgelem. Geçmiş deneyimlenmedikçe yorumlanmaz.’ A.
Negri, Kairos, alma venus, multitudo. Nove lezioni impartite a me stesso. s. 43.
[9]A. Negri & M.
Hardt, Empire, Harvard University Press, Cambridge, 2000. s. 187.
[10] E. N. Kaplan içinde
(ed.), Postmodernism and its discontents, London, Verso, 1988
[11] G. W. F. Hegel,
Phenomenology of Spirit, Oxford University Press, Oxford, 1977. s. 400.
[12] Althusser tarzında
ya da Joan Rabinson gibilerin
önerdiği“Hegel’ci zırva ve fasa füso”yu devredışı bırakmaya ilişkin
post-Keynezyen dalgacılığı izleyerek Marks’ı Hegel’den ayırmaya çalışmıyoruz.
Marks’ın Hegel’e borcu onu görmek isteyen herkes için oradadır. Negri’nin
buradaki sorunu daha çok Marks’ın eşsüremli (senkronik) bir görüşaçısıyla kapital’in yazımında
benimsediği ve kapitalist ilişkilerin oluşumunda sınıf mücadelesi motorunu
kavrama yetimizi sınırlayan Hegel’ci sunum çerçevesidir.
[13] Marks’ın sermaye
ilişkileriyle ilgili görüşlerini hangi perspektifin açığa kavuşturacağı
konusunda tam emin olmadığı konusunda yeterince belirti var (karşılaştır,
C.Arthur “Aganst the logical historical method; dialectical derivation versus
linear logic.” F.Mosely and M. Campbell (eds) içinde, New Investigations of
Marxist method, Humanities Press, New Jersey 1997). Yoğunluklu politik pasajlar ve nesnel olarak
bilimsel bölümler arasındaki salınma içeriğin kendi diyalektiğine
atfedilebilir. Hegel’ci ya da Yapısalcı, artsüremli ya da eşsüremli olsun,
Marks’ın yöntemini rasyonalize etmeye yönelik sonraki tüm girişimlere
karşın, Marks için bile, Hegel’de
mutlak’ın gelişiminin farklı bir güzergah
kazanabilmesi gibi, sermayenin doğasına ulaşmanın tek bir yolu olmadığını
belirtmek önemlidir. Dolayısıyla bunca marksizm ve marksoloji, özel bir yöntem
nosyonundan, doğru bir politik çizgiden yola çıkmakla meşgul oldu. Bizim
iktidar ve onun bugünkü mekanizmalarını eleştiri anlayışımızda bu tartışmalar bizi yalnızca bir yere kadar götürür.
Negri’nin müdahalesine: Marx beyond Marx kendi
minvalinde Kapital’iliştirilmiş önyargıların yanlışlığını fazlasıyla
göstererek, Marks’ın düşüncesindeki radikal nitelikte yıkıcı ve içkin boyutu irdeleme alanını yeniden
ortaya koyar; burada burjuva değer kategorilerinin yapısöküm projesi alternatif
bir toplumu yeniden kuran soyal süreçlerin-değer yasasınındaki bir kriz gibi
görünen gerçek sosyal süreçlerin kavranmasıyla birbirine geçer.
[14] ‘Metanın, değerin
çifte yüzü olduğunu keşfetmek için Hegel’ciliğe atlamaya gerek duymuyorum;
paranın tek bir yüzü vardır, patronun yüzü.’ A. Negri, Marx beyond Marx,
Lessons on the Grundrisse, Autonomedia, New York, 1991, s.23.
[15] H.
Cleaver, Reading Capital politically. Anti/Theses Press, Leeds, 2000.
[16] M.Lebowitz, Beyond
capital: Marx’s political economy of the working class. Macmillan, Basingstoke,
1992. bölüm 5. Lebowitz’e göre Marks bizlere bütünselliğin yalnızca bir yönünü
verir, sermayeninkini. O işe işçinin değil, tutarlı biçimde kapitalistin görüş
açısından bakar. Bütünselliği yalnızca yarısını sergilemesi itibarıyla, bu yarı
diğeriyle-ücretli emekle- etkileşimi içinde ifade edilmez. Lebowitz yalnızca bu
ikisini birlikte alarak doğru bir bütünselliğe varacağımızı ileri sürer. Ona
göre ücretli emekçinin sermayeye karşı mücadelesi onun tahakkümünü sürekli
altüst eden bir şeydir ve kapitalist toplumun dinamiğini oluşturan mücadele
içinde onlar birbirinini karşılıklı
etkiler.
[17] Bkz., A. Negri, ’20
Theses on Marx’, s.178. ayrıca bkz., A. Negri ‘Value and affect’: ‘diyalektik,
hatta aşağıdan diyalektik, bizlere tarihsel süreçte radikal bir yenilenmeyi,
tüm radikalliği içinde ‘hareket geçme
(etkileme) gücü’nün infilakını sağlayamaz. Aşağıdan bir inşa yolu, bir yok-mekan
(non-place) algısıyla birlikte ortaya
çıkmalı. Yalnızca bir yok-mekan görüş açısının radikal varsayımı bizi tüm
figürleriyle modernitenin diyalektiğinden kurtarabilir…”
[18] ‘Kategorik bir
sentez teorisi olarak değer teorisi, devrimci alana girmek amacıyla kolaylıkla
vazgeçebileceğimiz burjuva mistifikasyonların
ve klasiklerin bir mirasıdır.’ A. Negri, Marx beyond Marx, s.23.
[19] ‘(Marks’ın) değer
teorisi gerçekte bir değer ölçü teorisidir.’ A. Negri ve Hardt, Empire, s.335.
Bu görüşe tam olarak katılmıyoruz, çünkü Marks’ın ölçüyü, Hegel’in shorter Logic’teki elealışına benzer tarzda
kullandığı görüşünü temel alıyoruz. Artık değer Teorileri’nde Marks, değer
teorisini önceden belirlenmiş dışsal bir ölçüm kriteri olarak değil, değerin özü ve içkin bir norm olarak elealır.
Hegel’ci diyalektikte ölçü niteliksel bir miktar (kuantum) olarak anlaşılır.
Ölçüde Hegel nicelik ve nitelik arasında bir özdeşlik bulur. Bir çatışkı üreten
niceliksel değişimlerin ‘ötesinde gizlenen’ bir şey. Hegel’in shorter Logic’de
kullandığı örnek, buğday yığınını tek bir tohumun yaratıp yaratmadığı
şeklindeki eski bir Yunan problemidir. Hangi noktada niceliksel bir değişim
niteliksel bir değişime eşittir? Hegel’e göre ölçüye değgin ontolojik
anlamlılığı olan zorunlu niteliksel bir
boyut vardır. Nicelik, görece değer türlerine sahip orantılarda (niceliksel
orantılar), Varlık’la özdeş olmayan,
dışsal ve tamamen tinsel bir nitelik gibi göründü. Bu durumda niceliğin
çelişkisi onun bir ‘değiştirilebilir’ olması
ama tüm değişimlere rağmen yine de ‘aynı’ kalmasıdır. Bu çelişkinin çözümü yine de niteliğin ‘sözde gerçek, niceliğinse
sahte bir nosyon olduğu kabulüne’ değil, ama herikisinin bölünmez gerçeğine,
niteliksel bir nicelik ya da ölçüye uygun bir yaklaşıma dönmektir.’ Hegel’e
göre ölçü dolaylı olarak özdür. Hegel Encyclopaedia Logic 105-111 (Mantık’ın
ilk bölümünün sonu). Şayet Marks bu
nosyonu kullandıysa, bu durumda Negri’nin iddiası tam olarak ağırlık taşımaz,
çünkü ölçü değer özün gelişimindeki bir aşamadan başka bir şey değildir. Yine de Negri bu anlamda Marks’ın yöntemini
modernist nitelendirmekte haklıdır.
20a ‘Emek zamanını
biricik ölçü ve servetin kaynağı varsaydığı halde onu en aza indirgeme baskısı yapmasından dolayı, sermaye
bizzat hareket eden çelişkidir. Bundan dolayı gereksiz biçimde emek zamanını çoğaltmak için zorunlu
biçimde onu azaltır; dolayısıyla zorunluluk nedeniyle –ölüm kalım meselesi- bir
koşul olarak büyüyen ölçüde bir fazlayı
varsayar.’(20a) K. Marx, ‘Fragment on Machine’, Grundrisse, s. 207. İmparatorluk’ta
sermayenin ideal olarak bu sınırın ötesine geçtiğini söyleyebiliriz..
[21] Habermas bunu en sofistike somutlaştırımını sunar;
George Manbiot, Norena Hertz, Naomi Klein gibi poüler liberal
anti-kapitalizmlerin birçoğunda mevcut bir görüş. Bkz., ‘Anti-capitalism with a
smiley face’ E. Thompson Studies in Social and Political Thought, sy.4.
[22] ‘Sınıf
mücadelesinin (bütünsel kapsama içinde toplumsal işçinin) gelişiminin mevcut
aşaması, proleter bağımsızlığın yeni teknik koşulları gelişmenin maddi geçitleri
içinde belirlenir ve o nedenle ilk kez yeniden yapılanmada telafi edilebilir
olmayan ve sınıf bilinçliliğinin
yetkinleşmesinden bağımsız bir kopuş imkanı vardır.’ A. Negri, ’20 Theses on
Marx’, s. 165.
[23] Negri burada
Spinoza’dan birçok kavram alır.; ‘causa
sui’ (nedeni kendinde olan, kendinde nedenli) şeyler, yaşama itkisi ya da
‘conatus’ (çaba)- tek anlamlı oluş
kudreti kavramı, dışsal gücün, varlığın kendini üretme gücünün bir olumsuzlaması olduğu nosyonuna yolaçar.
[24] Ücret mücadelesine
dayalı geleneksel sendikacılığın ölümü, günümüz koşullarında, boş zaman
konusundaki tartışma bireyci bir temele sahip olsa bile üretken öznelerin değer
yasasının işleyişini sürekli bozmalarından kaynaklanmaz. Kendi kendine yetmeyle ilgili talk-show retoriği karşı davranışı
gerekçelendirmede kullanılır, özel bağışıklığa uygun kimlik politikasını, kendi yararlarına
kullanmak için halk tarafından altüst edilen tüm ayrımcı kontrol ögelerinin ya
da suistimal hastalıklarının gelişmesini. Yıkım yalnızca iktidarın kendini kurmaya
çalıştığı mahalde gerçekleştirilir ve iktidar yalnızca bir karşı iktidarın
olduğu yerde anlamlıdır. İktidar teknikleri tersine çevrilebilir. Geniş bir
ölçekte bu ilişkiler sınıf algılamamızı enforme eder. İşçi sınıfı fabrika
rejimine, sermayenin onun üretken güçlerinin niteliğini ya da konumunu
değiştirme ya da işçi sınıfı içinde iktidar hiyerarşileri yaratma yoluyla
bölmeye ve baltalamaya çalıştığı kendi bedenini birleşik bir özne olarak
kurarak, ücret ve iş hakkı talepleri yaratarak, politik bir homojenleşmeyle
karşılık verir (bkz., ‘Archeology and power’(Rovolution retried içinde). İşçi
sınıfı özgürlük talep eder ve bir kuvvet olarak kendi kollektif gücünü iş
zamanınında indirimler sağlamak, satınalma gücünü yükseltmek ve boş zamanı
artırmak için kullanır. (bunlar bugün her zamankinden fazla mevcut, ama bireyci
bir temeli var-örneğin serbest kalmak için
işçi günlük hastalık izni alır, dişçiyle bir randevu uydurur, bir
bilgisayar sistemini sabote eder, yangın alarmını çaldırır). Bugün bu
bireyselleştirilmiş direniş biçiminin
büyüklüğü, üretim biçiminin fabrika rejiminden uzak toplumsallaşması
ölçüsündedir ve kollektif çıkarlardan
daha dar bireysel çıkarlarda yansıtılan bilinçlilik derecesinin karşılığıdır.
Sisteme meydan okumalar politiktir, ama daha iyi bir topluma doğru politik
dönüşümün belirleyici biçimleri değil, sadece üretimin kendi fayda fonsiyonunu
gözeten bir dağılımı olarak düşünülürler. Suç, dolandırıcılık ve kaynakları
çalma yaygındır ve bunlar önemsiz ama sermayenin karlılık ve işleyişini
doğrudan etkileyen ve işçilerin kendi yaşam
standartlarını düzeltmesinin anlamlı yollarıdırlar. Kaybolan dosyalar,
diskleri bozma, yangın alarmlarını çaldırma, anahtarları kaybetme, iş zamanı fişlerini tahrip etme, deneyim ve beceriler
konusunda yalan söyleme, mülkiyeti aşırma, geç gelme, işi erken bırakma, esnek
emeği kullanma ve yaşam-boyu eğitim (işden kaçmak için öğrenim). Ayrıca bkz., J. Beasley-Murray
“Ethics as post-political politics” Research and Society içinde, No.7, 1994, s.
5-26.
[25] A. Negri, ‘Theses
on Marx’, s.178.
25a C.Arthur’un, sermayeyi olumsuzlanmasının olumsuzlanması
olarak ya da ya da ‘emeği değer-değil olarak’
tanımlama yoluyla sermayenin önceliğini sabitlediğini önesürebiliriz.
[26] Sermaye
iktidarının mutlaklaşması, yalnızca ona
karşı veilen mücadelenin eğreti yenilgisinin bir etkisidir. “Robespierre’den
Stalin’e, 1920’lerin devrimlerinden 1970’lerin devrimlerine, çoğu kez
terörizmle sonuçlanan bir dönüştürme arzusuna tanıklık ettik. Galip ya da
mağlup, ister devlet, ister küçük gruplar tarafından yürütülsün gerçekte
farketmez-her durumda o devrimci eylemin blokajına işaret eder ve daima bir
ricat ve belki de bir kızgınlık figürü içinde, bir yenilgi semptomu ya da güçlü
olduğu hissedilen bir düşmana karşı umutsuzca bir direniş halidir. Bunlardan
herhangi birini istemiyoruz. Sonuçta sosyal demokrasi bu trajediden kaçınmanın
bir aracı olarak ortaya konur. Ama bunu da istemiyoruz. Gerçekte bu
yenilgilerin kaçınılmaz olmadığını biliyoruz ve tekrar deneyeceğiz. Öyleyse
görevimiz yenilgiyi tanımak ve yenilmemektir.” A. Negri, ‘Theses on Marx’, s.
172.
[27] A. Negri ve M.
Hardt, Labor of Dyonysus. A critique of thee state form. University of
Minnesota Press, Minneapolis, 1994. s. 20.
[28] A. Negri,
‘Archaelogy and project: the mass worker and the social worker’, Revolution
Retrieved. Selected writings on Marx, Keynes, Capitalist crisis abd new social
subjects. 1967-83. Red Notes İtalya Arşivi, I. Cilt, Red Notes, London, s.209.
[29] Hardt ve Negri,
Marks’ın ekonomi politik kavrayışının bu döneme ait olduğunu önesürer. Kitle
işçisi figürünün tanımı, ‘(…) soyut emeğin
belirli bir niteliksel katılaşmasını temsil eder (bu öznel soyut emek farkındalığının yüksek düzeyini
ifade etmenin bir başka yoludur)’ ibid., s.210.
[30] A. Negri ve
M.Hardt, Labor of Dionysus. A critique of the state form. S.62.
[31] İbid., s.61.
[32] Negri’nin şu
makalesine bkz., “Keynes and the capitalist theory of the state”, Labour of
Dionysus içinde, 2. bölüm.
[33] Bkz, P. Virno’nun
İtalya’da Sıcak Güz açıklaması.
[34] M. Foucault, ‘La
societe disciplinaire en crise’, Dits et Ecrits
III. Cilt, s 532-533.
[35] M. Foucault, ‘About
the concept of the ‘dangerous individual’ in 19C legal psychiatry’, Journal
of law and psychiatry içinde, 1. cilt, 1978, s.1-18.
[36] Foucault’ta
disiplinden kontrole geçiş anlayışına önemli bir katkı için bkz., A. Pandolfi,
Tre studi su Foucault, Terzo Millennio Edizioni, Napoli 2000, 2. bölüm.
[37] ‘Fabrikalar
bireyleri idarenin her bileşenini
bir kitle dahilinde kolayca gözetleyebilmesine uygun bir insanlar
topluluğu halinde şekillendirdi ve bu yüzden sendikalar kitlesel direnişi harekete geçirebildi; ama
işletmeler sürekli olarak sağlıklı bir rekabet ve harika bir motivasyon gibi
sunulan ve bireyleri birbirleriyle karşı karşıya getiren, kendini onların
herbirinde tesis eden ve her birini kendi içinde bölen amansız bir çekişmeyi
sokar. Devlet eğitim sistemi bile “sonuçlara göre ödeme” ilkesini gözden
geçirmekte;tam da işletmenin fabrikanın yerini alması gibi, okulun yerini
süreğen eğitim ve sınavların yerini
değrlendirme (kontrol) alıyor. Bu eğitimi bir işletmeye dönüştürmenin en
güvenilir yoludur. Disiplin toplumlarında daima yeni baştan başlıyordunuz
(okuldan barakaya, barakadan fabrikaya gitttiğiniz gibi), oysa kontrol
toplumlarında bir şeyi-işi, eğitimi,
tekil bir kiplenimin, bir çeşit evrensel başkalaşımın yarı kararlı hallerinin birlikte varoluşu
olan askerlik hizmetini- asla bitirmezsiniz’, G. Deleuze, ‘Postcript on control
societes’, Negotiations içinde, 1972-1990. Columbia University Press, New York
1990. s. 179 (http://textz.gnutenverg.net/textz/deleuze_gilles_postcript_on_the_societes_of_control.txt).
[38] ‘İmparatorluk kendi
iktidarına dayanarak değil, iktidarı adalet ve barışın hizmetindeymiş gibi
gösterme yeteneği temelinde şekillenir. İmparatorluk kriz bölgesinde işler,
müdahalenin müstesnalığı adına yeni bir polis hakkının yaratımı sözkonusudur.’
(A. Negri ve M. Hardt, Empire, s.29).
‘Savaşlar bundan böyle savunulması gereken
bir egemen adına açılmaz; savaşlar herkesin varoluşu adına açılırlar; tüm
nufuslar dirlik gereksinimi adına toptan bir katliam doğrultusunda harekete
geçirilir: katliamlar hayati hale gelir.’ (M. Foucault, Will to knowledge,
s.137). Bu hususta Foucault’un liberalizm
ve polis devleti konusundaki çalışmaları, ekonomi politiğin egemenlik
paradigmasına girişini gözden geçirme yoluyla toprak koşulundan nüfus koşuluna
geçişe işaret ettiği için son derece önemlidir; burada devletin rolü egemenden
hükümete doğru değişime uğrar. Modern devletin hükümet olarak ortaya çıkması
karşısında, “hakikatin barometresi” olma rolünü ona atfetme yoluyla yasanın
meşruiyete bağlanması sorunu kendi üzerine yıkılır. Yasa egemenliğin kurucu temelinden çok, ‘az’ın evrenselliği’
ya da ‘çoğun tekilliği’nin meşru savunusu olarak kendi işleyişi içinde
egemenliğin son uğrağı olmalıdır. Bu hususta o sadece yordamsaldır. Modern
politik rasyonalitenin özelliklerinden biri, hak ve idareyle, kanun ve nizamı
ayırabileceğiniz ve birini diğerine karşı ortaya koyabileceğiniz şeklindeki
keskin bir önvarsayımdır. Devletin
(yönetsel) meşruiyetinin bu ikisini uzlaştırma girişiminden geldiği ve yasanın
devlet düzeniyle bütünleşmesine yalnızca bunun şekil verebileceği
önesürülebilir. Foucault’un 17. yüzyıl siyasal tarihsel söylemi üzerine
çalışması, güvenlik, toprak ve nüfus
konusunda College de France’deki derslerinin yanısıra, II faut defendre la
societe, liberalizmin polisi nasıl hükümete indirgemeye çalıştığını gösterir.
Smith’in görünmeyen elînin ana noktası, görünmezliğe bağlı olmasıdır. Hardt ve
Negri bu özel süreci bir kaçınma politikasında varılan en yüksek nokta olarak
görür: ‘postmodern liberal argümanda Devlet iktidarı Foucault’un disiplinsel
paradigma tanımına göre kullanılmaz(…) Devlet iktidarı burada bağlama,
arabuluculuk etme ve düzen sınırları içinde çatışan güçleri örgütleme çabasının
kapsamı dahilinde sosyal özneleri tabi kılmave boyun eğdirmeyi içermez. Zayıf
devlet böylesi bir taahhütten kaçınır: bu onun liberal politikalarını
karakterize eden şeydir (…) liberal hoşgörü nosyonu, liberal-olmayan/bağnaz
dışlama mekanizmasıyla mükemmel bir kararlılıkla örtüşür. Postmodern
liberalizmin zayıf devleti gerçekte Alman polis bilimi geleneğinin bir rafinesi
ve uzantısı olarak ortaya çıkar. Polis, soyutlama ve tecrit sistemini meydana
getirmek için zorunludur: “Zayıf mavi çizgi”, kurallar sisteminde neyin girdi
olarak benimseneceğinin sınırlarını koyar.(…)
Postmodern Poliseiwissenschaft
(Polisbilimi) tarafından temsil edilen temel gelişme, toplumun artık içine
sızılır ve bağlanmış olmayıp, ayrışmış ve kontrol edilir olmasıdır. Polis işlevi,
denge mekanizması etrafında çatışmaların meydana gelmesini önleme yoluyla,
edilgen bir toplum ya da edilgen bir toplum imajı yaratır ve sürdürür(…) bu
durumda kaçınma yöntemi, etkili biçimde ve pratik sınırlar dahilinde sistemi
potansiyel çatışmalar alanından soyutlayan ve randımanlı, güdümlü bir toplum tertibiyla uyumlu bir sisteme imkan
tanıyan postmodern bir Poliseiwissenchaft’a ulaşır.’ A. Negri ve M. Hardt,
Labour of Dionysus, s.237.
[39] Politik sınıf
örgütlenmesinin profesyonel işçiye bağlılığı için bkz., Z. Bauman, Memories of
class. The Pre-History and After-Life of Class. Routledge, London, 1982.
[40] Karl Marx, Theories
of Surplus Value 1. Cilt, Progress Publishers, Moscow, 1969, s. 152. Ayrıca
bkz., Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları (Kapital 1. Cilt’e Önsöz, 1038-1049.
Kuramsal ölçekte Marks, Adam Smith’in üretken ve üretken olmayan emek tanımdan
yola çıkar. Marks’a göre üretken ve üretken-olmayan emek arasındaki eleştirel
ayrım, ilkinin doğrudan sermayeyle mübadele edilmesi ve ücretle ödenmiş olandan
daha fazla iş zamanı (emek süresi) kazancı sağlamasıdır, oysa üretken-olmayan
emek devlet geliri –yani kapitalistlerin karları dışında) mübadele edilir.
Değer üretmekten çok onu tüketir. Ayrıca bkz., Grundrisse, s.273.
[41] Marks’ın, ücret
biçimin tüm sosyal etkinliğe yayılmasıya örtüşen maddi-olmayan emeğin tedrici
ortaya çıkışını bizzat irdelediği belirtilmeli. Ama kritik biçimde Marks en
önemli keşfi olarak gördüğü şeyi-emeğin çifte karakterinin tanımlanmasını-(değer
üreten emek olarak) üretken çalışmaya özgü olan soyut emeğe indirger. Marks’a
göre değer üreten emek daima soyut emektir ve değer çalışmanın bütünselliğinden
dolayı üretilir, onun değer değil ama kullanmım değeri üreten bireysel somut
üretimlerinden dolayı değil. Bununla birlikte, “sonradan sermayenin hükmü
altında emeğin bütünsel kapsanması ya da özgül bir kapitalist üretim tarzının
gelişimi sebebiyle, o bireysel işçi değil ama giderek bütün emek sürecinin
fiili memuru haline gelen sosyal olarak birleşik bir güçtür ve bütün üretkenlik
makinesini şekillendiren ve onunla rekabet eden çeşitli emek yetileri son
derece zengin bir çeşitlilik haliyle dolaylı meta/ürün oluşum sürecine ortak
olurlar: biri daha çok eliyle, diğer daha çok kafasıyla çalışır: biri
‘idareci’, mühendis, teknoloji uzmanı vs. olarak, diğeri ustabaşı ve bir
üçüncüsü doğrudan zanaatkar, yada sadece
kol işçisi sıfatıyla çalışır.” (Value Studies by Marx, s.134).
[42] faire
mourir-laisser vivre/faire vivre-rejeter dans la mort. In M. Foucault, Will to
Knowledge. s. 138
[43] M. Foucault The
will to knowledge. Penguin Books, London 1998.
[44] Hardt ve Negri’nin
Foucaut’ta öznellik ve direniş konusundaki görüşleri için bkz., Insurgencies,
s.27-28.
[45] Negri, A. ‘Back to
the future’. J. Bosma, P. van Mourik Broekman, T. Byfield, M. Fuller, G.
Lovink, D. McCarty, P. Schultz, F. Stalder, M. Wark, F. Wilding (eds) Read me! Filtered by Nettime içinde, Ascii
culture and the revenge of knowledge. Autonomedia, New York, p. 182.
[46] Karşılaştır,
Jameson: “Sermayenin ve Birinci Dünya İktidarının dünya’nın yer yanında
gerileme halinde olduğu bir dönem olarak tasavvur edilen 60’lı yıllar,aynen
sermayenin tam anlamıyla dinamik ve yenilikçi bir gelişme dönemi olarak
kavramsallaştırılabilir.” Frederic Jameson: Periodising the 60’s; s. 186 Syntax
of History (1984 yazımı) 1.Cilt, Ideologies of Theory.
[47] A. Negri, ’20
Theses on Marx’, S. Makdisi, C. Casarino ve R. E. Karl (eds), Marxism beyond
marxism. Routledge, New York, 1996, s.56.
[48] Bu emek biçiminin
önemi, ekonomi politikasının inşasından sorumlu olanlarca kabul edilir. Marazzi
kapitalist üretkenliği maksimize etmedeki rolünün yeniden yapılanmasında
Birleşik Devletler Clinton yönetiminin üstlendiği politik değişimlere ilişkin
makro ekonomik açıdan onun anlamlı bir analizini yapar. Diğerlerinin yanısıra, Robert
Reich (the works of nations’un yazarı ve Clinton hükümeti döneminde çalışma
bakanı) ve Paul Romer’in çalışmalarını gözden geçirir. Yeni global düzende
maddi-olmayan emeğe yalnızca ekonomik değil, öncelikle politik sebeplerle
yatırım yapma gerekliliğini vurgulayan özellikle Reich’dir: “uzun dönemde
maddi-olmayan emek ürünleri her ülkenin canalıcı malvarlığıdır: bilimsel ve
teknolojik araştırma, işgücünün eğitimi, yönetim geliştirme, iletişim,
elektronik finans şebekeleri. Düşünsel emek evreninde, araştırmacıları,
mühendisleri, bilgisayar bilimcileri, hukukçuları, bazı yaratıcı saymanlıkları,
yönetim müşavirlerini, mali danışmanları, siyaset yazarlarını, gazeticiler ve
üniversite profesörlerini buluruz. Bu ‘tabaka’, taylorist türde tüm
etkinliklerin -düşük-maliyetli işgücü olan ülkelerde yeniden üretmenin kolay
olduğu yinelenemeli ve yürütücü etkinliklerin- zayıflama sürecini hızlandırmaya
yöneltiliyor; halka yönelik hizmetler
güçlü bir hizmet sektörü olan bir toplumda hala önemli olsa da-Reich’a göre değer
yaratan faaliyetler olmadıkları için-maddi sübvansiyonlardan faydalanamaz.
Ekonomistlerin akılyürütmesi azçok buna benzer: ekonominin küreselleşmesi,
bundan böyle sermayeyi üretim araçlarının ulusal bileşimine sahip olmaya
sevkeden bir ekonomiye imkan vermez. Örneğin bir Ford, dünya etrafına yayılmış,
iletişimin etkili ve üretken olduğu varsayılan küresel web içinde planlanmış parçalı ve birleşik
faaliyetlerin bir ürünüdür. Bu üretim sürecinden çıkan otomobil,
farklı ülkelerde, çokuluslu mülkiyeti olan bir sermayeyle üretilmiş
parçaların bir bileşimidir. Bununla birlikte sermaye mülkiyetinin (yani üretim
araçlarının, sabit sermayenin) ulussuzlaşmasının bir neticesi olarak kaybolan
şey, maddi-olmayan emek mülkiyeti ve üretim bilgisinin kontrolu düzeyinde
telafi edilir. Fiziksel maddi sermayenin ulussuzlaşması, bilginin uluslaşması
ve onun düzenlenmesindeki hükümranlık aracılığıyla dengelenir. ‘Amerika’lıları
dinlemek, Amerikan bilgisinin fiyatını saptamak demektir bundan böyle.’
Reich’in akılyürütmesine göre ulusallık, daha fazla değer yaratan
faaliyetlere-yani post-fordist üretim tarzını nitelendiren maddi-olmayan
faaliyetlere- stratejik bir yatırım sayesinde yeniden kazanılır. Maddi olmayan etkinlik tarafından üretilen
gelir, vasıfsız Amerikan işgücünün işsizliğini altetmek için millileştirilmeli,
dünya’nın kalanına göre Amerika’nın karşılıklı üstünlüğüne (gelişmekte olan
ülkelerle rekabet) ket vurmaksızın, çalışan yoksul lesimlerle vasıflı emek
arasındaki gelir dengesizliği azaltılmalıdır. Amarikan saltanatı bir dayanışma
tutkalı olarak iş görmeli: rakip ülkelerle kıyaslandığında maddi-olmayan emeğin
niteliği ve muazzam üretkenliğiyle üretilen muazzam servet, niteliksiz ve altta
kalan Amerika’ıların ağır yaşam koşullarını
hafifletmek için mali bir araç sağlar.’ (C. Marazzi, II posto dei calzini. La
svolta linguistica dell’economia e I suoi effeti sulla politicia. Bollati
Boringhieri, Torino 19999, s. 90-91).
[49] Empire, s.289.
[50] M. Lazzarato,
‘Immaterial labour’, P. Virno ve M. Hardt (eds), Radical Thought in Italy
içinde. A potential politics. University of Minnesota Press, Minnepolis 1996,
s. 132.
[51] Ibid., s.143.
[52] M. Hardt,
‘Affective Labour’, boundary 2, 26, no.2 (Yaz 1999).
52a A. Negri, ‘Value
and Affect’, boundary 2, 26, no.2 (Yaz 1999). Negri burada, toplumsal olarak gerekli emek zamanı
nosyonunun, önceden varolan sosyal tüketim ve yaşam standardı normlarına işaret
ettiği şeklinde ilginç bir noktaya varır. Bu yüzden sermayeye içselken,
sözkonusu ölçü-ölçüden öte üstünkörü hale gelir. Bir playstation ya da bir tv’nin ne zaman
zorunlu bir yaşam koşuluna geldiğini ve bu sınırlarda ihtiyaçların miktarını
nasıl belirleyebileceğimizi sorabilirdik.
[53] Maddi-olmayan
işçiler konusunda bkz., Derive Approdi, Immaterial workers of the world, Anno
VIII, n. 18 Primavera 1999.
[54] “Emperyal toplumda
gösteri sanal bir mekan ya da daha doğrusu politikanın bir yok-mekanıdır.
Gösteri, içeriyi dışardan, doğalı sosyalden, özeli kamusaldan ayırmanın
imkansız olacağı şekilde birleşik ve yayılmıştır. Liberal kamusal nosyonu,
başkalarının görünüşü içinde hareket ettiğimiz dış mekan, hem genelleştirildi
(çünkü artık başkalarının bakışı altındayız ve emniyet kameralarıyla
izleniyoruz) hem de sanal gösteri mekanları içinde yüceltildi ya da
gerçek-dışılaştırıldı.’ A. Negri ve M. Hardt, Empire, s. 188-189.
[55] G.Debord, The
Society of the spectacle, Zone Books, New York, 1995.
[56] A. Negri ve M.
Hardt, Empire, s.332.
[57] Ama bu noktada
gösteri vardır ve bir ayrışma, yukardan ya da sosyal bağın dışında üretilen bir
güç olarak Debord tarafından kuramlaştırılır. Ayrışma olgusu, bir yanda
gerçekliğe, diğer yanda imaja doğru yarılmış olan küresel sosyal praksisin ve
dünya’nın birliğinin ayrışmaz bir parçasıdır. Gösterinin özerkliğine meydan
okuyan sosyal pratik, gösterinin tabi olduğu gerçek bir bütünselliktir de. Ama
gösteri bu bütünsellikte okadar derin bir yarıktır ki, görünürde onun amacı
gibi ortaya çıkabilir. Gösterinin dili, başat üretim örgütlenmesi ve aynı
zamanda bu örgütlenmenin en son ürünleri olan göstergelerden oluşur. Hegel’ci sorunsal
herkesin görmesi için ortaya çıkar… ‘Gösteri ya optik dünyanın incelikli bir
çarpıtması ya da imajları kitlesel bir yayma teknolojisinin ürünü olarak
anlaşılamaz. O fazlasıyla gerçekleşmiş, maddi alana çevrilmiş bir
Weltanschauung (dünya görüşü), nesnel güce dönüşmüş bir dünya görüşü olarak
görülür.’
[58] ‘Girişimcilik şimdi
yalnızca ticari faaliyeti değil ama kentsel yönetişim, resmi olmayan iş
alanlarının gelişmesi, emek pazarı örgütlenmesi, araştırma ve geliştirme gibi
çeşitli yaşam alanlarını karakterize diyor ve akademik, yazınsal ve sanatsal
yaşamın alt köşelerine olabildiğince ulaştı(…) o sebeple kollektif eylem daha da güçleştirildiği ölçüde-aslında kesin
amaç bunu sağlamak için geliştirilmiş bir emek kontrolune güç sağlamaktı- dal
budak salan bir bireycilik Fordizmden esnek emeğe geçiş için yeterli olmsa da
zorunlu bir koşul olarak yereder. Ama Simmel’in (1978) uzun süre önce
belirttiği gibi, istikrarlı değerleri özleyen böylesi ekonomik güvensizlik ve
fragmanlaşma dönemleri, aile, din, devlet gibi temel otorite kurumları
üzerindeki vurgunun artmasına yolaçar.’ David Harvey, the condition of
postmodernity, Blackwell, Cambridge MA, 1990, 171.
[59] Chantal Mouffe şunları söylüyor: “radikal demokrasi, gerçekte farklılığı-özeli, çoklu
heterojeniyi-, soyutluğu içinde İnsan kavramı aracılığıyla dışladığımız herşeyi
onaylamamızı talep eder. Evrensellik yadsınmaz ama partikülarize edilir.” Bu
ölçüde modernite içindeki demokratik geleneğin bir derinleşmesini kapsadığı
sonucu çıkar. A. Ross (ed), Universl Abandon? The politics of postmodernizm.
Edinburg University Press, Edinburg, 1989.
[60] “Sivil toplum
içindeki YTH’ler (Yeni Toplumsal hareketler), kimlik mücadelelerinden
uzaklaştıkları ve topluluk gibi
demokratik politikanın daha kapsayıcı biçimlerine hareket ettikleri için
politik yeğinliği artıran farklı bir praksis formları dizisini sergilerler ve
bu da onların YTH’le uyarınca
kendilerini yürürlükten kaldırması sorununu doğurur.
[61] Bu konuda ayıca
bkz., Foucault’un eçcinsellik, gay hakları hareketi ve kurumsallaştırmanın
tehlikelerine müdahaleleri, P. Rabinow (ed), Michel Foucault. Ethics. Essential
Works of Foucault 1954-1984. 1. Cilt, Penguin Books, London, 2000. s. 157-73.
[62] .Jameson, ‘periodising
the 60s’, The ideologies of theory, 2. Cilt., Routledge, London, 1988. s. 181.
[63] Ibidem.
[64] A. Negri ve M.
Hardt, Empire, s. 53.
[65] Çokluk Negri’de
eksik kuramlaştırılır, ama onu yasadışı güç niteliğinde bir dışsallık olarak
yadsıyan her türlü otoriteye karşı çokluk, hayatı canlandırma ve yeniden
temellük etme adına kuşaksal bir mücadele biçimi olarak bugün boy göstermesine
tanıklık ettiğimiz çeşitli, merkezsiz, yaygın ve belirleyeci öznelliklerin
eğreti bir gösterimini temsil eder.
[66] ‘Moderniteye özgü
iktidar teorilerinin aşkın, yani üretken ve toplumsal ilişkilere dışsal saymak
zorunda kaldığı şey burda içeride, üretken ve sosyal ilişkilere içkin olarak
şekillenir. Arabuluculuk üretim makinesi içinde soğurulur. Toplumsal mekanın
politik sentezi iletişim alanında sabitlenir. Bu nedenle iletişim endüstrileri
böylesi bir merkezi konumu üstlendi. Onlar yalnızca üretimi yeni bir ölçekte
düzenleyip, küresel alana uygun yeni bir yapıyı dayatmakla kalmıyor, aynı
zamanda onun içkin savunusunu/gerekçelenmesini üretiyor. Üretici ve düzenleyici
sıfatıyla iktidar, bir otorite sıfatıyla kendini ifade eder ve konuşur. Dil
iletişim kurduğu gibi metaları ama ayrıca öznellikler de üretir, onları
ilişkiye sokar, onlara buyurur. İletişim endüstrileri biyopolitik yapı içinde
hayaliyi ve semboliği bütünleştirir, ama onları yalnızca iktidarın hizmetine
sokmayıp, fiilen onun işleyişine katar.(…)
O iktidarın kendi otorite imgesini üreten bir faildir. Bu kendinden
başka hiçbir şeye dayanmayan ve kendini-doğrulama ekseninde kendi dilini
geliştirme yoluyla durmaksızın yeniden önerilen bir meşrulaştırma biçimidir.’
A. Negri ve M. Hardt, Empire, s. 33.
[67] Liberalizmin
Habermas ve Rawls versiyonları ve
müzakereye dayalı etik olarak söylem etiğiyle, rasyonel bir uzlaşmaya varmayı
amaçlayan merkezi bir iletişim
öznesi-öyle ki iletişimsel eylem politikayı onay’a göre sınırlar- Negri’deki
buyruğun işlevi kavramına karşıdır.
[68] Haklar-devleti ve
sosyal devlet arasındaki farklılık: ilki özel ve bireysel çıkarlar arazisinda
işler ve rakip iddiaların uyumlulaşmasını sağlayan bir garantör devlettir. Öte
yanda sosyal devlet-ki burada emeğin sosyal gücü tüm yananlamlarıyla onun
politik biçimine dayanır- farklı bir düzeyde etkilidir. O sınıf ilişkisini
içselleştirir ve uygun biçimde planlar. Genel sosyal (kapitalist) çıkarın
düzenleyicisi olarak hareket ettme hakkını redddenleri baskı altına alır. Haklar
devletinin çelişkisi özel çıkarlar ve
rasyonel düzen-sermayenin pratikte verili birikim taleplerine cevaz veremediği
bir düzen-olma çelişkisidir. Bu anlamda yasa daha çok soyut (oysa sosyal
devlette pragmatiktir) ve resmiydi ve onunla örtüşen liberal politik teori
içinde dile geldi (sosyal gerçekliğe ilişkin önceden, tayin edilmiş gerçekler
bağlamında haklar problemi). Sosyal devlet girişiminde özgürlük ve eşitlik gibi
haklar devletinin çoğu ögesi toplumsallıkla bağdaştığı sürece sürdürülür.
[69] F. Berardi (Bifo) La Fabbrica
dell’infelicita’da maddi olmayan işçilerin insanlık durumunu tasvir eder. New
economy e movimento del cognitariato, Derive-Approdi, Roma, 2001. ‘Deprasyon,
disiplinsel davranış yönetim modeli, sosyal sınıflara ve cinsiyetlere bir yazgı
tayin eden yasalara riayet ve otorite kuralları, normların her bireyin kendini
kendisi olmaya zorlayan bir bireysel insiyatife kışkırtması karşısında
dağıldığı zaman ortaya çıkmaya başlar. Bu normativitiden dolayı yaşamımızın tüm
sorumluluğu bize geçirilir. Böylece deprasyon kendisini eksiklik/yetersizlik
duygusunun üstün geldiği bir sorumluluk hastalığı olarak gösterir. Deprese
değer bir problemi olan değildir; o kendisi olmak zorunda kaldığı için bitkindir’,
buradaki gönderme Alain Ehrenberg’e, La fatigue d’etre soi (s.10).
[70] M. Lazzarato
‘Immaterial Labour’, P. Virno ve M.
Hardt (eds) Radical Thought in Italy. A potential politics içinde,University of
Minnesota Press, Minneapolis, 1996
[71] ‘Bazı anlamlı makro
ekonomik etkiler sermayenin küresel disiplin paradigmasıyla yürürlüğe soktuğu
yeni hareketlilikten çıkar. Nüfusların hareketliliği ulusal piyasaların
(özellikle ulusal işgücü piyasalarının) idaresini giderek zorlaştırır.
Kapitalist hükümranlığın uygun alanı artık ulusal sınırlar ya da geleneksel
uluslararası sınırlarla çizilmez. İş ya da sağlık gibi sebeplerle Birinci
Dünya’ya gitmek için Üçüncü Dünya’yı terkeden işçiler, iki dünya arasındaki
sınırların altını oymaya katkıda bulunur. Üçüncü Dünya gerçekte dünya pazarının
birleşme sürecinde yoktur ama Birinci Dünya’ya girer ve kendisini merkezde
durmaksızın üretilen ve yeniden üretilen bir getto, gecekondu bölgesi ya da bir
varoş olarak kurar. Birinci Dünya Üçüncü Dünya’ya borsa ve bankalar, ulusaşırı
şirketler ve çivi gibi gökdelenler halinde transfer edilir.’ A. Negri ve M.
Hardt, Empire, s. 253-254.
[72] İmparatorluk’ta, STÖ’lerin yaşamın savunusu açısından
biyopolitik topolojide nasıl çalıştığı konusunda bir tartışma için bkz., s.
35-37 ve 312-313.
[73] Negri’nin isyan içinde kurumlaşmış kurucu iktidar
görüşünün yararlı bir eleştirisi için bkz., Warren Montag, Historical
Materialism, içinde, No.8
[74] Bu çapraşık ve
sorunsal bir tezdir: bkz., Empire 3.2., ayrıca Labour of Dionysus 269-272.
Postmodern devletin paradoksu, sivil toplumun yalnızca politik biçimde görünür
olduğu, yani her sosyal gücün feshedildiği ve yalnızca devlet biçimi içinde
anlam bulmaya mecbur olduğu, modern liberal devletin kendi temsili demokratik
ilkelerinin bir krizine uğrdığı keskin bir uğrağa bağlı olmasıdır.
“Partilerin sosyal arabuluculuğu
vasıtasıyla politik temsil, toplum içinde (devletten farklı bir gerçeklik
olarak) şekillenen, devlet kapsamında dikeyleşen ve (rasyonel idare
mekanizmasından farklı bir gerçeklik olarak) seçkin bir politik kadroyu
gözönünde tutması anlamında demode sayılır. Bu temsil tipi,toplumun sermayenin
yönetimi altında kapsanmasının henüz tamamlanmadığı modern liberal topluma
uygundu.” A. Negri ve M. Hardt, Labor of Dionysıs, s. 271.
[75] A.Negri, Notes on
the evolution of the thought of the later Althusser (çev., Olga Vasile) s. 54
[76] Ibid., s.57.
76a ‘Eşsürem, bütünün
yapısına ait farklı ögeler ve farklı yapılar arasında varolan özgül ilişkiler
kavrayışından başka bir şey değildir; o organik bir bütünü, bir sistemi oluşturan
bağımlılık ve eklemlenme ilişkilerinin bilgisidir. Eşsürem, Spinoza’daki
anlamda öncesiz ve sonrasızdır ya da
kendi karmaşıklığının uygun bilgisiyle
karmaşık bir nesnenin uygun bilgisidir.’ L. Althusser, Reading Capital, Verso,
London, 1997, s. 107.
[77] “Bir yöntem ya da
araştırma kipi olarak yapısalcılık içerikten çok düzenlemeyi irdelediği ve
dilbilimsel modelin önceliğini, anlamlı deneyimlerin şekillenmesinde dilin
vedilbilimsel yapıların hakimiyetini
varsaydığı için biçimçidir. Toplumsal hayatın tüm düzey ve katmanları yalnızca
dilleri ve kendi kendilerini bütünüyle dilbilime katı bir benzerlik içide şekillendirdiği ölçüde düzenlenirler
ve sistematiktirler. Giyim tazları ekonomik ilişkiler,bunların hepsi de ayrımlı
algılamalara dayalı, mübadele ve dönüşüm kategorilerince yönlendirilen gösterge
sistemleridirler.(…) Bu nedenle yapısalcılık özcü düşünceye karşı en esaslı
tepkilerden biri, özün (ya da tözselin) yerine ilişkileri ve bütünüyle
ilişkisel algılamaları koyma önerisi olarak görülebilir.” ‘Transformation of
the image in Postmodernity’, F. Jameson, The cultural turn, Selected writings
on the postmodern, 1983-1998. Verso, London, 1998.
Bibliyografya
L. Althusser, Reading capital. Verso, London, 1997.
G. Agamben, G.
Homo sacer. Il potere sovrano e la nuda vita. Einaudi, Torino 1995.
C. Arthur’s
‘Against the logical historical method; dialectical derivation versus linear
logic’, F. Moseley & M. Campbell
(eds) New investigations of Marxist method, Humanities Press, New Jersey 1997.
Z. Bauman,
Memories of class. The Pre-History and After-Life of Class. Routledge, London, 1982.
J. Beasley-
Murray “Ethics as post-political politics”, Reaserch and Sociey, No. 7 1994 pp
5-26.
F. Berardi La fabbrica dell’infelicita’. New economy e movimento del cognitariato. DeriveApprodi, Roma, 2001.
J. Bosma, P. van
Mourik Broekman, T. Byfield, M. Fuller, G. Lovink, D. McCarty, P. Schultz, F.
Stalder, M. Wark, F. Wilding (eds) Read me! Filtered by Nettime. Ascii culture
and the revenge of knowledge. Autonomedia,
New York, 1999.
P. Burke, The
French historical revolution: the ‘Annales’ school, 1929-89. Polity Press, Cambridge, 1990.
H. Cleaver,
Reading Capital politically. Anti/Theses Press, Leeds,
2000.
G. Debord, The
society of the spectacle, Zone Books, New
York, 1995.
http://textz.gnutenberg.net/textz/debord_guy_society_of_the_spectacle.txt
G. Deleuze &
F. Guattari A thousand plateaus. Athlone Press, London 1988.
G. Deleuze
negotiations. 1972-1990. Columbia University Press, New York 1990.
(http://textz.gnutenberg.net/textz/deleuze_gilles_postscript_on_the_societies_of_control.txt)
F. Dosse,
History of structuralism, v. 1: The rising sign, 1945-1966. University of Minnesota
Press, Minneapolis,
1997.
M. Foucault The
will to knowledge. Penguin Books, London 1998.
M. Foucault, ‘La societe disciplinaire en crise’. In Dits et Ecrits vol III. 1976-1979 D.Defert, F.
Ewald & J. Lagrange (eds), Gallimard, Paris,
1994
M. Foucault,
‘About the concept of the ‘dangerous individual’ in XIXth C legal psychiatry’,
in the Journal of law and psychatry, vol. 1, 1978.
M. Foucault,
What is Enlightenment?, in The Foucault Reader, 1984.
http://textz.gnutenberg.net/textz/foucault_michel_what_is_enlightenment.txt
M. Hardt,’
Affective Labour’, in boundary2, 26, no. 2 (Summer 1999).
D. Harvey, The condition of postmodernity, Blackwell, Cambridge MA,
1990.
G. W. Hegel,
Logic, tranlsated by W. Wallace, Oxford University Press, Oxford, 1975.
G. W. F. Hegel,
Phenomenology of Spirit, Oxford University Press, Oxford, 1977.
F. Jameson, The
cultural turn, Selected writings on the postmodern, 1983-1998. Verso, London, 1998.
F. Jameson,
Postmodernism, or, the cultural logic of late capitalism. Duke University
Press, Durham,
1991.
A. Kaplan (ed)
Postmodernism and its discontent,
M. A. Lebowitz,
Beyond capital: Marx's political economy of the working class. Macmillan, Basingstoke, 1992.
S. Makdisi, C.
Casarino & R. E. Karl (eds) Marxism beyond marxism. Routledge, New York,
1996.
C. Marazzi Il
posto dei calzini. La svolta linguistica dell’economia e I suoi effetti sulla
politica. Bollati Boringhieri, Torino 1999.
K. Marx, Grundrisse, Penguin, London, 1973.
K. Marx,
Theories of Surplus Value Volume 1. Progress Publishers, Moscow, 1969.
A. Negri, Crisis
of the crisis-state:http://www.geocities.com/cordobakaf/crisisa.html
A. Negri,
Capitalist Domination and working class sabotage:
http://www.geocities.com/cordobakaf/negri_sabotage.html
A. Negri,
Archaeology and project: The mass worker and the social worker:
http://www.geocities.com/cordobakaf/massworker.html
A. Negri, Marx
beyond Marx, Lessons on the Grundrisse. Autonomedia,
New York, 1991.
A. Negri,
Revolution Retrieved. Selected writings on Marx, Keynes, Capitalist crisis
& new social subjects. 1967-83. Volume I of the Red Notes Italy archive.
Red Notes, London,
1988.
M. Hardt &
A. Negri, The labour of Dionysus, University
of Minnesota Press, Minneapolis, 1994.
A. Negri La costituzione del tempo. Orilogi del capital e liberazione comunista.
Manifestolibri, Roma 1997.
A. Negri,
Insurgencies. Constituent Power and the modern state, University
of Minnesota Press, Minneapolis, 1999.
M. Hardt &
A. Negri, Empire, Harvard
University Press,
Harvard, 2000.
http://textz.gnutenberg.net/textz/hardt_michael_negri_antonio_empire.txt
A. Negri Kairos, Alma Venus, Multitudo. Nove lezioni impartite a me stesso.
Manifestolibri, Roma 2000.
A. Ross (ed),
Universal Abandon? The politics of postmodernism. Edinburgh University
Press, Edinburgh, 1989.
D. Schecter, Sovereign States or Political Communities. Civil
society and contemporary politics. Manchester
University Press, Manchester, 2000.
P. Virno &
M. Hardt (eds) Radical Thought in Italy. A potential politics. University of Minnesota
Press, Minneapolis
1996.
On immaterial
labour:
http://www.emery.archive.mcmail.com/public_html/immaterial/lazzarat.html
http://www.deriveapprodi.org/ind18.html.
http://www.deriveapprodi.org/rivista/12-13/negri12_13.html
On civil society
and the state:
http://www.deriveapprodi.org/rivista/17/hardt17.html
http://www.geocities.com/cordobakaf/crisisa.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder