parrhesiajournal.org /2007
GILBERT SIMONDON
translated by Arne De Boever2
Bu çalışma ontolojiyle değil aksiyoloji ile bağlantılıdır. amaç, teknik bir mentalitenin var olduğunu, gelişmekte olduğunu, bu yüzden eksik olduğunu ve zamanından önce dengesiz görülme riskiyle karşı karşıya olduğunu göstermektir. Gerçeklik düzenine yönelik cesur tutumu onu bildirmeye uğraşan bir ön hazırlık gerektirir, çünkü bu tamamlanmamış doğuş (bu mentaliteyi) genel olarak reddetme riskini olumsuzlayacak ve cehaleti engelleyecek değerleri çalıştırmaya başlar.
Teknik mentalitenin bilişsel şemalar alanında tutarlı, olumlu olduğunu fakat henüz uygun bir biçimde ortaya çıkmadığı için tamamlanmamış ve duygulanımsal kategoriler alanında kendisiyle çelişki içinde olduğunu; ve sonuç olarak hiçbir birliği olmaksızın, her zaman baştan sona iradenin düzeni içinde inşa edilmiş olduğunu göstermeye çalışacağız.
1. Bilişsel Şemalar
Teorik
alan öncelikle, ilk teorileştirme, şematize etme ve formüle etmeye sahip olan
Batı uygarlığında ortaya çıktı. O üretici inşalara yol açtı ve kendini genelleşebilen
yorumlama ve bir keşif yöntemi içinde
temsil etti. Bu anlamda teknik mentalite (zihniyet), esas olarak anolojik aktarım
ve paradigma kullanan ve kendini ortak işlev kiplerinin -ya da işleyiş
rejiminin- başka deyişle sadece canlı ve durağan oldukları ölçüde insandan ya
da insan olmayandan seçilmiş farklı gerçeklik düzenlerine dayandıran kendine
özgü (sui generis) bir bilgi kipi önerir. Antiği3 bir kenara
bırakırsak, teknoloji her zaman evrenselliğin gizli iktidarıyla donatılmış,
yani, sibernetik teori ve kartezyanizm biçimi içinde bilişsel şemalara en
azından iki biçim vermiştir.
Kartezyen
mekanizmada basit bir makinenin temel işleyişi üretici ve dakik olan mantıksal
düşünce yetisinin çalıştırılmasına analojiktir. Basit bir makine dirençlerin
bir harekete, bir işe koşulduğu bir işin kimliğini tesis eden denge durumu
içinde, hareketin geridönüşlü olduğu tahmin edilen özel bir durumdaki, bir
aktarım sistemidir. Parça sayısı ne olursa olsun, eğer makinanın her bir
parçası dakik bir şekilde bu aktarımı gerçekleştirirse, makara blokları
durumunda olduğu gibi, sabit kalan bir ürünün ögeleri ya da –bir kasnakta
olduğu gibi- güçlerinin yalnızca yönü
değişir. Bu akılcı zihinsel süreç
aktarım şemasını alışılmış teknik nesnelerin özüne iade eder: bir zincir
bağları, ikinciyi birinciye sabitleyen bağlantıyla, zincirlenmesidir. Güçlerin aktarımı bağlantıdan bağlantıya
ilerler, bu yüzden her bağlantı iyi kaynaklanmış ve zincirlemede hiç boşluk
kalmamıştır, ikinci bağlantı aracılık ettiği sabitleme noktasında sabitlenmiş
fakat aynı zamanda birinciden çok daha katı biçimde. Bir yığma taş bir bina,
temel taşının direncini ‘kesin olan ve değişmeyen’ bir aktarımla, her eylemin kurucu olarak doğrudan en yüksek zaviyeyi
takip eden başarılı zaviyeler aracılığıyla sonuna kadar tepeye çıkar.4 Gerçeğin bütün kiplerini (fakat aynı zamanda
Kartezyen bilgi kavramlaştırması yoluyla gerçekliği) ideal olarak ve analojik
olarak makineleştiren bu kayıpsız aktarımım anlaşılırlığı sadece Res Extensa
için değili, aynı zamanda Res cogitans için de geçerlidir: ‘uzun bir nedenler zinciri’ öncüllerden sonuca ‘bir kanıt aktarımı’
gerçekleştirir, bir zincirin son bağlantıyla sabitleme noktasından güçlerin
aktarımnı gerçekleştirmesi gibi. Bu yöntemin kuralları sadece matematik yolula
esinlenmez; onlar aynı zamanda mükemmel bir biçimde farklı teknik kontrol ve
fabrikasyon aşamalarına uygundurlar. Düşünce, temel taşının, ya da zincirin
orijinine bağlanan halkanın işlemsel eşdeğeri olan bir sabitlme noktası
gereksinir: certum quid et inconcussum / kesin olan ve değişmeyen: o
bütün söküm girişimlerinden sonra, en abartılı kuşkudan bile sonraya kalan kanıttır. Akıl yürütmenin idaresi bir analizi -zorluğu
çözmek için, mümkün ve gerekli birçok parçaya bölünmesini- gerektirir, çünkü
entelektüel montajın her parçası - bütün içindeki mekanik işlevinin basit ve
mükemmel biçimde açık olduğu bir manivela, bir palanga gibi- basit ve tek
anlamlı bir rol oynamalıdır. (Düzenin ya da sentezin üçüncü kuralı) makinenin
tamamen birleşmiş bir bütünün şemasına göre düzenlenmesidir. Nihayet Dördüncü
kural, denetimin farklı parçaları yerine koymayı ve bir bütün makinenin
adaptasyonunu zincirin her iki ucundaki iki gerçeklikle bir bütün olarak
birleştirmesidir.
hem
makinenin rasyonel çalışmasında hem de düşüncenin işleyişinde gerçekleşen şey
kayıpsız aktarımdır: bilim ve felsefe mümkündür çünkü kayıpsız aktarımın mümkün
olduğu varsayılmıştır. Sonuçta, sadece felsefi düşünümle erişilebilir olan alanlar
sürekli bir yapıya sahip olanlardır. Bu yüzden canlı varlıkları makineler
olarak ele almayı istemenin nedeni açıktır: eğer onlar ontolojik olarak makine değillerse,
bilimin nesnesi olmaları için en azından analojik olmak durumundadırlar. otomatik
düzenleme aygıtlarının (dispozitiflerin) matematikleştirilmesinden doğan –özellikle
de uçakların otomatik uçuş donanımları için kullanışlı olan- bir iletim aygıtı
üzerinde bilgiyi, kendiliğinden bir son ereğe etkin uyumlanmaya izin veren
temel bir şema olarak, yineleme amacı
içinde ortaya çıkar. Kesinleşmiş bir işleyişin bu teknik gerçekleşmesi,
hem insan hem nsan olmayan canlıdaki sayısız düzenlemeyi ve aslında konunun avlar
ve avcılar arasında, ya da coğrafik ve meteorolojik olgular arasında türler
dengesi haline geldiği fenomenleri incelemek için bir anlaşılırlık modeli olarak
hizmet eder.
Bu
anlamda, teknoloji, kendinden menkul olan analojik yorumun ardışık güç dalgalarında
tecelli eder; gerçekten de, o özlerin ya da gerçeklik alanlarının yeniden
parçalarına ayırma sınırlarıyla katlanmış ya da sarılmış değildir. o sınıflandırmalara
başvurmaz ve türeyimsel ilişkileri, özel ilişkileri ve özgül farklılıkları bir
kenara bırakır. Şemaların hiçbiri bir alanı tüketmez, fakat onların her birini
her bir alandaki belirli sayıdaki etkileri için hesaba katar ve başka bir alana
geçişe yol açar. Bu sahiden gerçekçi bir idealizmin5 yakın akrabası
olan bir bilgi teorisini varsayan aşkın kategorik bilgi özellikle bir operasyon
rejiminin, bir etkinlik tarzının evrenselliğini kavramaya uygundur; bir
gerçeğin kipleri ve varlığın geçici olmayan doğası sorunlarını bir yana
bırakır; o kendi işlevsellikleri için geçerlidir; etkinliğe giren şeyin doğası
gereği göreli olduğu ontolojik bir önvarsayım olmadan, etkinlik rejimlerinin
fenomenolojisine yönelmeye eğilimlidir. Şemaların her biri sadece her bölgenin
belirli rejimleri için geçerlidir, fakat o ilkesel olarak her bölgenin her
rejimine uygulanabilir.(5)
Bu anlaşılırlık şemalarının uygulanması “teknik mentalite”nin varsayımları
olarak temsil edilebilir olan iki temel koşul gerektirir:
1.
Bu alt kümeler parçası oldukları şeyin bütünününden göreli olarak ayrılabilir,
sökülebilirler. Teknik faaliyet prosedürleri metafizik olarak bir ve ayrışmaz
olan mutlak olarak bölünmeyen bir organizma değildir. Teknik nesne, inşa
uğrağında kontrol, onarım, test aracılığıyla bakımı yapılması ya da
değiştirilmesi gereken ya da gerekirse onu oluşturan alt kümelerden biri ya da
birkaçının tümüyle değiştirilebilir bir nesne olarak kavrandığı anlamda, teknik
nesne ve canlı arasında basit bir analoji gereksiz ve saçmadır, o
tamamlanabilirdir, onarılabiliridir. Anglo Sakson deyişi kullanırsak ‘bakım’dan
beklenen şey budur. Bu varsayım, bir canlı varlık, insan ya da bir kurumla
hangi şekilde bağlandığı sorulduğunda aşırı derecede önemlidir. Sıklıkla
yaşama, kişiliğe ve geleneğin bütünlüğüne saygı olarak sunulan hazcı varsayım
belki de sadece tembel bir çıkış yoludur. Bir bütün olduğu için varlığı toptan
ret ya da kabul belki de daha cesur bir tutum almaktan –kısaca dikkatli bir
sorgulamadan-kaçınmak içindir. Gerçekten teknik bir tutum ahlaki yargı ve
adaletin kolay köktenciliğinden çok daha düzeylidir, Alt kümeler ve onların
göreli dayanışma kipleri ayrımı böylece teknik mentalitenin bilişsel içeriği
tarafından öğretilen ilk zihinsel çalışma olacaktır.6
2. İkinci yani rejimler ve düzeyler varsayımı: bir varlık bütünüyle anlaşılmak isteniyosa, onun entelekyası ele alınmak yoluyla çalışılmalıdır, etkisiz ya da statik durumu içinde değil. Teknik gerçekliklerin çoğunluğu işlemek ve kendi işlevlerinin bakımını yapmak için bir eşiğin varoluşuna tabidirler; bu eşiğin üstünde onlar saçma, kendini-yıkıcıdırlar; onun altında kendinden-istikrarlı. Çoğu zaman buluş kendisinin gerçekleşen işleyiş koşulları varsayımında –eşik sorununun çözümü varsayımında- içerilidir. Bu buluşların çoğunluğunun yoğuşma ve yoğunlaşma yoluyla, başlangıç unsurları sayısını -aynı zamanda bir optimum olan- minimuma indirgemek yoluyla devam etmesinin nedenidir.7 Böyle bir vakada, örneğin, Leduc’un stato-reactor’üyle; zemin üzerinde o belirli bir doğrultuda itme sağlamaktan aciz, yalnızca saçma bir yapıdır: fakat hareketin belirli bir hızdan başlaması, onun kendi hızını koruma yeteneğini oluşturur -başka deyişle, kendini ileri iter- ve hareketi kullanılabilir bir enerjiyle donatır.
Guimbal
grup
– tamamen bir barajın idaresini zorla düzenleyen- aslen saçma görünüyordu.
Alternatör armatürün joule etkisiyle imha edilmesi gerekir gibi görünen böyle
küçük boyutlardır. Fakat alternatörün, tribünün kendi ekseni üzerinde kanalizasyonuna
tamamen uygun olması tam da bu küçük boyutları yüzündendir. Bu havaya
yerleştirilmiş bir alternatörünkinden çok daha büyük bir etkiye sahip olan bir
soğutma sağlar. Bu dispozisyon olasılıkla
izolasyonu artıran ve gelen suyu önleyen ve
farklı düzeylerde yağlama sağlarken termal değiş tokuşu ayarlayan yağ
ile dolu bir kasaya bir alternatör koyarak yapılmıştır: burada kasadaki yağın çok işlevsellik
karakteri tam da buluşu, işleyen bir rejim
olarak, var kılan yoğunlaşma şemasıdır. Kendi varoluşları için geçilmesi
gereken belirli eşikler gerektiren (burada ‘raman etkisi’, ‘Compton etkisi’
ifadeleri içinde kullanılan) belirli etkilerin, gerçekliğin farklı düzenler
içinde var olmasını beklemek mümkündür. Bu etkiler yapı değildirler: onlar
eşiğin aşılması gereksinimi içinde bu yapılardan farklıdırlar. Kapalı olan bir
içten patlamalı motor stabil bir durumdadır ve kendisini çalıştıramaz;
dışarıdan gelen belirli bir miktar enerjiye ihtiyaç duyar; kendine bakım
eşiğine ulaşması için; belirli bir açılı hız alması gerekir, bir otomatizm
rejimi olarak işleyen eşiğin ötesi, döngünün her evresi izleyen evre için bir
tamamlama koşulunu hazırlar. Bu birkaç gözlemden teknik zihniyetin bilişsel bir
yorumlama için tutarlı ve kullanılabilir şemalar önerdiği sonucunu
çıkarabiliriz. Kartezyen mekanizma ve Sibernetikle birlikte o zaten iki düşünce
hareketi vermiştir; fakat bir vakada yukarıda sunulan iki varsayımın sistematik
kullanımı bir farkındalık olduğunda, o aynı zamanda daha geniş şemalar
düzenlemeye katkıda bulunma yeteneği olarak görünür.
II
Duygulanım Tarzları
resim
daha az açık olsa da duygusal içeriği olabildiğince analiz etmeye çalışalım. Bu vakada kişi Artizan ve endüstriyel kipler
arasında bir antagonizmle, bu iki yaklaşımı bütünüyle ayırmanın imkansız olduğu
ikilinin antagonizmiyle karşılaşır. Zanaatkarın
nostaljisini kat eden sadece üretimin endüstriyel yaşamı değil, fakat aynı
zamanda endüstriyel dünyadan gelen malların günlük tüketim rejimlerinin
farklılığıdır.
Kişi
duygusal kiplerin doğuşunu hesaba katmayı istediğinde artizan ve endüstriyel tarzlar
arasında karşıtlığıyla mükemmel ölçüde birleşmiş ve tutarlı özellikleri bir sepete
koymak zordur. Yine de, çeşitli
girişimlerden sonra, en azından problematik gibi görünen bir ölçüt önereceğiz: zanaatkar
vakasında bütün koşullar insana bağlıdır, ve enerjinin kaynağı bilgininki gibi
aynıdır. her iki kaynak işlemci insanda vardır: orada enerji bir kas gücü
alıştırmasının, jestin geçerliliği gibidir; enformasyon kendiliğinden işlemci insanda geçmişte eğitim yoluyla ve
çalışır vaziyetteki malzemenin somut maddiliği ve amacın (işin) özel karakteristiklerine karşı
öğrenilmiş jestlerin uygulamasını düzenleyen ve denetleyen duyusal donanımın
fiili uygulaması olarak zenginleşmiş bireyden çıkan öğrenilmiş bir şey gibi
ikamet eder. Manipülasyon bir teknisyen gibi aynı ölçekte olan gerçeklik
üzerinde sürekli şemalara göre gerçekleştirilir. Benzer şekilde, çalışma edimi
ve çalışma ürününün kullanım koşulları arasındaki ayrım zayıftır; eyerci at
için çalıştırıldığını bilir, kunduracı doğrudan ölçüler alır; yineleme
mümkündür; kullanım boyunca, ürünün deformasyon tiplerini, nesnenin hangi hızda
eskidiğini, sadece yapım değil aynı zamanda tamir eden usta bilmektedir.
Üstelik,
zanaatkâr (usta) vakasında insan ve doğa arasındaki ilişki dolaysızdır, çünkü o
malzemenin ve onlarla yapılan işin seçimine uzanır. artizan kiplikte, iş
neredeyse ilk malzeme olan fakat deri ya da ahşap gibi doğal durumuna yakın
kalan malzemeleri farklı bir biçimde işleyebildiği için yapaydır. Artizan çalışma genel olarak bu ilk
malzemenin dönüşümünü tamamlamadan önce gelmez. Daha sonra insan bedeninin
dışından gelen bir enerji kaynağı yatırımını gerektirir. Bu anlamda, böyle bir
dönüşüm -endüstri öncesi durumda bile-
bir endüstriyel şemadan gelir, yani,
nesnelerin üretilme tarzı yüzünden artizanal kalsa bile, mineralin metale
dönüşümü aracılığıyla endüstriyel olan metralurjiden gelir.
Endüstriyel
kiplik enformasyon kaynağı ve enerji kaynağı ayrımı yapıldığında, yani, İnsan
yalnızca bilgi kaynağı ve Doğa enerji tedariki için gerekli olduğunda görünür
olur. Makine onun yedek malzemesi olan aletlerden farklıdır: bilgininki ve
enerjininki olmak üzere iki farklı giriş noktası vardır. İmal edilmiş ürün,
verimleri bu enformasyon aracılığıyla bu enerjinin kipleniminin etkisi olan,
işlenebilir malzeme üzerinde uygulama etkisi olan şeydir. Elle kullanılan alet
olayında, enerji girişi ve bilgi girişi karışmıştır, ya da en azından kısmen
birleştirilmiştir. Elbette heykeltıraş bir eliyle keskiye yol açıp ötekiyle
itebilir fakat iki elin uyumunu sağlayan aynı bedendir ve amaca yönelme ve
malzemeden detaylara hareketi içselleştiren tek bir sinir sistemidir. Hareketi
ayaklarıyla veren çömlekçinin çalışması hala aynı türdendir, fakat makinenin
doğuşu için bir beklenti yaratır. Cam üreticisi ilk balonu üflemeyle genişleten
enerji tedarikçisi olduğu ölçüde, camın plastik esneme hızını kendi üfleme
ritmiyle düzenlediği ölçüde, cam yapımı artizanaldır. Fakat enerji bir kompresörden
alındığında o endüstriyel hale gelir.
Enerji
doğal bir kaynaktan alındığında, insan bitimsiz bir rezerv keşfeder ve hatırı sayılır
bir güce sahip olur. Çünkü, zayıf bir enerjinin hayli yüksek enerji kullanımına
yol açabileceği anlamına gelen onu yedekleme dizileri kurmak mümkündür.8
Ne yazık ki, çalışmaya dahil olan bilgi girişi artık artizanal jest şeklinde biricik değildir; o çeşitli hareketler ve çeşitli düzeyler aracılığıyla vuku bulur. Bu ilk adımda, makinenin keşfiyle, çok sayıdan insan kalabalıkları ve hayli çok bilgi bölgelerinin rol oynamaya başladığını ima eden keşifle meydana gelir. Bu ikinci adımda makine kullanmaktan farklı olan faaliyet kipleri olarak makinenin düzenlenmesi ve makine inşası ile birlikte vuku bulur. Nihayet makineyle çalışmayı ve sonra makine kullanmayı ilk öğrenme, üçüncü ve dördüncü adımda olur. Oysa makine, insan ve Doğa ilişkisi olarak, malzeme üzerinde işleyen bir enerji ve bir bilginin karşılaşması olarak tam bir teknik şema oluşturduğu için, sürece katılan dört bilgi uğrağının hiçbiri diğerleri tarafından dengelenmemiş ve organik olarak bağlanmamıştır. Bilgi katma edimi ayrışık hale gelir, ayrı bireyler ve gruplar tarafından alınan ayrı anlar içinde patlamıştır. Ustanın kendi eşdeğeri endüstriyel kiplik içinde tanınması için aynı insan icatçı, inşacı ve uygulayıcı olmak zorundadır. Ancak endüstriyel dünyanın bu genişlemesi ve karmaşıklaşma etkisi, sadece enformasyon kaynağını enerji kaynağı ve ilk malzeme kaynağından değil, fakat katılan enformasyonun farklı görevlerini de birbirinden farklı rollere ayrıştırmıştır. Böylece o, hem kişinin uyguladığı endüstriyel eyleme, hem de bilgi katkısının diğer rollerine bağlanan insanın bütünsel kapasitesinin zayıf bir parçasıdır. Endüstriyel üretimdeki uygulayıcı görevinin tekrarlamalı ve parçalı rejimi endüstriyel yorgunluğun farklı etkilerini tahrik eden “çalışmanın anatomisi”dir.9 Fakat aynı anda inşa ve uygulamaya katkı olmadan sadece keşif görevi yorucudur. mutsuz içatcı figürü aynı zamanda insanlık dışı bir çalışma haline gelir; o bir karşı-tiptir ve aynı nedenden yola çıkar. kendini makinenin enerji girdisi, karmaşık bilgi girdisi boyutuna koymak için insanın sadece doğadan değil fakat aynı zamanda kendisinden de yalıtılmış olduğu sonucuyla birlikte bölünmüş hale gelir ve özgülleşir, ve mucit bile olsa parçalı görevlerle kuşatılır. Bu nedenle o süreksizlikle çalışma yoluyla karşılaşır. Yine de, sanatsal üretim kiplerine geri dönmeye çalışmak artık bir illüzyondur. Çağdaş toplumların gereksinimleri sadece ürünlerin büyük niceliklerini ve nesneler imalatını değil fakat aynı zamanda insan bedeni yoluyla ve aletlerle elde edilemez olan durumları gerektirir. Bunun nedeni gerekli fiziksel tepkimeler sıcaklıklar, basınçlar, insan yaşamıyla eşleşmeyen koşullar ölçeğidir. İşyeri, öte yandan, bir insani çevredir. bu tam endüstriyel üretim vurgusunda, artizanal modalite ve endüstriyel olan arasındaki zıtlığın üstesinden gelen özelliklerin en derininde, kişi en büyük başarı beklentisiyle çalışabilmiştir. ve bu sadece görünüşte ve üstünkörü değil fakat üretimin endüstriyel organizasyonu içinde ve yoluyla insanın bilgi katkısının özgülleşmiş parçalanmasını en aşırı sınırlarına dek itelenmiştir: Taylorizmin ilk olduğu yöntemler dizisi aracılığıyla çalışmanın rasyonalizasyonu.
III. İradi-gönüllü eylem: Bir Normlar çalışması
Fakat
biz burada iradi eylem normlarını araştırmak ve böylece bu teknik mentalite
inşasını tamamlamak için duygulanımsal modaliteleri (duygu tarzlarını) kısa kesmek
durumundayız. Gerçekten de teknik mentalite bütünüyle endüstriyel üretime
adanmış olan insani çevredeki ahlaki kazanım açısından, değerler ve eylem şemaları
içinde gelişebilmiştir. Fakat bu çevre
ürünlerin toplumsal kullanım alanından ayrı kaldığı ölçüde, makinelere bilgi
katkısının farklı işlevleriyle özgülleşmiş çeşitli gruplar halinde -usta,
teknisyen, işçi- parçalanmış oldukları ölçüde, onlar teknik gerçekliğin bir
bütün olarak deneyimine sahip olmadıkları için, evrensel hale gelmeye muktedir
olan bir değer kodunu seçikleştiremezler. Teknokratik tutum
evrenselleştirilemez, çünkü o makinelere nüfuz etmek için dünyayı doğal bir
alan gibi yeniden icat etmeyi kapsar;
metal bir kule ya da muazzam bir köprü inşası kuşkusuz öncü bir çalışma
yapmak ve endüstriyel gücün doğada kazanmak için fabrikayı nasıl terk
edebileceğini göstermek demektir, fakat kule ya da köprü kadar bu faaliyeti
sürdürmenin, bu Yeryüzünün yaşam olasılıkları ve coğrafi yapıları
doğrultusunda, şaşkınlık içindeki Yeryüzünü kaplayan bir ağın parçası haline
gelemeyen mucitin yalıtılmışlığı gibi bir şey vardır.
Eyfel
kulesi ve Garabit viyadükü ilk malzeme kaynaklarının ve enerji kaynakları
etrafında endüstriyel yoğunlaşmanın sonunda vardığı yer olarak, yani,
olağanüstü merkezler ve başarılar olarak değil, fakat sanal bir ağın ilk labirenti
olarak ele alnımalıdır. Tamamen tasarlanmış, fabrikada imal edilmiş ve tek bir
düzeltme olmadan bir yerde toplanmış olan Eiffel Kulesi şimdi bir anten
taşıyıcısı haline gelmiştir; Bu taşıyıcı Avrupa’yı kapsayacak şekilde yüzlerce
direk, sütun ve istasyonlarla birbirine bağlanır. Bu coğrafi ve insan dünyasının
kilit noktasını işaretleyen çok işlevli bir ağın bir parçası haline gelir.11
Tamamen benzer ağların yaratılmasına yol açan ayrı parçaların endüstriyel üretim
olasılığı ikincil dizileri (alt kümeleri) standartlaştırır. Yüzlerce kilometre demiryolu
döşediğinde, kentten kente ve bazen da kıtadan kıtaya tek bir kablo çektiğinde
endüstriyel kiplik, doğa aracılığıyla kendisini genişletmek için endüstri
merkezinden ayrılır. Burada doğaya tecavüz ya da onun ögeleri üzerinde insanın
zaferi söz konusu değildir çünkü aslında doğal yapılar kendilerine
geliştirilmekte olan ağ noktasına ilişmiş olarak hizmet ederler: örneğin Hertz
kabloların aktarım noktaları denizler ve vadiler üzerinde antik kutsallıkların yüksek
tepeleriyle yeniden bir araya gelirler.
Burada,
teknik mentalite başarılı bir biçimde kendini tamamlar ve kendini, özellik ve
yoğunluğun, bireysellik ve kolektivitenin maddi ve kavramsal sentezi içinde bir
düşünce ağına çevirerek doğaya yeniden katılır. –çünkü ağın bütün gücü her
noktasında mevcuttur ve somut ve
özellikle dünyanınkilerle birlikte dokur.
Enformasyon ağları olayı deyim yerindeyse başarının sanal olarak tamamlandığı ideal bir olaydır, çünkü burada enerji ve bilgi endüstriyel aşamada ayrıldıktan sonra tekrar birleşmiştir. Aynı zamanda endüstriyel devleşmenin altyapıları ve toplanmaları daha yönetilebilir bir şekle kavuşur ve daha hafif bir biçime döner: elektronik ve telekomünikasyon düşük kapasiteler, ılımlı enerjiler ve kırılmayan boyutlar kullanır. Fabrika bir laboratuara dönüştüğünde işyeri gibi bir şeyi yeniden keşfeder. O artık, artizan kiplikteki gibi, bireysel kullanıcılar için değil fakat eşanlı olarak bireysel ve kolektif kullanıcılar içindir –kendisi doğadır12- laboratuarın beklentisi ısmarlama bir topluluktur. Böyle bir direk zinciri, böyle bir aktarım zinciri doğanın dizginini oluşturur. Sadece ayrı parçaların imalatı endüstriyel kalır. Aynı zamanda mucit, inşacı ve uygulayıcı arasındaki ayrım azalmıştır: üç tip teknisyen imgesine yönelerek kavuşur, bu sefer, nasıl hesaplayacağını ve nasıl kablolayacağını aynı zamanda bilen biri hem entelektüel hem de kullanıcıdır.
Bilgi ağları olayına en yakını enerji dağıtım ağlarınınkidir: elektrik enerjisi aynı anda bilgi ve enerjidir: bir yandan üretkenlik kaybı olmadan aşağı düşürülebilir. motoru olan bir vibratör ağ üzerine bir kalem ya da bir yem gibi hafif bir araç olarak yerleştirilebilir. Bir insan 1/3 beygir gücünde tek bir elle bir makineyi kolayca manipüle edebilir. Bu enerji, anında kullanımla, tamamen güvenilir bir taşıyıcı haline gelme bilgisiyle ayarlanmış olabilir. Normalleşmiş dağıtıma ve karşılıklı bağıntıya izin veren enerji üretim koşullarını standartlaşması bilgi taşıyıcısındaki bu enerjiye döner: çalışanları bilgi taşıyıcısı olarak düzenleyen bir saat (bir enerji kaynağı olarak) işlev görmesi için alternatif bir ağ istenebilir. aynı anda kullanım eşanlı bir motorda somutlaşmıştır. İletişim ve aktarım ağları tersine daha az saftır. Onlar kendilerini gerçek işlevleri içinde açığa çıkarmayı başaramazlar ve teknik mentalite kendisini herhangi bir baskın biçim içinde işitmeyi başaramaz, ilk olarak çünkü toplumsal ve psikolojik çıkarsamalar (bu ağlar üzerine) önemli bir yük yükler; ikinci olarak çünkü, bilgi ve enerji ağlarının aksine onlar tamamen yeni değildirler ve işlevsel geçmişleri olmaksızın yokturlar. Demiryolu eskiden haz verici, neşeli bir durumdu, çünkü o, neredeyse özerk bir biçimde gelişebilir anlamına gelen yoldan göreli olarak açıkça farklıydı. Bu diğer ağlar durumu vakasında, yine de toplumsal varlık kendini modası geçmiş bir biçimde bildirir, bu, teknik bir nesnenin işlevselliğini kaybetmesi ya da acının dinmesinden daha çok bir toplumsal alışkanlığın dönüşümü ve uylaşımın eskimesine bağlı olan bir geçersizlik türüdür. Süslemeleri ve yazılarıyla birlikte bir binek aracından daha yavaş giden, asırlık bir lokomotifin ihalesi ya da bir alışveriş vagonu: çoğu gereksiz süslerle aşırı yüklü olan en hızlı şekilde demode olandır.
Bu,
teknik mentalitenin gelişimine karşı direndiği açık olan ağ yolu için uygun teknik
nesnelerdir: uçak arabadan teknik olarak çok daha önemli bir dönüşüm
geçirirken, -yine de binek araba onun yakın akrabaları olan tarımsal traktör ve
taşıma araçlarından çok daha hızlı bir biçimde eski moda haline gelir. Bunun
nedeni uçağın pist için ve hava için yapılmış olmasıdır. o ayrı bir nesne
olmadan önce zorunlu olarak gerçek bir ağdır.13 binek araba sadece
gerçeklik olarak –kamyon gibi- bir ağ
tasarımı değil, fakat toplumsal bir nesne, kendisini kullanıcıya sunan bir
giysi, ögesidir. Bu nedenle o bir giysiyi giyerken kullanılan aksesuarlar,
dantel ve nakışlarla aşırı yüklenmiş olma özelliğini kazanır …psikososyal
yaşamın cildi gibi donatılar burada boya, krom, antenler halini alır. Toplumsal önem kendini aracın kütlesi, hacmi
ve boyutları aracılığıyla ifade edebilir.
teknik mentaliteyi iradi seçim alanında üretime sokmak için insanlar arasındaki ilişkilerin ortak etik kategorileri uygulanmaya çalışılabilir, örneğin içtenlik kategorisi: bir araba hızla bozulabilir çünkü o kullanmaktan çok görülmek için yapılmıştır; kapıların genişliğiyle oluşan mekan pasa karşı korunmuş değildir; alt bölümde görünür parçalar mebzul miktarda profil kirişlerle yapılmışken aerodinamik ilkelerine uygun davranılmamıştır.
Fakat
burada bir temel yoktur ve ortaya konana gizlenen ve tezahür edenin, iyi ve
kötünün ikili ahlaki sistemi çok uzun bir yol alamaz. Bu alanda gerçek normları bulmak için, zaten bitkin
ve tükenmiş bilişsel şemalara doğru geriye dönülmelidir ve duygusal kipliklerin
tutarsızlığını bastırma yoluyla tecelli eden mecburiyetlere nasıl tekabül
ettikleri sorulabilir. Teknik nesnelerin gereksiz özelliklerinin nedeni aynı
zamanda üretilen nesnelerin nüfusa hitap eden bu modası geçmişlik enflasyonun
da nedenidir.
Bir otomobil çok hızlı bir biçimde eskir, modası geçer çünkü o, bir ve aynı anda icat, inşa ve üretim eylemi değildir ve eşanlı olarak üretim yol ağlarının ve arabaların görünmesini sağlar. Bu şebeke –bu coğrafik dünyanın işlevsel kullanımı, denetimi- ve bu şebekede seyahat eden arabalar arasında, insanlar kendilerini sanal satın alıcılar olarak görürler: bir araba üretildikten sonra sadece eğer satın alınmışsa, seçilmişse, işlevsel hale gelir. Bu dolayım temelinde oyuna giren bir tekerrür vardır: seri olarak üreten inşacı, satış olasılıklarını hesaplama gereği; o arabaları ve şebekeyi aynı anda inşa etmez fakat o aynı zamanda bu satış seçeneğinin beklentisine sahip olmalıdır. Geçerli olması için bir araba inşa edildikten sonra satın alınmış olmalıdır, annesi tarafından dünyaya getirilen fakat sadece yükseldikten/yetişkin olduktan sonra yaşama dahil edilen Romalı çocuk gibi. Üretilmiş bir nesnenin bu yabancılaşma koşulu, antik pazarda bir kölenin satılması durumuyla ya da bir kadının toplumsal aşağılanması durumuyla kıyaslanabilir: aktif varoluşunu ortaya koyuşu gerçek işlevlerine uygun olmayan araçlar yoluyla olur. Bu entelekyaya karşı gerçekleşir ve böylece bir düalite, gereksizliğin yaygınlığını, gerçek doğanın tahribini yaratır: seçim, çekicilik, prestij, dalkavukluk vb bütün toplumsal mitler ve kişisel inançların kuşkulu etkisi altında yapılır. Gereksiz bir satın alma durumunda, seçen –ne bir kullanıcı ne inşacı olarak hareket eden- insan seçimini teknik olmayan normlar sepetinden yapar. Endüstriyel ürün satınalmanın/satışın karmaşık karakterini yaratan bu normlar oyununun, üretim projelerindeki öngörümleme ya da beklentidir ve modası geçme, eskimenin ana kaynağı da budur. Üretim hareketi ve kullanım hareketi arasındaki fark modası geçmişliği yaratan, gereksizliği ortaya koymaya yol açan gerçek bilgi eksikliğidir. Çünkü bir ve herkes için, bir endüstriyel üretim nesnesini satınalma kararı ya reddinde sabitlenen kabul ya da red hükmü psikososyal bir üretim olan hazcı düşünce yoluyla boyutlanan yanlış bir organizma, örtük bir nesnedir: o ne bir uygulamaya ne de eylem normları ve iradi kararlar düzeyinde teknik mentalitenin gelişimine izin verir.
Fakat kişinin teknik mentaliteyi çekip çıkarmasına izin verecek bir nesne yapısına geçmek nasıl mümkündür?
Her
şeyden önce ve genel olarak bir asketizm pozisyonu, kendini gerçekte işlemeyen
gelişmeler ve hipertelik gelişmeler aracılığıyla ifade eden toplumsal yüklerin
yapay ve sağlıksız karakterinden kurtulmaya izin verir. Çağdaş bir transatlantik
gemi -bir seyahat aracından çok sahte bir yüzen şehir- yavaş yavaş yalnızlığın,
başıboş tekliğin teminine yönelir; kargo gemisi daha saftır. Gereksizliğin bu
çoğalışı her zaman ticari bir uçağı etkisi altına alır: şirketler yolcuya
dalkavukluk eder; uçak daha büyür ve daha ağırlaşır. Fakat asıl mesele
şuradadır: bir nesnenin teknik mentalitenin gelişimine ve onun tarafından
seçilmesine izin vermesi için nesnenin kendisi ağ benzeri bir yapıyı
gereksinir. Eğer kişi bir nesneyi,
kapalı olma yerine, mümkün olduğunca dayanıklılığa yakın olarak kavranan teklif
parçaları olarak hayal ederse, ya da başkalarının tersine her kullanım ya da
yıpranma ya da bir şok ya da bozukluk durumunda en yüksek ayarlama kapasitesine
yoğunlaşacaklarını hayal ederse, o zaman ebedi fiililik durumunda
tamamlanabilen, geliştirilebilen ve bakımı yapılabilen açık bir nesneyi elde
eder. Bir koruma organı ister sigorta olsun ister devre kesici bulunmayan bir
elektrikli makine korunmuş makineden çok daha basit bir görünüştedir. Aşırı bir
yüklenme olduğunda, koruma sistemi devreye girer ve makine kaza öncesi olduğu
halle mutlak olarak mukayese edilebilir hale gelir, bir kere koruma sistemi onu
başlangıç durumuna geri döndürür. Bu başlangıç durumuna geri dönüş
standartlaşmayı, normalleşmeyi varsayar; bu normalleşme çok dakiktir ve makine
daha mükemmeldir; bu sigortaların ya da aynı zamanda makinede kişinin yerini
alan elektronik tüplerin kalibrasyonu olayıdır. Bu kilit noktasıdır: post endüstriyel
teknik nesne iki katmanlı bir gerçekliğin birliğidir; kullanıcıya bağlı olan ve
sonradan yapılan mümkün olduğunca değişmez ve kalıcı bir katman; endüstri ve
tüm değiş tokuş ağları yoluyla dağıtılmış hepsi benzer, gayri şahsi ve kitlesel
üretim olan unsurlardan ibaret olduğu için ebedi olarak yenilenebilen,
değiştirilebilen ve ikame edilebilen bir katman. Bu ağa katılım yoluyla teknik nesne her zaman
yeni ve kullanımı da her zaman çağdaş kalır. Ancak bu korumacılık kesinlikle tamamen
fiili bir durumda bilişsel şemalar sağlayan yapılar aracılığıyla mümkün
kılınmıştır: nesnenin, iradi olarak kırılgan olan parçalar ve kalıcı sağlam
parçaları ayrılabilir kılmak için bilinen, ölçülen ve normalleştirilen işlevler
eşiğine sahip olması ve değiştirmeye tabi olması gerekir. Bir nesne sadece bir
yapı değil fakat aynı zamanda bir rejimdir. Ve kendini göreli olarak ayrı
(bütünün) alt kümeler arası farklılık içinde ifade etme işlev eşiklerinin
normalleşmesi: dayanışma düzeyi kesinlikle kalıcı parçalar ve değişime tabi
parçalar arasındaki ilişkinin ölçüsüdür (grek anlamda ‘metrion’): bu ölçü
rejimin işlev eşikleriyle ilişki içinde optimumu tanımlayan şeydir.
Sonuç,
teknik mentalitenin geliştiği ancak bu oluşumun tam da post-endüstriyel teknik
gerçekliklerin görünüşüyle depreşen bir nedensellik ilişkisine sahip olduğu
söylenebilir: o bu ilişkilerin doğasını açık kılar ve onları gelişmeleriyle
garantilenen normlarla donatmaya yönelir. Böyle bir mentalite sadece artizan
kiplik ve endüstriyel olan arasındaki duygusal zıtlığın yerini, post
endüstriyel ve böylece sürekli operasyon düzeyinde iyileştirici olan teknik
ağların gelişmesine yönelik gönüllü bir yönelime uyumlu bir firmayla ikame
edebilirse gelişebilir.
Teknik mentalitenin mükemmel bir işareti aranırsa, bilişsel şemalar, duygulanım kiplikleri ve eylem normlarının bildirimi tek bir ölçüt içinde birleştirilmesidir: açık olunursa; teknik gerçeklik kendini kayda değer ölçüde sürekli daha iyi olmaya, tamamlanmış, mükemmelleşmiş, genişletilmiş olmaya adar. Bu anlamda, teknik gerçekliğin bir uzantısı mümkündür ve bizzat özellikle güzel sanatlar alanında tecelli eder. Teknik zihniyetin normlarına uygun bir bina inşası onun bozulma ve yıpranma olmadan güçlenmiş, süreklileşmiş genişlemiş bir varlık olabileceğini kavramak anlamına gelir. ‘Le Corbusier manastırı’ teknik zihniyetin mimarlığa katkısının güzel bir örneğidir: planında daha fazla genişleme için uygun uzantı çizgilerini içerir. Ve bu sadece mimari bütün kavramı yüzünden değil fakat aynı zamanda kendini malzemelerin kullanımı ve biçimlerin seçiminde bildiren düşüşü eşleştirme ruhu yüzünden mümkündür: hala beton, kalıp, demir, kablolar ve borumsu uzun koridorlar kullanmak, yeni ve eski arasında bir kopuş olmadan, mümkün olacaktır. kendini tutarlı bir teknofaniye çeviren malzemelerine yönelik mimarinin bu himmeti, araçların taklit edilemez olmamaları, modası geçmişliği reddetmek ve işin sürekliliğinin kurucusu olarak endüstriyel malzemenin kalcı geçerliliklere duyarlı türler arasında üretici bir keşif anlamına gelir.
26. NOTLAR
1. [Simondon bu yayımlanmamış
metnini bu yayını Barthelemy ve V. Bontema’in anısına adayan oğlu Michel
yoluyla bize verdi. Bu metnin yayınlanması iznini bize veren Nathalie Simondon’a sonsuz ve içten teşekkürler]
2 [ Bu metin ilk olarak, ‘Gilbert
Simondon’ ed. Jean-Huges Berhelemy, ve Vincent Bontems, Revue philosophique 3
(2006). Paris, P.U.F., 343-357. ‘da görüldü. Çevirmen Jean-Hugues Barthelemy’ye
bu metni parrhesia’nın dikkatine
getirdiği için teşekkür etmek istiyorum.
Bu metin İngilizce olarak ve Jean-Huges Barhelemy’nin dipnotlarıyla ilk
kez burada yayımlanıyor. –Çeviren]
3. [W] bu, plastisite ve faz değişim şemaları açısından zengin, tersinir veya geri döndürülemez. Bunlar şüphesiz zanaatkar hazırlama tekniklerinden, kilin şekillendirilmesinden ve pişirilmesinden gelmektedir. Tamamen insanın sahip olduğu bir işlemden, sürekli, ilerleyen ve insan ölçeğiyle uyumlu bir işlemden gelen bu ontogenez şemaları, kendileri de ontogenetik olan, ancak karşıt ve niteliksel olarak antagonistlerin karşılaşmasını içeren başka şemalarla karşılaştı. mekansal ve coğrafi olarak farklı ve onları insana göre aşkın kılan bir boyutta ilkeler: yer ve gök, sıcak ve soğuk, kuru ve nemli. Bu iki gerçekliğin birbiriyle karşılaşması için aynı ölçekte olmaları gerekir. Antik Çağ'ın doğa felsefesi, zanaatkar ve büyülü doğuş şemalarının, süreklilik şemalarının ve süreksizlik şemalarının karşılaşmasından gelir. Tarım ve fidanlık, gerçekten de, insan varlığının elinin altında olmadığı zaman, sanayi ve zanaattır.
4. [Fransızca
metin, önceki cümleye bir örnek ekleyen göreli bir önermeden oluşan cümle ile
aynı şekilde sunulmuştur.—J.-H. Barthélémy.]
5. Bu çelişkili ifade, (ki onun bütün düşüncesinin esinidir) Simondon tarafından klasik zıtlıkların hakkından helmeye işaret etmek için kullanılmıştır. Simondon’un burada çağırdığı “bilgi teorisi”, kendi eserimde “felsefi görelilik” ya da Einstein devrimi dediğim şey yoluyla, -her zaman zaten klasik zıtlıkları alt etmeye yönelmiş olan- Kant’ın “Kopernik devrimi”ni alt etmeyi sağlama göreviyle yükümlü bir teoridir. Simondon’un bu paragrafının tümü ve onun sibermetiğin tartışıldığı, onun ‘Allagmatik’ metninin argümanına uzanan önceki paragrafla ilişkisi temel bir öneme sahiptir. Bu metinde Simondon sibernetiği, evrensel bir Sibernetik olmayı (bilgi ve biçim nosyonlarının ışığı altında bireyleşmeyi) amaçlayan bir “operasyonlar teorisi” olarak sunar. Bu yüzden Simondon’un sibernetik düşüncesinin indirgenemezliği önemli dikkate alınmalıdır, çünkü hedeflenen evrensellik klasik enformasyon kavramı ve sibernetik geri bildirim şemasının ikili (çift) eleştirisini ima eder. Sonuç olarak belirtilşmelidir ki, Allagmatik metni aynı zamanda burada paragrafın sonunda daha kesin olduğu söylenebilecek olan şeyde ısrar eder: operasyonlar teorisi varlığın ontolojik etki alanından göreli olarak bağımsızdır. –j.h. Bartelemy.
6. Boeingler uçuş esnasında patlamaya başladığında, onları “kötü uçaklar” olarak yargılamak büyük bir yanılgıydı; daha hassas bir yaklaşım, metal ‘yorgunluğu’ bölgelerini belirlemek üzere, içsel baskı kısıtları ve titreşimlere tabi hücrelerin davranışlarını incelemeyi içermiştir. Bir hukuçu, de Greef, kaderimiz ya da içgüdülerimiz der, bir suç eğer kendi ‘bakımevinde’ (orjinali İngilizce) yargılanıyorsa asla mahkum edilemez; çünkü kuşkusuz bu, onu başkasıyla göreli dayanışma içinde farklı katmanların bileşimi olarak, inşası olarak düşünürsek, yaşamının başlangıç evresinden hareket ettiği içindir. Suçlama genel olarak bireyi homojen bir bütün olarak ele almak yoluyla kurban eder. Bu ırkçılık ve yabancı düşmanlığının nasıl üretildiğini gösterir.
7. [Bu ünlü "somutlaştırma süreci" hakkında, Simondon’un klasik çalışmasının ilk bölümüne bakın: Du mode d'existence des objets teknikleri. [Teknik Nesnelerin Varoluş Modu Üzerine] Paris: Aubier, 1958 (o zamandan beri birkaç yeni baskı ile). Simondon, bu metinde ve ünlü "Guimbal’ın türbini" örneğine de geri dönecek. - J.-H. Barthélémy.]
8. Bir anlamda tarım, hemşirelik, yelkenli
denizcilik, insana bağlı olmayan ve ölçeğin ölçeğini aşan bir gerçeklikten
gelen güçlere hitap ettikleri ölçüde zanaatkârlıktan daha endüstriyeldir.
manipüle edilebilir. Bu işlemler, aynı ölçüde süreksiz olanı da ortaya çıkarır;
nihayetinde yabancılaşırlar ve büyülü-dini bir düşünce egzersizine yol açabilirler.
Aslında, insan hazırlığı işleyişini ve kozmolojik eylemi metalaştırıyorlar.
Kozmik eylem (yağmur, rüzgar, nehrin taşması) insan çabasını almak ve büyütmek
için gelmezse, tohumlar ekildikten veya gemi inşa edildikten sonra insan işi
sonuçsuz kalır. İnsan çabası kozmik eyleme uygun olmalı ve "en kairo"
olmalıdır. Sığırların beslenmesinde, sürünün refahı yalnızca sebzelerin
büyümesine ve su rejimine değil, aynı zamanda salgın hastalıklara da bağlıdır.
9. [Bu, Georges Friedmann'ın bir eserinin başlığının bir alıntıdır: Le travail en miettes [kelimenin tam anlamıyla, “parçalar halinde çalışmak”; Wyatt Rawson tarafından Anatomy of Work: Labor, Leisure ve Implications of Automation olarak İngilizceye çevrildi. New York: Glencoe'nin Serbest Basımı, 1962 — Çev.]. Simondon, 1958'de Du mode d'existence des objets tekniklerinde [Teknik Nesnelerin Varoluş Modu Üzerine], Friedmann'ın işçinin “fiziksel ve zihinsel” yabancılaşmasına ilişkin düşüncesini, kapitalist makineler dünyasında genişletmiş ve derinleştirmişti. komünist olarak. Simondon'un dehası, çözümün makineleri mahkum etmek değil, "aletleri taşıması" gereken "teknik bir birey" statüsünü tanımak ve böylece insanı basit bir yardımcı olarak statüsünden kurtarmak olduğunu göstermekti. Elbette, insan ve makinenin bu eşzamanlı kurtuluşunun tetikleyeceği işsizlik sorunu, böyle bir ilerlemenin aslında ancak ekolojik risklerin, mevcut ekonomik krizin ve Ayrıca kısa süre sonra teknik gelişmeler de - örneğin, süpermarket kasiyerleri olarak çalışan insanların makinelerle yer değiştirmesi - zorla bize önderlik edecek. Barthélémy.]
10. Sanayi, insanı doğadan izole eder çünkü insan-doğa ilişkisinin sorumluluğunu üstlenir: aslında kozmik düzenin gerçekliğinin (rüzgar, yağmur, rüzgâr) yerini alan, insanla ilişki yoluyla gerçekleşir. nehrin taşması, epizooty) insana göre bağımsızlığını bir dereceye kadar azaltırken, ancak boyutun aşkınlığını ve süreksizliğin, geri çevrilemezliğin karakterini koruyor.
11. ["Anahtar noktalar" kavramı, "kültür cümleleri" teorisini ele alan Du mode d'existence des objets tekniklerinin [Teknik Nesnelerin Varoluş Modu Üzerine] Üçüncü ve son Bölümünde ortaya çıkmıştır. . "Kilit noktalar", burada "ilkel büyülü birliği", insanın ilk varoluş biçimi olarak nitelendiriyordu - bu nedenle, bu ilkel birliğin teknik ve dinsel aşamaya herhangi bir "aşama kaymasından" önce. Simondon bu metinde yine “kilit noktalar” kavramını kullanırsa, bu kez teknik dünyanın kendisi ile ilgili olarak, çünkü yirminci yüzyılda, “çok işlevli ağ” olacak yeni bir birlik ortaya çıkmaktadır. insan, doğa ve teknolojinin birliği. Bu aynı zamanda metnin geri kalanının önerdiği şeydir ve Simondon'un “bilgi ağları” na ilişkin değerlendirmesinin gerçekten 1968, hatta 1958'den kalma olduğu gerçeğine dikkat edilmelidir: Simondon bu açıdan gerçek bir vizyonerdi. - J .-H. Barthélémy.]
12. [Simondon'un doğanın kendisini bir teknik kullanıcısı olarak görmesi garip görünebilir. Paragrafın geri kalanı bununla ne demek istediğini açıklıyor: bir "direk dizisi" veya "röle zinciri" "doğanın koşum takımları" dır. Burada tekniklerin kullanımının insan olarak kaldığı ve doğanın sadece Simondon'un "ölçüye göre yapılmış montaj" dediği şeyi dayatan bir kısıtlama olduğu itiraz edilebilir. İkincisi, bu durumda işçilerle yanlış bir ortak nokta olacaktır - çünkü ikinci durumda, "ölçüye göre yapılmış" kullanıcı anlamına gelir. Simondon’un önermesinin gerçek nedeninin başka bir yerde, yani insan ve doğanın birliği olarak “düşünce ağı” ve “laboratuar” hakkında aynı zamanda söylenenlerin - bu durumda bulunmayan ama diğer metinlerde bulunan - bir uzantısı. Bu uzantı şu fikirden oluşur: Bilimsel ve enformasyonelleştirilmiş laboratuvarın temsil ettiği teknik bütünde, teknik gerçeklik kendini nihayetinde somutlaştırır, insanın doğa ile teknik ilişkisi olarak bilgi aracı aracılığıyla etkin bir şekilde amaçlayan teknik bir gerçekliktir. insanda kendisini, ayrılmaz bir şekilde insani ve teknocoğrafik olan bir “bireyötesi” ne dönüştürmek için olan doğa. "Birey ötesi" kavramı ve bunun teknik "somutlaştırma" ile bağlantısı için bkz. Du mode d'existence des objets teknikleri [Teknik Nesnelerin Varoluş Modu Üzerine], 247-249 ve L'individuation'un son bölümü. psychique et Collective (Minnesota P U ile Psişik ve Kolektif Bireyleşme olarak yakında çıkacak) - J.-H. Barthélémy.]
13. [Uçağın bu durumu, Heidegger'in ünlü “Teknoloji Sorunu” seminerinde ticari uçak için söyledikleriyle karşılaştırılabilir. Heidegger'in düşüncesinin dahili bir eleştirisi olan bu karşılaştırmayı "La question de la non-anthropologie" ["Antropoloji dışı soru"] adlı makalemde kendim tartıştım (Vaysse, JM ed. Technique, monde, Bireyleşme. Heidegger, Simondon, Deleuze. [Teknoloji, Dünya, Bireyleşme. Heidegger, Simondon, Deleuze.] Hildesheim: Olms, 2006. 117-132). - J.-H. Barthélémy.]
parrhesiajournal.org /2007
GILBERT SIMONDON
Technical Mentality
Gilbert Simondon, translated by Arne De Boever2
This paper is not concerned with
ontology but with axiology. It aims to show that there exists a technical mentality,
and that this mentality is developing, and therefore incomplete and at risk of
being prematurely considered as monstrous and unbalanced. It requires a
preliminary attitude of generosity towards the order of reality that it seeks
to manifest, because this incomplete genesis brings into play values that a
general refusal [of this mentality] could condemn to ignorance and would risk
negating.
We will try to show that the technical mentality is coherent, positive, productive in the domain of the cognitive schemas, but incomplete and in conflict with itself in the domain of the affective categories because it has not yet properly emerged; and finally, that it is without unity and is almost entirely to be construed within the order of the will.
I. Cognitive Schemas
The theoretical domain was the
first to emerge in Western civilizations, the first to have been theorized, systematized,
and formalized. It has lead to productive constructions and it presents in
itself a method of discovery and interpretation that can be generalized. In
this sense, the technical mentality offers a mode of knowledge sui generis that
essentially uses the analogical transfer and the paradigm, and founds itself on
the discovery of common modes of functioning--or of regime of operation--in
otherwise different orders of reality that are chosen just as well from the
living or the inert as from the human or the non-human. Leaving Antiquity3
aside, technology has already yielded in at least two ways schemas of intelligibility
that are endowed with a latent power of universality: namely, in the form of
the Cartesian mechanism and of cybernetic theory.
In the Cartesian mechanism, the
fundamental operation of the simple machine is analogous to the functioning of
logical thought capable of being rigorous and productive. A simple machine is a
transfer system that, in the particular case in which the movement is presumed
to be reversible, in the state of equilibrium, establishes the identity of a
work that puts into motion and a work that resists. If each piece of the
machine carries out this transfer rigorously, the number of pieces can be
whatever; what changes is merely the direction of forces- -as with the
pulley--or the factors (force and movement) of a product that remains constant,
as in the case of the pulley-blocks. The rational mental process returns the
essence of the customary technical objects to this transfer schema: a chain is
an enchainment of links, with the second link being fixed to the first just as
the first is fixed to the anchoring ring. The transfer of forces goes from link
to link, so that if each link is welded well and there are no gaps in the
enchainment, the last link is fixed to the anchoring point in a more mediated
but also more rigorous way than the first. A building, stone upon stone, row
upon row, in a transfer of the “certum quid et inconcussum”,--the resistance of
the stone of the foundations--all the way to the top, through successive levels
that each act as the foundation for the immediately following higher level.4
This intelligibility of the transfer without losses that mechanizes ideally and
analogically (but also in reality, by virtue of the Cartesian conception of
knowledge) all the modes of the real, applies not only to the RES EXTENSA but
also to the RES COGITANS: the “long chains of reasons” carry out a “transport
of evidence” from the premises to the conclusion, just like a chain carries out
a transfer of forces from the anchoring point to the last link. The rules of
the method are not only inspired by mathematics; they are also perfectly conform
to the different stages of fabrication and technical control. Thought needs an
anchoring point that is the operative equivalent of the stone under the
building, or of the ring that is attached to the origin of the chain: certum
quid et inconcussum: it is evident what remains after all attempts at
deconstruction, even after hyperbolic doubt. The conduct of reasoning requires
an analysis--a division of the difficulty in as many parts as possible and as
needed in order to beter solve the difficulty--because each piece of the intellectual
montage must play a simple, univocal role--like a pulley, a lever of which the mechanical
function in the whole is simple and perfectly clear. The third rule (of the
synthesis or the order) is the arrangement according to the schema of the
completely unified whole of the machine. Finally, the fourth rule, that of
control, is the unification of the placement of the different pieces and the
adaptation of the machine as a whole to the two realities at both ends of the
chain.
What is carried out in both the rational study of machines and in the conduct of thought is the transfer without losses: science and philosophy are possible because the transfer without losses is presumed to be possible. Consequently, the only domains that are accessible to philosophical reflection are those with a continuous structure. It will therefore be clear why one has wanted to consider living beings as machines: if they weren’t machines ontologically, they would have to be so at least analogically in order to be objects of science. Cybernetics, which was born from the mathematisation of the automatic regulation apparatuses [dispositifs]- particularly useful for the construction of automatic equipment of airplanes in flight- introduces into this the recurring aim of information on a relay apparatus as the basic schema that allows for an active adaptation to a spontaneous finality. This technical realization of a finalized conduct has served as a model of intelligibility for the study of a large number of regulations--or of regulation failures--in the living, both human and nonhuman, and of phenomena subject to becoming, such as the species equilibrium between predators and preys, or of geographical and meteorological phenomena: variations of the level of lakes, climatic regimes.
In this sense, technology manifests in successive waves a power of analogical interpretation that is sui generis; indeed, it is not hemmed in by the limits of repartition of essences or of domains of reality. It does not take recourse to categories, leaves aside generic relations, special relations, and specific differences. None of the schemas exhausts a domain, but each of them accounts for a certain number of effects in each domain, and allows for the passage of one domain to another. This transcategorical knowledge, which supposes a theory of knowledge that would be the close kin of a truly realist idealism,5 is particularly fit to grasp the universality of a mode of activity, of a regime of operation; it leaves aside the problem of the atemporal nature of beings and of the modes of the real; it applies to their functionings; it tends towards a phenomenology of regimes of activity, without an ontological presupposition that is relative to the nature of that which enters into activity. Each of the schemas applies only to certain regimes of each region, but it can in principle apply to any regime of any region.
The application of such schemas of intelligibility requires two main conditions, which can be presented as postulates of the “technical mentality”:
1. The subsets are relatively detachable from the whole of which they are a part. What technical activity produces is not an absolutely indivisible organism that is metaphysically one and indissoluble. The technical object can be repaired; it can be completed; a simple analogy between the technical object and the living is fallacious, in the sense that, at the moment of its very construction, the technical object is conceived as something that may need control, repair, and maintenance, through testing, and modification, or, if necessary, a complete change of one or several of the subsets that compose it. This is what one calls anticipated “maintenance,” to use the Anglo-Saxon term. This postulate is extremely important when one questions the way in which one can engage with a living being, a human being, or an institution. The holistic postulate, which is often presented as an attitude of respect for life, a person, or the integrity of a tradition, is perhaps merely a lazy way out. To accept or reject a being wholesale, because it is a whole, is perhaps to avoid adopting towards it the more generous attitude: namely, that of careful examination. A truly technical attitude would be more refined than the easy fundamentalism of a moral judgment and of justice. The distinction of the subsets and of the modes of their relative solidarity would thus be the first mental work that is taught by the cognitive content of the technical mentality.6
2. The second postulate is that of the levels and the regimes: if one wants to understand a being completely, one must study it by considering it in its entelechy, and not in its inactivity or its static state. The majority of technical realities are subject to the existence of a threshold to start up and to maintain their own functioning; above this threshold, they are absurd, self-destructive; below it, they are self-stable. Very often, the invention consists in supposing the conditions of their functioning realized--in supposing the threshold problem resolved. This is why the majority of inventions proceed by condensation and concretization, by reducing the number of primitive elements to a minimum, which is at the same time an optimum.7 Such is the case, for example, with the stato-reactor of Leduc: on the ground, it is merely an absurd structure, incapable of providing a push in a determinate direction: but starting from a certain speed of movement, it becomes capable of maintaining its speed--in other words, its pushing forward--and of furnishing a usable energy of movement.
The GUIMBAL group--which is held entirely in the forced conduct of a dam--originally seemed absurd. The alternator is of such small dimensions that it seems that the armature must be destroyed by the Joule effect. But it is precisely this small dimension that allows for the alternator to be lodged completely within the canalization, on the turbine axis itself. This ensures a cooling that has a considerably greater effect than that of an alternatör placed in the air. This disposition is made possible by putting the alternator in a casing filled with oil, which heightens the isolation and improves the thermal exchanges, all the while ensuring the lubrication of the different levels and preventing water from coming in: here, the multifunctional character of the oil of the casing is the very schema of concretization that makes the invention exist, as a regime of functioning.
Analogically, it is possible to
anticipate the existence, within different orders of reality, of certain
effects (used here as in the expressions “the Raman effect,” “the Compton
effect”) that for their existence require determinate thresholds to be crossed.
These effects are not structures; they are different from these structures in
that they require the threshold to be crossed. An internal combustion engine
that is turned off is in a stable state and cannot turn itself on; it needs a
certain amount of energy coming from outside, it needs to receive a certain angular
speed in order to reach the threshold of self-maintenance, the threshold beyond
which it functions as a regime of automatism, with each phase of the cycle
preparing the conditions of completion for the following phase.
From these few observations, we
can conclude that the technical mentality already offers coherent and usable schemas
for a cognitive interpretation. With the Cartesian mechanism and cybernetics,
it has already yielded two movements of thought; but in the case when there is
an awareness of the systematic use of the two postulates presented above, it
also appears to be capable of contributing to the formation of larger schemas.
II. Affective Modalities
The picture is much less clear, however, as soon as one tries to analyze affective contents. In this case, one Encou nters an antagonism between the artisanal and the industrial modalities, an antagonism that is paired to an impossibility of completely separating these two aspects. The craftsman’s nostalgia traverses not only the industrial life of production, but also the different daily regimes of the consumption of goods coming from the industrial world.
It is difficult to return a bundle of perfectly coherent and unified traits to the opposition between the artisanal and the industrial modality when one wants to account for the genesis of affective modalities. However, we will propose a criterion that, after several attempts, seemed to be the least problematic: in the case of the craftsman, all conditions depend on the human being, and the source of energy is the same as that of information. The two sources are both in the human operator; there, energy is like the availability of the gesture, the exercise of muscular force; information simultaneously resides in the human operator as something learned, drawn from the individual past enriched by education, and as the actual exercise of the sensorial equipment that controls and regulates the application of the learned gestures to the concrete materiality of the workable material and to the particular characteristics of the aim [of the work]. The manipulation is carried out according to continuous schemas on realities that are of the same scale as the operator. Correlatively, the distance between the act of working and the conditions of use of the product of the work is weak: the shoemaker has directly taken the measurements, the saddler knows for which horse he is working; recurrence is possible: the speed with which the object wears off, the types of the deformation of the product during usage are known to the craftsman, who does not only construct but also repairs.
Moreover, in the case of the
craftsman the relation between the Human Being and Nature is immediate, because
it lies in the choice of the materials and of the work that is done on them. In
the artisanal modality, work is artifice, it orders and makes act differently
workable materials that are almost primary materials, but that remain close to
the natural state, like leather or wood. Artisanal work is generally not
preceded by a complete transformation of these primary materials. The latter
would require the investment of sources of energy taken from outside of the
human body. In this sense, such a transformation comes--even in the
pre-industrial state- -from an industrial schema, namely that of metallurgy,
which is industrial through the transformation of the mineral into metal, even
if it remains artisanal because of the way it produces objects.
The industrial modality appears
when the source of information and the source of energy separate, namely when
the Human Being is merely the source of information, and Nature is required to
furnish the energy. The machine is different from the tool in that it is a
relay: it has two different entry points, that of energy and that of
information. The fabricated product that it yields is the effect of the
modulation of this energy through this information, the effect that is
practiced on a workable material. In the case of the tool, which is handheld,
the entry of energy and the entry of information are mixed, or at the very
least partially superimposed. Of course, one can guide the chisel of the
sculptor with one hand, and push it with the other, but it is the same body
that harmonizes the two hands, and a single nervous system that appropriates
their movement into such detail from the material and for the set aim. The
potter’s work, which is moved by his feet, is still of the same kind, but it
allows one to anticipate the birth of the machine. Glass-making is artisanal
insofar as the glass-maker furnishes the energy that dilates the initial bubble
by blowing, and insofar as he regulates through the rhythm of his blowing the
speed of the plastic deformation of the glass. But it becomes industrial when
the energy is borrowed from a compressor.
When he borrows energy from a
natural source, the human being discovers an infinite reserve, and comes to possess
a considerable power. For it is possible to set up a series of relays, which
means that a weak energy can lead to the usage of considerable energies.8
Unfortunately, the entry of
information that comes into the work is no longer unique in the way it is with
the artisanal gesture: it happens through several moments and at several
levels. It takes place a first time with the invention of the machine--an invention
that sometimes implies the bringing into play of considerable zones of knowledge
and the gathering of a large number of human beings. It happens a second time
with the construction of the machine and the regulation of the machine, which
are modes of activity that are different from the machine’s usage. Finally, it
happens a third and a fourth time, first in the learning to work with the
machine, and then in the machine’s usage. Whereas the machine constitutes a
complete technical schema, as the relation of nature and the Human Being, as
the encounter of an information and an energy operating on a material, none of
the four moments of information contribution is organically linked to and
balanced out by the others. The act of information contribution becomes
dissociated, it is exploded into separate moments taken on by separate
individuals or groups. In order for the craftsman to recognize his equivalent
in the industrial modality, the same human being must be inventor, constructor,
and operator. However, the effect of this amplification and complication of the
industrial world is to spread out the different roles from each other: not only
the source of information from the source of energy and the source of primary
material, but even the different tasks of information contribution. It is thus
a weaker part of the total capacities of the human being that is engaged in the
industrial act, both when s/he is operator and in the other roles of
information contribution. The iterative and fragmentary regime of the task of
the operator in industrial production is an “anatomy of work”9 that provokes
different effects of industrial fatigue. But it is also exhausting to have only
invention as a task, without also participating in construction and operation.
The figure of the unhappy inventor came about at the same time as that of the
dehumanized worker: it is its counter-type and it arises from the same cause.
To put itself at the dimension of the machine’s energy entry, the information
entry complicates itself, becomes divided and specialized, with the result that
the human being is not only isolated from nature10 but also from himself, and enclosed
in piecemeal tasks, even as inventor. He thus encounters the discontinuous
through work. However, trying to return to directly artisanal modes of
production is an illusion. The needs of contemporary societies require not only
large quantities of products and manufactured objects, but also states that
cannot be obtained by means of the human body and by the tool. This is because
the temperatures, the pressures, the required physical reactions, the scale of
the conditions do not match those of human life. The workplace, on the other
hand, is a human environment.
It is in this very emphasis on industrial production, in the deepening of its characteristics that an overcoming of the antithesis between the artisanal modality and the industrial one can be studied with a greater likelihood of success. And this not only generally and superficially but by means of what, within the industrial organization of the production, has pushed to its extreme limits the specialized fragmentation of human information contribution: the rationalization of work through a series of methods of which Taylorism was the first.
III. Voluntary Action: A Study
of Norms
But we must cut short here the
consideration of the affective modalities in order to investigate norms of voluntary
action, and thus to complete this construction of the technical mentality.
Indeed, the technical mentality can be developed into schemes of action and
into values, to the point of yielding a morality in human environments that are
entirely dedicated to industrial production. But insofar as these environments remain
separated from the social field of the usage of products, insofar as they
themselves remain fragmented into several specialized groups by their different
functions of information contribution to machines--mastery, technicians,
workers--, they cannot elaborate a value code that is capable of becoming universal,
because they do not have the experience of technical reality as a whole. The
technocratic attitude cannot be universalized because it consists of
reinventing the world like a neutral field for the penetration of machines;
constructing a metal tower or an immense bridge undoubtedly means making a
pioneer work and showing how industrial power can leave the factory in order to
gain in nature, but there is something of the isolation of the inventor that subsists
in this activity insofar as the tower or the bridge do not become part of a
network covering the Earth in its mazes, in accordance with the geographical
structures and living possibilities of this Earth.
The Eiffel Tower and the Garabit
viaduct must be considered as the arrival of the end of the industrial
concentration around sources of energy or primary material sources, that is to
say not as spectacularly isolated centers and successes,but as the first maze
of a virtual network. The Eiffel Tower, which was entirely designed and fabricated in the factory, and only assembled
on site, without a single correction, has now become the carrier of antennae;
it interconnects with hundreds of pylons, masts, and stations by which Europe
will be covered. It becomes part of this multifunctional network that marks the
key points of the geographical and human world.11
It is the standardization of the subsets, the industrial possibility of the production of separate pieces that are all alike that allows for the creation of networks. When one puts railroad tracks over hundreds of kilometers, when one rolls off a cable from city to city and sometimes from continent to continent, it is the industrial modality that takes leave from the industrial center in order to extend itself through nature. It is not a question here of the rape of nature or of the victory of the Human Being over the elements, because in fact it is the natural structures themselves that serve as the attachment point for the network that is being developed: the relay points of the Hertzian “cables” for example rejoin with the high sites of ancient sacredness above the valleys and the seas.
Here, the technical mentality successfully completes itself and rejoins nature by turning itself into a thoughtnetwork, into the material and conceptual synthesis of particularity and concentration, individuality and collectivity--because the entire force of the network is available in each one of its points, and its mazes are woven together with those of the world, in the concrete and the particular.
The case of information networks
is so to speak an ideal case where the success is virtually complete, because here
energy and information are united again after having been separated in the
industrial phase. At the same time, the assemblages and the substructures of
the industrial gigantism return in a more manageable way, in a lighter form:
electronics and telecommunications use reduced tonnages, moderate energies,
dimensions that are not crushing. The factory rediscovers something of the
workplace when it is transformed into a laboratory. It is no longer for the
individual user, as in the artisanal modality, but for the simultaneously
collective and individual user—nature itself12—that the laboratory anticipates
a made-to-measure assemblage. Such lines of pylons, such a chain of relays constitutes
the harness of nature. Only the fabrication of separate pieces remains
industrial. At the same time, the distance between the inventor, the
constructor, and the operator is reduced: the three types converge towards the
image of the technician, this time both intellectual and handy, who knows at
the same time how to calculate and how to install a cabling.
Very close to the case of information networks is that of networks of energy distribution: electric energy is at the same time information and energy: on the one hand, it can be indefinitely paired down without a loss of productivity. A vibrator, which is a motor, can be located in the point of a tool as light as a pencil and feed on the network. A human being can easily manipulate with one single hand a 1/3 horsepower engine. This energy can, at the very moment of usage, entirely be modulated by an information of which it becomes the faithful carrier. On the other hand, the very standardization of the conditions of energy production, which allows for the interconnection and normalized distribution, turns this energy into the carrier of information: one can ask the alternative network to make function (as the source of energy) a watch whose workings it regulates as carrier of information. The simultaneous usage is concretized in the synchronic motor. Communication and transportation networks are, by contrast, less pure. They do not succeed to reveal themselves in their true function, and the technical mentality does not succeed to make itself heard in any preponderant way, first of all because social or psychosocial inferences put a considerable burden [on these networks]; second, because unlike information or energy networks, they are not entirely new and without functional antecedents.
The railroad enjoyed a privileged situation because it was relatively clearly distinct from the road, which meant that it could develop in an almost autonomous way. In the case of these other networks, however, the social begins to manifest itself in the form of obsolescence, the kind of disuse that is linked to the aging of convention and the transformation of social habits rather than a wearing off or a loss of functionality of the technical object. A wagon with merchandise or a tender of a locomotive ages less quickly than a passenger car, with its ornaments and inscriptions: the one that is most overloaded with inessential ornaments is the one that goes out of fashion the most quickly.
But it is in the technical
objects suited for the road network that the resistance opposed to the
development of the technical mentality is the clearest: obsolescence hits the
passenger car much faster than the utility vehicle or the agricultural tractor,
which nevertheless are its close cousins—the car ages faster than the plane,
whereas the plane has technically gone through more important transformations
than the car. This is because the plane is made for the runway and for the air.
It is necessarily a network reality before being a separate object.13 The car
is not only conceived as a network reality—like trucks—but as a social object,
an item of clothing in which the user presents himself. It thus receives
characteristics like the ones one used to wear on clothes and that overburdened
them with lace and embroideries… these scurf-like ornaments of psychosocial
life—here, they become paint, chrome, antennae. The social importance can also
express itself through mass, volume, and the size of the vehicle.
To bring about the production of
the technical mentality in the domain of voluntary choice, one could try to apply
the categories of a common ethics of the relation between human beings, for
example the category of sincerity: a car deteriorates quickly because it was
made to be seen rather than to be used; the space taken up by the width of the
doors is not protected against rust; the underside is not treated according to
the principles of aerodynamics whereas the visible parts are abundantly
profiled.
But the essential is not there,
and the introduction of a dualist moral system of good and evil, of the hidden and
the manifest, would not lead one very far. To find real norms in this domain,
one must return towards the cognitive schemas that have already been drawn out,
and ask oneself how they can respond to the exigency manifested by the pressing
incoherence of the affective modalities. The reason for the inessential
character of technical objects, which is at the same time the cause of this
inflation of obsolescence that has hit the population of produced objects, is
the absence of an industrial deepening of production.
A car becomes obsolete very fast because it is not one and the same act of invention, construction, and production that simultaneously makes appear the road network and the cars. Between the network--this functional harness of the geographical world—and the cars that traverse this network, the human being inserts himself as a virtual buyer: a car only comes to function if it is bought, if it is chosen, after it has been produced. There is a recurrence that comes into play on the basis of this mediation: the constructor, who has to produce serially, needs to calculate the possibilities of sales; he must not only simultaneously construct the network and the cars, but he also has to anticipate this sales option. In order to be valuable, a car must be bought after having been constructed, like the Roman child who was put into the world by the mother but was only admitted to life after elevatio. One could also compare this alienated condition of the produced object in the situation of venality to that of a slave on the market in Antiquity, or to that of a woman in a situation of social inferiority: the introduction to active existence happens through means that are inadequate to the real functions. It takes place against entelechy and thus creates a duality, a prevalence of the inessential, a distortion of true nature: choice is made under the dubious influence of charm, prestige, flattery, of all the social myths or of personal faiths. In the inessential situation of the buyer—who is neither a constructor nor a user in act—the human being who chooses, introduces into his choice a bundle of non-technical norms. It is the anticipation, in the Project of production, of the play of these norms that creates the mixed character of the venality of the industrial product, and that is the main source of obsolescence. The distance between the act of production and the act of usage, this lack of real information allows for the introduction of the inessential, which creates obsolescence.
Because it is judged once and for all, accepted or rejected in full in the
decision or the refusal to buy, the object of industrial production is a closed
object, a false organism that is seized by a holistic thought that was
psychosocially produced: it allows for neither the exercise nor the development
of the technical mentality at the level of voluntary decisions and norms of
action. But how is it possible to pass to a structure of the object that would
allow one to draw out the technical mentality?
First of all, and generally
speaking, a position of ascetism allows one to get rid of the artificial and
unhealthy character of social burdens, which expresses itself through
hypertelic developments or developments that in reality don’t function. A
contemporary transatlantic liner--a fake floating city rather than an
instrument of travel--slowly tends towards the recruitment of lonely, idle
ones; the cargo ship is more pure. This proliferation of the inessential
already takes hold of the commercial airplane: the companies flatter the
traveler; the plane grows bigger and heavier. But the essential lies in this:
in order for an object to allow for the development of the technical mentality
and to be chosen by it, the object itself needs to be of a reticular structure.
If one imagines an object that, instead of being closed, offers parts that are
conceived as being as close to indestructible as possible, and others by contrast
in which there would be concentrated a very high capacity to adjust to each usage,
or wear, or possible breakage in case of shock, of malfunctioning, then one
obtains an open object that can be completed, improved, maintained in the state
of perpetual actuality. An electric machine that is not provided with an organ
of protection, whether a fuse or a circuit breaker, is only in appearance more
simple than a protected machine. When there is an overload, the system of
protection kicks in, and the machine becomes absolutely comparable to what it
was before the accident, once the system of protection has been returned to its
initial state. This return to the initial state presupposes standardization,
normalization; the more rigorous this normalization, the more perfect the
machine: this is the case of calibrated fuses, or also of electronic tubes that
one replaces in a machine. This is the key point: the postindustrial technical
object is the unity of two layers of reality: a layer that is as stable and
permanent as possible, which adheres to the user and is made to last; and a
layer that can be perpetually replaced, changed, renewed, because it is made up
of elements that are all similar, impersonal, mass-produced by industry and
distributed by all the networks of exchange. It is through participation to
this network that the technical object always remains contemporary to its use,
always new. However, this conservation in a state of full actuality is
precisely made possible through the structures that the cognitive schemas
provide: the object needs to heave thresholds of functioning that are known,
measured, normalized in order for it to be able to be divided into permanent
parts and parts that are voluntarily fragile, and subjected to replacement. The
object is not only structure but also regime. And the normalization of thresholds
of functioning expresses itself in the difference between relatively separate
subsets [of the whole]: the degree of solidarity is precisely the measure (in
the Greek sense of “metrion”) of the relation between the permanent parts and
the parts subject to replacement: this measure is what defines the optimum of
the regime in the relation of thresholds of functioning.
In conclusion, one can say that the technical mentality is developing, but that this formation has a relation of causality that recurs with the very appearance of post-industrial technical realities: it makes explicit the natüre of these realities and tends to furnish them with norms to ensure their development. Such a mentality can only develop if the affective antinomy of the opposition between the artisanal modality and the industrial one is replaced by the firm orientation of a voluntary push towards the development of technical networks, which are postindustrial and thus recover a continuous level [of operation].
If one seeks the sign of the perfection of the technical mentality, one can unite in a single criterion the manifestation of cognitive schemas, affective modalities, and norms of action: that of the opening; technical reality lends itself remarkably well to being continued, completed, perfected, extended. In this sense, an extension of the technical mentality is possible, and begins to manifest itself in the domain of the Fine Arts in particular. To construct a building according to the norms of the technical mentality means to conceive of it as being able to be enlarged, continued, amplified without disfiguration or erasure. The “Le Corbusier monastery” is a beautiful example of the contribution of the technical mentality in architecture: it includes within its plan its proper line of extension, for a further enlargement. And this is possible not only because of the architectural conception of the whole, but also because of the spirit of pairing down that manifests itself in the choice of forms and the use of materials: it will be possible, without any break between the old and the new, to still use concrete, shuttering, iron, cables, and the tubulature of long corridors. The non-dissimulation of means, this politeness of architecture towards its materials which translates itself by a constant technophany, amounts to a refusal of obsolescence and to the productive discovery amongst sensible species of the permanent availability of the industrial material as the foundation for the continuity of the work ■
NOTES
1. [This unpublished text by
Simondon was given to us by his son Michel, to whose memory this publication is
dedicated.— J.-H. Barthélémy and Vincent Bontems. Parrhesia also gratefully
thanks Nathalie Simondon for her permission to publish this text.]
2. [This text initially appeared
in: Barthélémy, Jean-Hugues and Vincent Bontems, eds. Gilbert Simondon. Revue
philosophique 3 (2006). Paris, P.U.F., 343-357. The translator would like to
thank Jean-Hugues Barthélémy for bringing this text to Parrhesia’s attention.
The text is published here in English for the first time, and with new
footnotes by Jean-Hugues Barthélémy.— Trans.]
3. [W]hich has been rich in
schemes of plasticity and of phase changes, reversible or irreversible. These
come without a doubt from the artisanal techniques of preparation, the shaping
and baking of the clay. These schemes of ontogenesis, coming from an operation
entirely possessed by the human being, an operation that is continuous,
progressive, and conform with the human being’s scale, have encountered other
schemes, themselves also ontogenetic, but including the encounter of opposed and
qualitatively antagonist principles that are spatially and geographically
distinct, and of a dimension that renders them transcendent in relation to the
human being: the earth and the heavens, the hot and the cold, the dry and the
humid. In order for these two realities to encounter each other, they have to
be at the same scale. The nature philosophy of Antiquity comes from the encounter
of the artisanal and the magical schemes of genesis, of the schemes of
continuity and the schemes of discontinuity. Agriculture and nursery are indeed
industries and craftsmanships, when the human being does not hold the
possession of their means in hand.
4. [The French text is presented in the same way, with the sentence consisting of a relative proposition that adds an example to the previous sentence.—J.-H. Barthélémy.]
5. [This contradictory expression is used by Simondon to refer to the overcoming of the classical oppositions (which is what his entire thought aspired to). The “theory of knowledge” that Simondon invokes here is a theory whose task is to extend-overcome the “Copernican revolution” of Kant—who was already oriented towards the overcoming of the classical oppositions—by that which I have called, in my own work, an “Einsteinian revolution” or philosophical relativity. This entire paragraph by Simondon is of fundamental importance here, and its relation to the previous paragraph, which discussed cybernetics, extends the argument of his text “Allagmatics.” In this text, Simondon presents cybernetics as a “theory of operations” that aims to “be a universal Cybernetics” (L’individuation à la lumière des notions de forme et d’information [Individuation in light of the notions of form and information]. Paris: J. Millon, 2005, 561). One should therefore be careful not to reduce Simondon’s thought to cybernetics, because the universality that is targeted in “Allagmatics” imposes a double critique of the cybernetic schema of feedback and the classical conception of information. Finally, it should be noted that the text “Allagmatics” also insists on what the end of the paragraph under discussion here will say more precisely: the theory of operations is relatively independent from the ontological domains of being.—J.-H. Barthélémy.]
6. When the Boeings started
exploding in flight, it was a gross mistake to judge them as “bad planes”; a
more precise approach has consisted in studying the behavior of cells subject
to vibrations and constraints of internal suppression, so as to determine the
zones of “fatigue” of metal. A jurist, De Greef, says in Notre destinée et nos
instincts [Our Destiny and Our Instincts] that a criminal would never be
condemned if he were judged in his “nursery” [in English in the original]; this
is undoubtedly because, starting from this initial phase of his life, one would
consider him as constructed, as composed of different layers in relative
solidarity to one another. The condemnation generally sacrifices something by
considering the individual as a homogenous whole. This is how racism and
xenophobia are produced.
7. [On this famous “process of concretization,” see the first chapter of Simondon’s classic work: Du mode d’existence des objets techniques. [On the Mode of Existence of Technical Objects.] Paris: Aubier, 1958 (with several new editions since). Simondon is going to come back in this text as well to the famous example of “Guimbal’s turbine”.—J.-H. Barthélémy.]
8. In a certain sense,
agriculture, nursing, navigation with sails are more industrial than artisanal,
to the extent that they appeal to forces that do not depend on the human being,
and that come from a reality of which the scale surpasses the scale of that which
can be manipulated. These operations introduce the discontinuous to the same
extent; they are, eventually, alienating, and can give rise to a
magico-religious exercise of thought. Indeed, they commodulate the human
operation of preparation and the cosmological action. Human work remains
without results, after the seeds have been sown or the ship has been
constructed, if the cosmic act (rain, wind, overflowing of the river) does not
come in to receive and amplify the human effort. The human effort must be in accordance
with the cosmic act, and be “en kairo.” In the nursing of cattle, the
prosperity of the herd does not only depend on the growth of vegetables and of
the regime of waters, but also on the epizooties.
9. [This is a citation of the
title of a work by Georges Friedmann: Le travail en miettes [literally, “work
in pieces”; translated into English by Wyatt Rawson as Anatomy of Work: Labor,
Leisure, and the Implications of Automation. New York: Free Press of Glencoe,
1962—Trans.]. In Du mode d’existence des objets techniques [On the Mode of
Existence of Technical Objects], in 1958, Simondon had extended and deepened
Friedmann’s reflection on the “physical and mental” alienation of the worker in
a world of machines—capitalist as well as communist. The genius of Simondon was
to show that the solution is not to condemn machines, but to recognize their
status of a “technical individual” that must “carry the tools” and thus
liberate the human being from its status as a simple assistant. Of course, the
problem of unemployment that will be sparked by this simultaneous liberation of
the human being and the machine means that such a progress would in fact only
be possible within an other economic system, to which ecological risks, the
current economic crisis, and also soon technical advances themselves—for example,
the replacement of the human beings working as supermarket cashiers by
machines—will forcibly lead us.—J-H. Barthélémy.]
10. Industry isolates the human
being from nature because it takes charge of the relation human being-nature:
it is, indeed, through the relation to the human being, which replaces the
reality of the cosmic order (the wind, the rain, the overflowing of the river,
the epizooty) while diminishing to a certain extent its independence in
relation to the human being, but conserving the transcendence of the dimension
and the character of discontinuity, of irreversibility.
11. [The notion of “key points” had appeared in the Third and final Part of Du mode d’existence des objets techniques [On the Mode of Existence of Technical Objects], which dealt with a theory of the “phrases of culture”. The “key points” characterized there the “primitive magical unity” as the human being’s first mode of being—so before any “phase shift” of this primitive unity into the technical and the religious phase. If in this text, Simondon uses the notion of “key points” again, this time with respect to the technical world itself, it is because with the twentieth century, there emerges a new unity which will be that of the “multifunctional network” as a unity of the human being, nature, and technology. This is also what the rest of the text leads to suggest, and one must be attentive to the fact that Simondon’s valuation of “networks of information” really dates from 1968, even from 1958: Simondon was in this respect a true visionary.—J.-H. Barthélémy.]
12. [It may seem strange that
Simondon considers nature itself to be a user of techniques. The rest of the
paragraph explains what he means by this: a “line of pylons” or a “relay chain”
are “harnesses of nature”. One could object that the use of techniques remains human
here, and that nature is merely a constraint that imposes what Simondon calls
the “madeto- measure assemblage”. The latter would then be a false point of
commonality with the workmen—for in the latter case, the “made-to-measure”
refers to the user. This is why the real reason for Simondon’s proposition lies
elsewhere, namely in an extension—which is absent in this case but present in
other texts—of what was said at the same time about the “thoughtnetwork” as
unity of the human being and of nature and about the “laboratory”. This
extension consists of the following idea: in the technical whole that the scientific
and informationalized laboratory represents, technical reality ultimately concretizes
itself, a technical reality which effectively aims, through the instrument of
knowledge as technical relation of the human being to nature, to enable the
nature that is in the human being to transform itself into a “transindividuality”
that is inseparably human and technogeographical. For the notion of
“transindividual” and its link with technical “concretization”, see Du mode
d’existence des objets techniques [On the Mode of Existence of Technical
Objects], 247-249, as well as the last chapter of L’individuation psychique et collective
(forthcoming as Psychic and Collective Individuation with the U of Minnesota
P).—J.-H. Barthélémy.]
13. [This status of the plane can be compared to what Heidegger says of the commercial plane in his famous seminar “The Question of Technology”. I have myself discussed this comparison—which is also an internal critique of Heidegger’s thought—in my article “La question de la non-anthropologie” [“The question of non-anthropology”] (in Vaysse, J.M. ed.
Technique, monde, individuation. Heidegger, Simondon, Deleuze. [Technology, World, Individuation. Heidegger, Simondon, Deleuze.] Hildesheim: Olms, 2006. 117-132).—J.-H. Barthélémy.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder