Michael
James Bennett McMaster
University
Deleuze
Studies 9.1
(2015): 25–58
DOI:
10.3366/dls.2015.0173
©
Edinburgh University Press
www.euppublishing.com/journal/dls
Çiçero'da De Fato'ya kayıtlı Stoacı
Chrysippus'un argümanları, Deleuze'ün 'Anlamın
Mantığı'ndaki olayları kavramak için büyük önem taşır. Bu yazının amacı, Deleuze'un
son derece veciz olan değinilerini ve Deleuze'ün bu kitaptaki daha geniş
projesi bağlamında bunları konumlandırdığı argümanları açıklamaktır. Burada,
Stoacılarla ilgili çağdaş bilgisel yaklaşımın, Deleuze'ün Stoacıların bedensel
şey durumlarından bağımsız olarak olayların bağdaşmazlığı ve bağdaşırlığı
teorisini geliştirdiği iddiasını destrekleyen Chrysippus’un, bağdaşırlık, varsayımsal
sonuç çıkarma ve astroloji üzerine görüşlerinin boyutlarını gösteriyorum.
Çiçero'daki
De Fato Deleuze'ün 'Anlamın Mantığı'nda sunulan bedensiz
olaylar teorisi için ilkesel
kaynaklardan biridir. Çiçero'nun, Deleuze ile ilişkisi son zamanlarda çok
kritik bir ilgi konusu olan Stoacı bilge Chrysippus'a atfedilen argümanlar
hakkında Çiçero'nun raporları özellikle önemlidir (Beaulieu 2005, Sellars 2007,
Bowden 2011). Yine de Deleuze'un De Fato
hakkındaki (Anlamın Mantığı'nın 24.
dizinin başlarındaki) argümanları neredeyse tanımanın ötesinde
sıkıştırılmıştır. Onları izah etmek ve genişletmek için, kendi uygun bağlamlarına
oturtmak için ve onları son zamanlarda Stoacılar hakkında öğrenilenler ışığında
savunmak için zaman ve çaba gerekir. Bu yazının amacı bunu yapmaktır. Bu görevi
yerine getirebilmek için önce Deleuze'ün duyu-olay teorisi, özellikle de
Deleuze’ün paradoksun anlamın gerekli
genetik koşulu olduğunda, yapısalcılığın aşkınsal mantığına Chrysippus’u dahil
edişi hakkında bir şeyler söyleyeceğim. Deleuze’ün De Fato’yla ilgili iddialarının açıklanması ve savunması
tamamlandıktan sonra, Stoacı yazgıcı olaylar arasında kavram öncesi ve bedensel
olmayan bağdaşmazlıkların önceliğinde ısrar ettiği ölçüde, Deleuze'ün
Çiçero'nun metninde sunulan yazgıcılığı ele alışının aslında ayırıcı sentezleri
onaylamak için kavramsal kaynaklar sağladığı ortaya çıkar. Deleuze, geleneksel
Kantçı transandantal mantığın bu kaynakları içermediğini, çünkü bunun önceden
var olan normalleşmiş bir olasılık çerçevesi için anlamı belirlediğini düşünür.
I.
Bağlam: Stoik
Nedensellik
En
iyi stoacılar farklı varlık sınıflandırmalarını hiyerarşik bir dallanma içinde
sınıflandıranlardır. Stoik sistemin en kışkırtıcı ve Deleuze'ü ilgilendiren en büyük
özelliği en yüksek ontolojik cinsin, bir
şeyi (o'nu) hem var olan hem varolmayan türlere yayma biçimidir. Zenon'nun
kurucusu olduğu Stoa öğeretisinde, Platon'un varlığın en üstün cins olduğu
söylemiyle uyumlu olarak Zenon'un bedenilik tezlerinin- her tür varolanın maddi
beden olduğu tezlerinin- orijinal olduğu varsayımı kayda değerdir. Bu görüşe
göre, bu tezler sadece stoacı ontolojik resmin, tamamen saf-cins anlamında
varolmaktan çok, mevcut olmak (huphistasthai) da denen (Diogenes Laertius 1925:
7. 63; Sextus Empiricus 1842a: 8. 70), bedensiz şeylere yer açmak üzere
düzeltilmiş olmaya ihtiyaç duyan (Caston 1999: 151, n.10) anlamlı bir dil,
uzam, zaman ve boşluk hakkında düşüncelerle baskı altındaydı. Başka
deyişle, bedenler (somata) ve
varoluşlar(onta) denklemini, zaman, anlam vb.'lerini ontolojiden bütünüyle
söküp atmadan kabullenmek için, Zeno, sonunda 'varlık ve birşeyin varlığı
platoncu özdeşlliği reddetmek' zorunda olduğunu gördü (Caston 1999: 151).
Stoacılar herşeyin zorunlulukla varolan bir şey olmadığı görüşünü sürdürdüler.
Zeno'nun reforme edilmiş platonculuğu böylece 'varlığı' belirtme ile ilgili bir
ikileme yol açar. Buna göre Plutarch,
Stoacıların neredeyse aynı zamanda "sadece bedenler vardır' (onta
gar mona ta sômata) ve 'bazı şeyler var olmayanlardır'ına (einai men ouk’onta
d’einai; Plutarch 1976a: 1073d–e) şahitlik eder. Victor Caston, stoacıların bir
şey hakkında konuşmalarının onun ontolojik statüsünü bilinçli bir biçimde
'varlık' (on) olarak işaretlediklerini ileri sürmüştür. Caston 'varoluş' olarak
işaretlenen anlamı ortaya koymakta ve
diğer kullanımlar gibi (belirli bir niceleyici ve bağlayıcı olarak
'orada') takip ettiğim bir kullanım olarak bedensizlerin mevcudiyeti için
işaretlenmemiş 'olmak'ı alıkoymaktadır.
Stoacı
ontolojinin başlıca yorumlarına göre, bedensizler ontolojik olarak bedenlere
bağımlıdır:
Stoik
kullanımda Grek dilinde bizim 'mevcut olmak'ın (subsist) [huphistasthai]
eşdeğeri, açıkça varoluş tarzına tabi ya
da daha çok bağımlı olarak adlandırabildiğimiz şeyi, somut olma ve dolayısıyla
hareket etme ve eyleme yetisi anlamında gerçek varlıktan ayrı olan bir şeyi
belirtir (Graeser 1978: 89; compare Long 1971: 90)
Yakınlarda,
Caston, zihin felsefesi ve analitik metafizikteki çağdaş tartışmaları öngören
bir biçimde stoacılarda bedensizlerin bedenli durumlardan hemen sonra
geliverdiğini söylememiz gerektiğini önermişti. Örneğin, Caston'un ortaya
koyduğu gibi, Chrysippus'un söylenenin (lekton, çoğulu lekta ‘sözlerimizin
anlamları’ hç)... düşünceye bağlı olduğunu söylediği bildirildi (Sextus
Empiricus 1842a: 8. 12; Caston 1999: 207, n.126). Stoik terminoloji Diogenes ve
Sextus arasında tutarlıdır; ‘paruphistamenon’ gramatik olarak ‘huphistasthai’
ile ilgilidir. Caston, stoik
‘paruphestatai’nin bedenler üzerinde bedensizlerin yalnızca parazitik
bir anlama geldiğinden kuşkulanırken, o, terimin stoik kullanımının, hemen sonra
gelivermede içerili ilişki değişmeden daha güçlü herhangi bir şey
gerektirmeyebileceğini öne sürmektedir (Caston 1999: 207, n.126). Her iki
durumda da bedenler ve bedensizler arasındaki ilişki asimetreik bir bağımlılık
olarak kalır. Bedensizler bedenleri izler ve başka türlüsünü değil. Bedensizin
bedenliye bağlı olduğu baskın görüşte dikkate değer küçük bir istisna vardır.
Marcelo Boeri (2001) bedensizlerin bedenliye bağlı olduğu asimetrinin 'Stoik felsefeyle
bir bütün olarak tutarlı olmadığını' ileri sürer (Boeri 2001: 727). Daha çok,
bedenler ve bedensizler (anlamlar) arasındaki 'karşılıklı bağımlılığı' teslim etmeliyiz
(728). Boeri örneğin, Stoacıların bedensiz zamanı bedenler arası ilişkilere
bağlı olarak değil, fakat bedenler arasında meydana gelen etkileşimler için
'gerekli koşul' olarak anladıklarını ileri sürer (729).1 Boeri
ayrıca Lekta'nın da (söylenenlerin de) bedenler üzerinde karşılıklı etkide
bulunduğunu düşünür: 'söylenenler’ aynı zamanda gerçek ve bedenli dünyanın
inşasında çok önemli bir rol oynar, çünkü onların temel işlevleri nesneyi
kategorize etmemize izin veren mantıksal-dilsel ilişkiler tesis etmeyi içerir
dolayısıyla onu bilebiliriz (732). Deleuze'ün Stoacılığı okuması Boeri'nin yorumunun kolayca savunulabilir
olmasının ışığında Stoacılığın yeniden inşasını sağladığı ölçüde Boeri gibi
Stoacı akademisyenlerin ilgisini çekecektir. Deleuze için, bedensizler (özellikle
de lekta/söylenenler) varolan bedenler arasında nedensel ağların verimsiz
ürünleriyle yalnızca bağımlı değil, fakat deleuze'ün "yarı-nedensel"
dediği bir güç uygularlar (Deleuze 1990:
94).2
Stoacılar
nedenselliği ontolojik ayrışma ve bedensizler açısından anlıyorlar:
Zeno,
bir nedenin, "yüzünden/nedeniyle" olduğunu söyler; bunun nedeni ise
onun fiilileşmiş bir yüklem [sumbebêkos] olmasıdır`; ve nedenin bir beden
(sôma) olduğunu söyler, bunun nedeni de bir neden olan yüklemdir[kategorêma] .
. . Chrysippus bir nedenin "yüzünden"
olduğunu; ve bu nedenin bir varoluş ve
bir beden olduğunu söyler .(Stobaeus, Eclogae 1. 138, 14–139, 4, qtd in Long and Sedley
1987: 333, çeviri değiştirildi)
Stoacılar
nedenleri bedenler olarak tanımlarlar:
eyleyen ya da eyleyebilen herşey var ve bedenli olmalıdır. Fakat onlar
aynı zamanda bir nedenin bedensiz bir yüklemi olan bir nedenden ötürü birşeyden
söz ederler:
Stoacılar
her bedenin bedensiz bir şeyin bedeninde bir beden haline gelen bir beden
olduğunu söylerler. Örneğin, neşter, bir beden, bedensiz bir 'kesilme'
yükleminin bedeninde, vücudunda, bir neden haline gelir.(Sextus Empiricus
1842a: 9. 211; Long and Sedley 1987: 333)
Michael
Frede, Stoacıların karşılaştığı sorunun, bir neden olsalar da olmasalar da açıklamalar, dilsel ifadeler ya da olgular
gibi onun "önermesel ögeler" dediği şey olduğunu açıklar (1980:
221–3). kendi bedenselci tezleri temelinde, Stoacılar açıklayıcı önermesel
ögelerin tam anlamıyla neden olarak sayıldığı egemen görüşü (Platon ve
Aristoteles'deki kökleriyle birlikte) reddederler. Stoacılar için eğer nedenler
varsa o zaman bedenler de olmalıdır. Açıklamalar doğrudan nedensel bir güce
sahip değildirler. Nedenler bedenlidir ve nedenlerin nedeni etkilerdir,
özellikle de gerçek nedenler haline gelen yüklemler olarak anlaşıldığında.
II.
Deleuze’ün pradoksal
Anlam-Olayları
Deleuze,
Stoacı nedensel teorinin tuhaflığının farkındadır: ‘Etkiler, bedenler değildir,
fakat aslında “bedensiz” varlıklardır. Onlar fiziksel nitelikler ve özellikler
değildir, ancak daha ziyade mantıksal ve diyalektik sıfatlardır. Onlar şeyler
ya da olgular değil fakat olaylardır (Deleuze 2015: 23-27). Ancak Deleuze
olaylar-etkilerin kendileri arasında bir yarı-nedensellikten bahsetmekle
hızlıca standart Stoik nedensellik anlayışından uzaklaşır; bedensiz etkiler
birbirleriyle ilişki içinde asla kendileri nedenler değildirler, daha çok,
onlar, sadece her durumda belki kendi gerçek nedenlerine bağlı olan bedenler
karşımını ya da görece birliği ifade eden yasaları izleyen
'yarı-nedenler'dirler (6). Deleuze,
bedensizler arasındaki yarı-nedensel ilişkiler yorumunu büyük ölçüde
Çiçero'nun 'De Fato'sundan, ve
Deleuze'ün Anlamın Mantığındaki
olaylarda (confatalia) Chrysippus’un Çiçero'nun De Fato'sundaki ortak-baht (co-fated) teorisi tartışmasından
çıkarsar. Burada Deleuze'ün bu görüşü nasıl savunduğunu göstermek istiyoruz. Deleuze
stoik olayın tam bir açıklamasının ikili bir nedensellik açıklamasını
içerdiğini ileri sürer: Stoacılar, olayın çift yönlü bir nedenselliğe maruz kaldığını
açıkça gördüler, bir yandan kendi nedeni olan bedenler karşımına ve öte yandan
kendi yarı-nedeni olan başka olaylara (116).
Bedensiz
lektanın olaylarla aynılığı, ve lektanın yarı-nedenselliğine vurgu Deleuze'ün
stoacılık yorumunun iki anahtar yüzüdür. Deleuze'ün görece bağımsız
etkiler/olaylar kavramlaştırmasını anlamak için anlam hakkındaki düşüncesine
dair biraz daha açıklama yapmalıyız. Deleuze yarı-nedenselliğin doğasının en az
paradoks kadar anlam açısından anlaşılması gerektiğini açıklar:
bu
ikinci nedenselliği (yarı-nedenselliği) yüzeyin ve olayın bedensiz karakterine
uygun olacak şekilde bir zemine oturtmaya çalıştık. olayın yani anlamın, anlamsız olarak ya da
şansa bağlı bir nokta olarak paradoksal bir ögeye gönderme yaptığını ve etkinin
tam özerkliğini garantileyen bir yarı neden olarak işlediğini görüyorduk (Deleuze
1990: 95).
Bu
empatik ifadeyi nasıl yorumlamalıyız? Her şeyden önce, Deleuze neden Stoik olay
ve nedensellik teorisini anlam açısından ele alıyor? Bu özel bir duruma özgü bir
davranış değil. Stoik semantik lekta teorisinin Gottlob Frege'nin bir önermenin
anlamı (sinn) ve göndermesi (Bedeutung) arasında ayrım öngördüğü genel olarak
ileri sürülür. Bu okumada lekta belirli durumlara (bedenler ya da şey durumları
konfigürasyonlarına) değil, daha çok birbirleri arasında ilişkilere girmeyi
anlatır. 'anlam/sense', söylenenler (lekta) arasındaki bu ilkişkilerin adıdır.
Deleuze olasılıkla bu akıl yürütme
çizgisinin farkındaydı.3
Stoacıların
okurları arasındaki eski bir tartışma geçerli anlam-gönderme ayrımını örnekler.
Stoacılar 'tamam' ve 'eksik' lekta arasında ayrım yaparlar:
Eksik
(ellipê) kim yazıyor? gibi sormaya devam ettiğimiz ifadelerde tamamlanmamış
olan şeylerdir, tamamlanmış [autotelê] 'Sokrates yazıyor gibi ifadelerde tamamlanmış
olanlardır. Dolayısıyla yüklemler
[katêgorêmata] tamamlanmamış lektaların
arasına yerleşir ve önermeler [axiômata] ve kıyaslar ve sorular ve
soruşturmalar ise tamamlanmışlar arasına yerleşirler.(Diogenes Laertius 1925:
7. 63)
A.A.
Long, tamamlanmış ve eksik lekton arasındaki farkın birincisinin mevcut bir
durumu belirttiği ikincisinin belirtmediğini ileri sürer (Long 1971: 78). Başka stoik metinler bir
önermenin gerçek ya da fiilileşmiş olduğunda (huparchei) gerçek haline
geldiğini kabul eder.4
Long'un okuması üzerine, doğru olsa da olmasa da, 'peter yürüyor' gibi
bir önerme peter'in bedeni fiilen yürüyor olsun ya da olmasın ona bağımlı
olmalıdır. Stoacılar için tamamen bir lekton olan bir önerme gerçek bir değer
kazanır ve Diogenes Laertius onun bir 'aksiyom' (‘axiôma’) olarak
adlandırıldığını söyler, çünkü o doğru/gerçek olarak kabul (axioun)
edilebilirdir (Diogenes Laertius 1925: 7. 65). Gerçek bir önerme bir kabul
edilebiliriliktir ve yanlış bir önerme kabul edilemezdir. Bu gerçek/doğru anlayışında
var olan herhangi bir duruma başvuru yoktur.
Bir önerme az ya da çok doğru olarak kabul edilir. Ve bu yüzden Andre
Graeser Long'u eleştirir, Long'un
yorumunun "temel olarak göndermesel olmayan" Stoik anlam teorisine
uymadığını ileri sürer (Greaser 1987 :
87).
Göndermesel
olmayan anlam teorisinin nasıl çalıştığını anlamanın en basit yolu önermelerin
ve yüklemlerin 'edinimi/temini' açısından düşünmektir. Stoacılar edinilen her
yüklemin (katagorêma), elde edilen en az bir önermeye (axiôma) karşılık
geldiğini düşünürler (Bobzien 1998:
25–6). Tipik olarak, bir yüklemin elde edilmesi durumunda, bu yüklemin bütün
anlamları çeşitli eşdeş önermeler olarak eş zamanlı olarak elde edilir. Örneğin,
'Peter (bir kedi) yürüyor' önermesi edinildiğinde, yani, 'yürüyor' yüklemi elde
edildiğinde- aynı zamanda "turuncu bir kedi yürüyor', 'başıboş dolaşan
(bir kedi) yürüyor' vb.leri de (doğru- true) önermelerdir. Bu, yüklemlerin ve
önermelerin "elde edilmesi", sadece gerçek bedenli bir duruma atıflı
olmaktan çok kendi aralarındaki ilişkiyle temin edildiği şeklinde olabilir. Stoacıların
okurları bu 'göndermesel olmayan' anlam teorsisnin Frege'nin ‘On Sense and Reference’'indeki ünlü
isimlerin anlamı örneğine benzer bir biçime sahip olduğunu sıklıkla fark
etmişlerdir. Örneğin, Frege “sabah yıldızı” ve “akşam yıldızı” nın aynı
göndergenin (Venüs gezegenin) farklı anlamlarını ifade ettiğini iddia eder.
Benzer şekilde 'Aristoteles' adıyla ilgili olarak, Frege, sadece anlam açısından
farklı olan 'Stagira'da doğmuş Alexander'in öğretmeni' ve ' Stagira'da doğmuş
Platon'un öğrencisi' önermelerini eşdeğer olarak kabul eder (Frege 1993: 23,
n.4).
Aynı
zamanda başka bir Avusturyalı fiozofa
(Frege değil, Alexius Meinong'a) atıfta bulunarak, anlam ve referans arasındaki
stoik ayrımı teşhis etmek de yaygındır. Örneğin Caston, Stoy'un
"olmak"ın "işaretlenmiş" ve "işaretlenmemiş"
anlamlarını Long ve Sedley'ın önemli kaynak kitaplarındaki (1987: 164) gibi,
Meinong'un mevcut olmak/ var olmak
(bestehen/existieren) ayrımıyla karşılaştırır (Caston 1999: 152–54). Meinong'un saf
nesnenin istisnai varlığı (‘Außersein’) teorisi anlamı (sense), fakat referansı
değil, Stoik anlam teorisinin temeliyle bağdaştırmak için iyi bir donanıma
sahiptir.5 Deleuze ayrıca Meinong ve Stoacıları da bağdaştırır
(Deleuze 1990: 19–20). Anlam açısından stoik bedensiz lekta teorisini
tartıştığında bu, Frege ve Meinong'un
dilinin modern filozoflarla iyi-tesis edilmiş paralelliklerinden kaynaklanır.
Deleuze'ün
Stoacı olay teorisini paradoks açısından tartışması daha kendine özgüdür.
Anlamın Mantığı'nda Deleuze Stoacılıktan çıkardığı 'dizler'i (bir yandan
bedenler ve bedensizler dizisi, ve bir yandan da karşılık gelen düz anlam
(denotation) ve duyu/anlam (sense) dizilerini)
birbiriyle ilişkilendiren içsel dengesizlik ile karakterize eder. Her
dizide, 'yüzey (yüzer gezer)' unsurlar, dizilere ait aykırılıklar vardır ancak hiç
bir şekilde kendilerine benzeş kılınamazlar (asimile edilemezler), ki bu
Deleuze'ün 'paradoksal unsurlar' ya da
'şansa bağlı noktalar' dediği şeydir. Deleuze, bir 'yapı'nın iki temel özelliğe
sahip olduğunu savunur: birincisi, asimetrik bir biçimde bağımlılık ima eden
birbiriyle ilgili en az iki dizinin oluşumu (örneğin biri 'gösteren' ve diğeri
'gösterilen' dizileri), ve ikincisi, sözkonusu diziler, paralel dizilerde karşıt
bir sayıdan yoksun unsurlardır, ki yüzeyleri kapsadıkları sürece kendilerini
sınırlayan bağımlılıklardan kurtulurlar (Deleuze 1990: 50–1).6 Paradoksal
unsurların, dizilerdeki eksiklik ve/ya da fazlalıkların, dizilerin 'farklılıklarını
kaybetmeden iletişim kurduğu' unsurlar olduğunu iddia eder (50). Yani, bu
unsurlar, (diziler arası) farklılıkları önceden belirlenmiş bir kimlik
açısından değil, daha çok kendi ayrımları açısından düşünülmesine izin veren
“ayırt edici” lerdir (51; Deleuze ile karşılaştır, 1994: 119-20).
Temel
olarak, Deleuze, şu şekilde anlaşılan 'yapı'nın keşfini açığa çıkardığını
düşünüyor:
Anlamın
bedensiz bir etki, varlık olarak keşfi her zaman geçtiği terimler dizisi içinde
"Chrysippus etkisi" olarak adlandırılması
gereken unsur = x'in (örn, başıboş dolaşan ya da paradoksal unsurun)
sirkülasyonuyla üretilmiştir ... yapısalcılık, ister bilinçli olsun ister
olmasın, bir Stocının yeni bulgularını esinler . . . ilham alır.
Deleuze,
bir terimin (örn,'Aristotels' gibi bir ismin) anlamının, iki dizi, olaylar ya da anlam dizisi ve varlıklar ya da
referans dizisi arasında bir ayrılma yoluyla üretildiğini anlatmak ister.
referans ve anlam arasında bire bir bir tekabüliyet yoktur ve ortada
düşünülmesi gereken bir neden yoktur. anlam-dizilerine (“Platon'un öğrencisi”,
“İskender'in öğretmeni”) ait olan yüklemler sözde paralel oldukları işaret
dizilerindeki terimi büyük ölçüde aşarlar: Aristoteles, fiziksel bir adam. Bu
şekilde ele alındığında Deleuze'ün savları temelde Frege'nin ünlü makalesine ev
sahipliği yapacaktır, çünkü Frege için verili her referans bir anlam çokluğuna
sahip olabilir.7
Deleuze
bedenler arasındaki ilişkilerle ilgili olarak anlamın (sense) göreli
bağımsızlığının, paradoksal bir unsurun genetik ya da üretici gücünü ödünç alan
anlamla/duyuyla ilgili olduğunu iddia eder:' anlam kavranır kavranmaz onu
yüzeye dağıtan ve üreten yarı-nedenle ilişkisinde, bu fikirsel nedenin gücünü
sahiplenir ve ona katılır, onun mirasına konar ve hatta onu kuşatır kapsar [sc.
yarı-neden]' (Deleuze 1990: 95). Anlam bu gücü ödünç aldığında bir yarı neden
olarak davranır. Anlam (sense) 'yarı-neden'dir çünkü o paradoksaldir. Burada
işleyen paradoks, Deleuze'ün 'Frege Paradoksu' (29) dediği, bir referansın
(göndermenin) anlamının belirsiz çoğalışı, ve aynı zamanda bu anlamların adlandırılmasıdır. Yapının özelliğini bir kere
anladığımızda, Deleuze, anlamın üretimini ve diğer karakteristik önerme -işaret, tezahür ve anlam- ilişkilerini de
anlayabileceğimizi düşünür (12–14; karş. Voss 2013: 19–20). Deleuze bu iki
anlam yaklaşımını (bedensel nedenlerin ve onun 'genetik gücü'nün sadece bir
etkisi olarak üretilmiş olmayı) bağdaştırmanın biçimsel bir mantıktan 'Anlamın
Mantığı'nın salt isimsel olarak var olacağı 'transendental bir mantığa' geçmeyi
gerektirdiğini savunur (Deleuze 1990: 95–6).
Transendental
mantıkla Deleuze verili bir olgunun (fenomenin) gerekli koşullarını arayan bir
mantığı anlatmak ister. Deleuze'ün Stoacıların aşkın bir durumu açıkça ifade
ettiklerini düşündüğü olgu gerçek bir deneyimdir. Yani Deleuze'ün Stoacılarda
ve yapısalcılıkta keşfettiği aşkın mantığın Kantçı aşkın mantıktan farklı/ayrı
olduğu söylenebilir. Deleuze 'gerçek deneyim' dediği şeyi Kantçı aşkın
argümanların herşeye uyarlandığı 'olası deneyim' ile karşılaştırır (karşıt
kılar) (Deleuze 1994: 154). Deleuze Kant'la ilgili problemin, olası deneyimin
koşullarını araştırmanın, deneyimi daha baştan bizzat olasının önceden
varsayılan bir biçimi açısından yargılaması olduğunu düşünür. Kısaca Kant
diziler arasında tekabuliyet olması gerektiğini düşünmek için bir neden
varsayar. Deleuze bunu birkaç şekilde anlatır: Kant aşkın koşulu, koşulu olduğu
şeyin 'imgesi içinde' düşünür (Deleuze 1990: 105), ve deneyime önceden-verili
metrik bir 'harici/dış' uyguladığı için, Kant'ın koşulu yalnızca
'dışsal/harici'dir (Deleuze 1990: 97; Deleuze 1994: 180). Tıpkı Fark ve Tekrar'daki gibi, Deleuze
Kant'ın insan deneyimini 'olası deneyimin varsayımsal/hipotetik biçimine' (196)
tabi kılmasını eleştirir. Anlamın Mantığı'nda
ise Deleuze, tabiri caizse olası gerçeğin varsayımsal biçiminden pek de uzak
olamayan araştırma için kapalı bir ifade ve anlam çemberiyle tatmin olanları
eleştirir. Deleuze'ün meydan okuması deneyimin gerçek koşullarını araştırmakla
ilgilidir, ve bu Anlamın Mantığı'nda kapalı
ifade-anlam döngüsü dışına uzananı araştırmak demektir (Deleuze 1990: 19).
Deleuze,
anlamlamanın, bir terimin evrenselle ya da genel kavramlarla ilişkisini,
sıklıkla da sadece olası hakikatin varsayımsal biçimini aradığını söyler (1990:
14). Dahası, aynı zamanda hata olasılığını saptamadan hakikati tesis edemez. Bu
nedenle, hakikatin koşulu yanlışa değil fakat saçmaya karşıtlıktır (14-15) Yani
gerçek bir ifade bir yanlışa karşı olabilirken, hakikatin koşullarını doğru bir
şekilde belirten bir ifade, yanlışın koşullarını belirten bir ifadeye karşıt
olmak durumunda değildir, fakat daha çok saçma bir ifadeye, ya da koşulları
akla uygun biçimde belirtmeyen bir ifadeye karşıdır. 'saçma' aşkın koşul, Deleuze'ün ilgilendiği şeydir.
ifade etme-işaret etme bakış açısından 'saçma' kesin olarak anlamdır(sense). Anlam
(sense) önermenin başka boyutlarının kapalı döngüsü dışında yer alır. O,
önermeleri kavramsal gerekliliklerden ayrı bir şekilde ilişkilendirebilir:
'Platon'un öğrencisi'ndeki hiçbir şey kavramsal olarak 'İskender'in öğretmeni'
anlamına gelmez. Bu iki anlam arasındaki (gerçek) ilişki temel olarak tarihin
bir raslantısıdır. Deleuze için 'saçmalık'
kapalı ifade-anlam döngüsü ve onun dışı arasındaki ilişkidir. Anlamın (bedensiz
lekta'nın) rolü platoncu anlamda tözsel olmadığı ölçüde -Stoacılar için Lekta,
mevcut bedenler arasındaki ilişkileri kendileri zaten varolan varlıkla
açıklayamaz (Caston 1999: 212)- Deleuze Stoik lekta'nın deneyimin gerçek
koşullarını açıklamaya yardımcı olabileceğini düşünür. Gerçek ve olası deneyim
arasındaki temel fark olasıdan onun
koşulun zaten varolduğunu varsayan koşuluna dek yükselen bir şekle uzanır, oysa
gerçek, koşulsuz olandan yani
var-olmayan bir koşuldan kaynaklanır:
[söyleme
ve anlamlamada] [In denotation or signification] biri sürekli koşullanmış
olandan koşula ve aynı zamanda koşuldan
koşullanmış olana gönderme yapar. Hakikatin koşulunu bu kusurdan sakınmak için,
onun koşullanmış olandan farklı bir kendi unsuruna sahip olması gerekir.
Söylemenin gerçek oluşumunu ve önermenin öteki boyutlarını sağlama yetisi koşulsuz bir şeye sahip olmalıdır
(Deleuze 1990: 19)
Deleuze
için, Stoacıların hakikati doğası gereği varoluştan yoksun lektalar arası anlam
ilişkilerine yerleştirmeleri gerçeği tam da bu tür bir 'kendi unsuru' (yani anlam)
sağlar. Deleuze hakikatin koşulsuz unsurunun gerçekten önermenin öteki
boyutlarını oluşturduğunu öne sürer
gibidir. Yani yalnızca kendisi tamamen bedenin varlığına bağımlı olan adlandırmaya
(denotation) bağımlı olmaktan çok uzak olan lekta, sadece bağımsız değil fakat
aynı zamanda onları zayıflatmak için girişimlerde bulunulan öteki boyutlara
dair genetik bir güce sahiptir. Deleuze bunun temelde Stoik bir keşif olduğunu
düşünür çünkü Stoacılar lektanın varolmadığı öğretisine sıkıca tutunur.
Deleuze'ün
Stoikler okuması sadece Anlamın Mantığı'ndaki
daha geniş tutkusuyla bağdaşır değil, fakat asıl amacı Kantçı paradigmanın
tersine deneyimin gerçek koşullarını açık kılmaktır. Bu nedenle Deleuze'ün
Stoacılar hakkındaki özel argümanlarını, özellikle de Cicero'nun De Fato'daki Chrysippus hakkındaki
raporlarını anlamak önemlidir; çünkü bunlar açıkça olaylar ve şey durumnları ya
da anlam ve gönderme arasındaki üretici ilişkiyle ilgilidir. Çiçero çalışması,
olayların bedensel nedenlerin etkileri olduğu ve onların bedenler üzerine
yarı-nedensel bir güç uyguladığı şekindeki açık çelişki aracılığıyla Deleuze'ün
çalışma biçimini daha iyi anlamak için bize yardım edebilir. Bu makalenin geri
kalanı, Deleuze'ün, gerçek olaylara atıfta bulunmaktan bağımsız olarak,
anlam-olay arasındaki ilişkiyi, yarı-nedensellik olarak adlandırdığı şeyin
yeniden yapılandırmasına ayrılacaktır.
III.
Yazgı
Olay-anlam
ve şey durumları (olgular) arasındaki üretici ilişki için Stoacılar 'Yazgı'
teknik terimini benimserler. Deleuze'ün olay dizilerinin görece özerkliği
hakkındaki savlarını anlamak için onları diğer çağdaş yorumcuların Stoacı
nedensellik kuramı inşalarıyla karşılaştırmakta yarar var. Suzanne Bobzein'in (1998) Stoacı belirlenimcilik
çalışması, özellikle hangi olayların 'yazgıyla' meydana geldiğini belirlemeye
yardımcı olmada bedensizlerin yarı-nedensel bir rol oynadıklarını ima eder. Bobzien,
Stoacılar için, bedenler arası
etkileşimin temelde iki tipi olduğunu savunur: bir yanda değişim ya da hareket
(kinêsis), öte yanda varlığını sürdürme (skhesis). Chrysippus'un söylediğine
göre "(evrenin) hiçbir parçası kendi ortak doğasına göre olandan başka
hiçbir şekilde ne hareket edebilir ne de varlığını sürdürebilir'. (Plutarch
1976b: 1050d). Evrenin ortak doğasını Plutarc alaycı bir dille şöyle açıklar:
Stoacılar için varlığını sürdürme (skheseis) 'kötülük, hastalık, hırs, hazcılık
(vb.)', hareketlilik ise ' zina, hırsızlık, (ve) öldürme' gibi koşulları
içerir, Plutarc bütün bunların Stoacı ilahi tutumla tutarlı olduğunu ima eder.
Burada vurgulanması gereken nokta, Deleuze'ün Anlamın Mantığı'nda Çiçero'nun De
Fato'sundan itibaren bedensel etkileşimin iki türü iş başındadır ve nedenin
iki tipi vardır: değişimi üreten nedenler, ve niteliksel durumların
süreğenliğini destekleyen nedenler. Bobzein, Stoacı nedensellik şemasında bu
yüzden kinêseis ve skheseis'in bedensel nedenlerin bedensiz etkileri olduğunu
isabetle kaydeder (Bobzien 1998: 22). Bu aynı zamanda Bobzien hareketler ve
süreğen koşulların olaylar (gignomena) olduğunu savunduğu ve Plutarch ve
Çiçero'nun 'hareketler', 'koşullar' ve
'olaylar' terimlerini nasıl birbirinin yerine geçecek şekilde kullandıklarını
vurguladığı anlamına gelir (26).8
Yine de Bobzien Gignomenon'un iyi tanımlanmış teknik bir terim
olduğundan kuşkuludur (26). Bobzien’in Stoacıların iyi ifade edilmiş bir olay
teorisine sahip olduğunu söyleme konusundaki isteksizliğine rağmen, onun
çalışması Deleuze'ün Çiçero'nun De Fato'sunda tam olarak nerede durduğunun en net ifadesini
verir ve böyle bir teorinin esaslarını ortaya koyar.
Bobzien
Stoacı olay teorisini tartışırken, Stoacı karışıklığı ortadan kaldırmaya
çalışmadan yalnızca 'şey' gibi yansız sözcükleri kullanarak, gignomena hakkındaki kadim müphemliği yeniden
ifade ettiğini ileri sürer (Bobzien 1998: 27). "belirsiz 'şey' terimini
kullanmak Çiçero'nun kaydettiği sözde 'tembel argüman' ına (argos logos)
Chrysippus’ un verdiği yanıta bir göndermedir. Tembel argüman, herşeyin yazgıya
göre meydana geldiği ve böylece tahminen işlediği hipotezine bir itiraz sunar:
[1]
doktora danışılsa da danışılmasa da bir hastalıktan kurtulacağınız yazgınızda
varsa, iyileşeceksiniz
[2]
doktora danışılsa da danışılmasa da,bir hastalıktan kurtulmayacağınız
yazgınızda varsa, iyileşmeyeceksiniz
[3]
Her durumda, doktora danışmak anlamsızdır (Cicero 1942: 28–9)
Çiçero,
Chrysippus'un 'basit şey' ve ‘birleşik
şey', basit ve birleşik şeyler arasına
bir ayrım getirerek bu argümana yanıt verdiğini anlatır. Tembel argüman
tarafından ikna edilen kişi, ikincisini hatalı olarak öncekiyle birleştirir
(30). Olaylar, bir hastalıktan kurtulmak gibi, tecrit altında yazgıya
bağlanamaz. İyileşme olayı doktora danışmak gibi başka bir olayla
koşullandırılabilir. Her ne kadar 'şey' (res) terimi burada müphem olsa da, ve tekabül ettiği Grek terim (eğer varsa /if any) belirsiz ise
de (Bobzien 1998: 199–200), şeyin olgu ('res'in
gignomenon) haline getirilebileceğini düşünmek akla yatkındır. Örneğin
Long ve Sedley, Chrysippus'un “şeyleri” nin olaylar olduğunu kabul ederler
(1987: 343). Chrysippus birleşik şey ya da birleşmiş olaylara dair iki örnek
sağlar. 'Laius'un Oedipus adlı bir oğlu olacaktır' ve 'Laius bir kadınla
evlenecektir' birleşiktir çünkü
birincinin yazgısı ikincinin yazgısını ima eder ya da gerektirir. Birinci için
kaçınılmaz olan aynı zamanda ikinci için kaçınılmaz olmak durumundadır. Aynı
şekilde 'Milo Olympia'da çarpışacak' olayı 'Milo Olympia'da birisiyle
çarpışacak'la ortak-yazgıya sahiptir, çünkü Olympia'da çarpışma Milo'nın tek
başına yapabileceği bir şey değildir. Bu şekilde birbirine bağlanan olaylara
“confatalia”, eş güdümlü şeyler denir (Cicero 1942: 30).
Fakat
yazgı, Stoacılar için, olaylar ya da etkiler değil sadece bedenler ya da
nedenler meselesi gibi görünür. Chrysippus, yazgıyı (heimarmenê) bir nedenler
zinciri olarak tanımlar (heirmos aitiôn ya da, Latince, causarum dizileri).9
Bu imgeye modern nedensellik anlayışını yansıtmamalıyız: Stoacı nedensel
zincir, her biri bir öncekinin ardılına ve etkisine neden olan bir “olaylar
dizisi” değildir (Meyer 2009: 73). Stoacı etkiler bedenler değildir, ve bu
yüzden olaylar doğrudan neden olarak hareket etmezler. Daha çok Stoacı
'nedenler zinciri', 'kozmik bir sempatiye... kozmosun çeşitli bedenleri
arasındaki nedensel etki ilişkilerinin karmaşık kümesine" işaret eder(73).
"birlikte "zincirlenmiş" nedenler mevcut bireylere karışmış
ilahi fiziksel bedenin (pneuma) çeşitli kuantalarıdır (miktarlarıdır).
"nedenler zinciri" "her
şeydeki ilahi fiziksel beden, Yazgı"dır
(Bobzien 1998: 50). Bu nedensel zincirde bedensiz hiçbir şey yok, gibi
görünmektedir.
Yine
de Bobzien, Stoacı nedensel zinciri bedensiz etkiler içeren bir şekilde yeniden
inşa eder. O etkilerin, bir konuşma biçiminde, gelecekteki nedensel
aktivitelerle, nedensel olarak ilgili olduğu ya da üzerlerinde etkili olduğunu
söylemek ister.“Daha sonraki bir etkiye yol açan zincirdeki veya kısmi ağdaki
bir nedenin (ve olduğu kadar) herhangi bir bedenin (en azından kısmen) o
hareket için nedensel olarak sorumlu olduğu söylenebilir” (Bobzien). 1998: 51).
onun düşüncesi "üç basamaklı" stoacı nedensel zincirin şöyle dizi
olarak zincirli olabileceğidir:
Beden
[1] → Beden[2] → Etki
[1]
Beden
[2] → Beden [3] → Etki
[2]
Bir
ilk bedene neşter denirse, ikinci bedenin, etin, "kesilmesinin"
etkinin, nedenidir. Buna karşılık ikinci beden, bir parça et üçüncü bir bedenin
nedenidir, ki o kişinin ruhu, ikinci etki olarak 'acı içinde' olduğunu söyler.
Bobzien, bir Stoacı için Beden [1]'in Etki
[2] den nedensel olarak (kısmen) sorumlu olmasının mümkün olduğunu düşünür,
neşter ruhun acısından kısmen sorumludur. Bobzien'in yeniden inşası ikinci üçlünün nedensel ilişkisini,
birincisinin sonucu olarak nasıl anladığı etrafında döner. Sonuç olarak,
Bobzien Etki [1] hakkında yeni bir şey
söylemek durumundadır: ' Bir Etki...
ortaya çıktığı bedeni "meydana getiren" (ya da yapımına
katkıda bulunan) bir nedensel zincirde bir başka etkiye neden olur ... [bu yeni etki]'ye nedensel bir olay/vaka
denmelidir (Bobzien 1998: 51). Örneğimizdeki 'kesilmek', Deleuze'ün Anlamın Mantığı'nda, ayrıca Çiçero'nun De Fato'sondaki 'acı içinde
olma'nın etkisi altında nedensel bir sonuçtur.10 bu anlamda,
'nedensel sonuç', yarı nedensel bir etki
ya da olay gibidir. Bir etki, beden
üzerinde bir neden gibi hareket etmemekle birlikte, bir bedenin başka bir etkinin
nedeni olmasını sağlar.
Stoacı
olaylar arası ilişkiler teorisinin doğasından gelen belirsizliğine dair
ihtiyatlılığına rağmen, Bobzien Stoacı tahmin (kehanet) teorisini kaale aldığı
her yere nedensel oluşumları çağırır
(167, 175–9). Özellikle de, Bobzien Chrysippe'ci confatalya'yı (ortak
doğayı) nedensel oluşumlar için bir öğreti olarak anlar. Bobzien'in koyduğu
gibi, Confatalia, kendileri bizzat olay olan verili herhangi bir olay için
'nedensel olarak ilgili gerekli koşullar'ı ortaya koyar.
Chrysippus’
un determinizmi için bu tür oluşumlara dair gerekli koşulların varlığının bir
sonucu, (olaylar)ın yalıtılarak düzenlenemeyeceğidir. Çünkü onlar dünyanın
gidişatında edinilen olası (olaylar) kombinasyonu üzerinde bir kısıtlama ortaya
koyarlar, ve bu yüzden -çünkü her şey kaçınılmazdır/yazgıda yazılıdır-
(olaylar) kombinasyonu olarak kaçınılmaz olabilir. (Bobzien 1998: 224)11
Deleuze'ün
yarı-nedensellik üzerine vurgusunu anlamanın bir yolu da Stoacı
Confatalia'nın getirdiği kısıtlamaların
doğasıyla ilgili bir incelemedir. Deleuze'ün
Stoacı yazgıcılık üzerine tefekkürü Stoacı confatalia öğretisinin apaçık
cisimsel nedenselliğin kritik bağımsızlığı, olayların bağdaşmazlığı ve
bağdaşırlığı teorisini içermesiyle sonuçlanır:
Yazgı
(kader) öncelikle kendi aralarındaki fiziksel (örn bedenli/corporeal) bağ ve
tekliktir.
Bedensiz
etkiler bu nedenlerin etkileri oldukları ölçüde açıkça yazgıya maruzdur.
Fakat bu nedenlerden doğaları gereği
farklılık gösterdikleri ölçüde, birbirleriyle yerı-nedensellik ilişkilerine
girerler ... Olaylar arasında, anlaşılması oldukça güç olan, sessizce ayrılma
ve birleşme, bağdaşma ve bağdaşmama gibi harici ilişkiler oluşmuş gibidir. Bir
olayı başkasıyla bağdaşır ya da bağdaşmaz kılan nedir? Nedensellikten medet
umamayız (Deleuze 1990: 169–70).
'Nedensel
oluşumların (causal occurents)' Stoacı Yazgı anlayışına katkısı tam da
Deleuze'ün ilgilendiği şeydir. Olayların kendi aralarındaki sessiz
bağdaşırlıklar ve bağdaşmazlıkları araştırmakla Chrysippus, tembel argümanın
başarısız olduğunu, çünkü hiçbir olayın yazgı ortaklığı bulunmadığı varsayımını
ileri sürer. Aslında Chrysippus daha iyi olma durumunun gerçek olduğunu ve
bunun doktora gitmeyi gerektirdiğini söyler. Ancak tipik Stoacı paralojizmdeki
gibi, tembel argümanın sonucu hakikatin çok küçük bir parçasını içerir:
iyileşmek ve doktora gitmekte bir yazgı ortaklığı olabilir, fakat iki olay arasınaki ilişki yazgı bakış
açısından nedensel değil yarı-nedenseldir. Doktora gitmek daha iyi olmanıza
neden olmaz.
Ayrıntılı
olarak göreceğimiz gibi, Deleuze Stoacı yazgıcılıkta, olaylar arasındaki sessiz
bağdaşırlıkların olayların paradokstan ödünç aldıkları tesadüfi güce bağımlı
oldukları şekli ortaya çıkarmak ister.
Nedensel olmayan bağdaşırlıklar ve bağdaşmazlıklar olayların yüzer gezer
ya da paradoksal unsurların yapısal gücünü ödünç aldıkları ölçüde etkilenen
olaylar arasındaki 'iletişim' dir (Deleuze 1990: 50).
IV.
Deleuze ve Çiçero’nun De Fato’su
Makalenin geri kalanının sorunu olayların kendi
aralarında bağdaşır ve bağdaşmaz ilişkilerin ya da yarı nedenselliğin nasıl
karakterize edileceğidir. Yanıt için iyi
bir başlangıç Deleuze'ün Çiçero'nun De Fato'sunun analizidir.
Deleuze, peş peşe Stoacı yarı
nedensellik öğretisinin ilkesel kaynağı De Fato'ya dair üç temel iddada
bulunur. Her üçü de ayrınılı olarak ele
almayı hak ediyor. Birincisi, Deleuze, temamen nedensel bedenlerle ilgili
olarak, yarı nedensel lekta dizilerinin 'özerkliği' ya da bağımsızlığının kadim
determinizm tartışması içinde Chrysippus’un bağdaşırcılığının (barıştırıcılığının)
sonucu olduğunu açıkça belirtir (Deleuze
1990: 169). İkincisi Deleuze, Chrysippus’un
farazi kahinliklerini başka bir şekilde ifade etme ihtiyacı duyan
(Çiçero 1942,15) Kaldeon astrologlarına yönelik insafsız azarlamalarının,
Chrysippus’un, iki olayın yarı nedensel bağdaşmazlığının anlam boyutunda
kavramlar ve önermeler arasında bir ilişki olarak kalan mantıksal çelişkiden
(ve öncesinden) farklı olduğundan haberdar olduğunu kanıtladığını belirtir
(Deleuze 1990: 170).Üçüncüsü Deleuze, olayların yakınlaşması ve uzaklaşmasının
Stoacı astrologlar için iyi tanımlanmış
bir ölçüt kuramı sağladığını ileri sürer (Deleuze 1990: 171). Bu iddiaların her
birini sırayla ele alacağım.
Deleuze'ün ilk
iddiası: Olaysal Yarı-Nedensellik
ve Bedensel Nedensellik arasında Ayrım
Anlamına gelen Chrysippeci Bağdaşırcılık
Stoacılar
herşeyin yazgıya göre gerçekleştiğini söyler (Diogenes Laertius 1925: 7. 149;
Cicero 1942: 20–1). Hem Bobzein hem Deleuze, her ne kadar yazgı bir nedenler
(başka deyişle bedenler) zinciri olsa da, 'yazgıya göre' olup biten şeylerin
bedensiz olaylar olduğunu kabul ederler. Deleuze olayların tam uygun nedensel
dizilerden görece bağımsızlığının Chrysippus'un çok tartışılan zorunluluğun
reddi ve yazgının kabulü açısından anlaşılması gerektiğini öne sürer (Deleuze
1990: 6, 169). Deleuze'un görüşünü takdir etmek gerekirse, Chrysippus’un
yazgıyı Dioderian belirlenimcilikten nasıl farklı olarak hesaba kattığı
hakkındaki ve olaylar 'yazgıyla'
olduklarında içerdiği nedensellik türü hakkındaki alaycılığı De Fato'dan malzemeyle desteklenmeyi
gerektirir. Stoacıların çağdaş okurları burada oldukça yardımcıdır.
Çiçero,
Chrysippus'un üç koşulunun karşılıklı olarak birbirini ima ettiğini bildirir:
(1) her şey yazgı aracılığıyla gerçekleşir, (2) her önermenin (enuntiatio)
doğru ya da yanlış olduğu, ya da başka deyişle, çift değerlilik ilkesinin bütün
önermeler için geçerli olduğu ve (3) her şeyin 'önceki nedenler' (causae
antecedentes) ya da ileriye dönük nedenler (causae antegressae) vasıtasıyla
gerçekleştiği.12 İkinciyi ve
daha sonra üçüncüyü tartışacağım.
Chrysippus için, eğer bir neden olmadan
bir olay vuku bulsaydı, o zaman her önermenin doğru ya da yanlış olması durumu
olamazdı (Cicero 1942: 20; Bobzien 1998: 61). Önceki nedenler, yazgı ve çift
değerlilik ilkesi arasındaki gerekli bağlantılar açısından Bobzien,
Stoacıların 'önermelerin gerçekliğinden
olayların gerekliliğine doğru işleyen' bir tür 'mantıksal determinizm' kabul
ettiklerini ileri sürer, bugün çok iftira atılmış kadimdeki canlı bir seçenek:
günümüzde, mantıksal determinizm genellikle yanlış bir dayanak olarak, olaylar
ve nesneler arasındaki fiziksel bağlantılarla önermeler arasındaki karmaşık
mantıksal ilişkiler olarak dikkate alınır (Bobzien 1998: 59).
Mantıksal
determinizmin çağdaş reddinde Stoacıların gerçek pozisyonunun reddini görmek
doğru değildir. Chrysippus büyük ölçüde Zenon'un varolmayan şeylerle
varolanları bağdaştıran ontolojik gövdesini revize ederek kabul ettiği için,
onun pozisyonu determinizme göre daha inceliklidir. Chrysippus ile birlikte,
mantıklı olanlara göre karmaşık olan olaylar arasında herhangi bir fiziksel
bağlantı söz konusu değildir. Stoacılar farklı tanımlamalar altında her ikisi
de bedensiz lekta oldukları ölçüde olayları önermelerle tanımlarlar.
Chrysippus'un mantıksal determinizmle özdeşleştirilmiş olmayı reddetmek
durumunda kalmasında da bir sorun yoktur.
Chrysippus’un Cicero’nun De Fato’sundaki
pozisyonu, “mantıksal zorunluluk” olarak anladığımız şeyi (örneğin, gerçek bir
sonucun gerçek öncüllerden izlenmesi gerekliliği), yazgıya göre meydana gelen
olaylar arasındaki tekabuliyetlerle teşhis etmek gerektiğini ortaya koyar.
Dolayısıyla, Chrysippus'un önermelerin gerçekliğinden olayların gerekliliğine
savunusundaki durum böyle değildir. Ne kadar 'kaçınılmaz' (yazgılı) olsalar da,
olaylar zorunlu değildir. Chrysippus için bedensiz önermelerin gerçekliği,
gerçekte varolan varlıklara gerçek ya da ima edilen başvurulardan ziyade,
“mantıksal” yakınsamalarında yatar. Özetle, Chrysippus, bedenler arası
ilişkilerle zorunluluğu ve yazgıyla da mantıksal 'zorunluluğu' (ne dediğimizi)
tanımlar.
Bobzien'in,
Çiçero'nun De Fato'sundaki gibi
“yazgı-determinizmi” olarak adlandırdığı kadim tartışmalarda, asıl anlaşmazlık,
önermeler arasındaki ilişkiler hakkında neyin belirleyici ya da neyin “genetik”
(kalıtımsal) olabileceğine ilişkindir. Bu sorun, özel olarak gelecekteki olaylar
hakkındaki önermelerin (örneğin, Aristoteles'in tartıştığı gelecek
olumsallıklar ve Diodorus'un temel
argümanındaki geleceğe dair varsayımsal olarak zorunlu önermeler) günümüzde
fiilen varolan şeylere bir şekilde zorunluluk iletip iletmedikleri ile
ilgilidir.13 “Bazı şeylerin” varolan ve varolmayan serilere
bölünmesi göz önüne alındığında, açıkça görülmelidir ki, bedensiz önermeler arası ilişkiler nedensel
bir biçimde bedenle doğrudan etkileşemez, çünkü Stoacı önermeler (gelecek ya da
başka bir şey hakkında) bedenlerle bir şey yapmaz, Chrysippus'un yazgı ve
zorunluluk arasındaki ayrımı temel Stoacı ontolojik jestin bir sonucudur.
Stoacılar neler olduğunu yazgıya göre tartıştıklarında, bedensiz olaylar
arasındaki tutarlılığı önermelerde ifade ederler ve bedenler arası ilişkileri
kastetmezler.
Chrysippus,
bu noktayı büyük ölçüde düşmanca bir bağlama eklemlemekte zorlanır. Stoacı
yazgıcılığa yönelik düşmanlığın çoğu yazgının ahlaki sorumluluk düşüncesini tehdit ettiği korkusuyla kuşatılmıştır
(Sedley 1977: 96). Stoacılığın savunucuları Chrysippus'u kozmosun fatalitesine
rağmen ahlaki sorumluluk için bir niş oluşturan bir bağdaştırıcı olarak
resmetme eğilimindedirler (Stough 1978; Frede 2003). Kadim belirlenimciliğin en
beyaz-yüzlü ifadesi, De Fato'da
Chrysippus'un teorik rakibi olarak konumlanan Diodorus Cronus'a atfedilir.
Diodorus
usulleri tanımlar: 'ya doğru ya doğru
olacak' önermesi mümkün (to dunaton), 'doğru olan, yanlış olmayacaktır'
önermesi zorunlu (to anagkaion) , ve
'yanlış olan gerçek olmayacaktır' ise imkansız (to adunaton).14 Onun
bu sözde 'usta argüman' tanımlarının değişik halleri sık sık fatal zorunluluğun
kanıtı olarak ya da geleceğe dair gerçek önermelere bugünün zorunluluğunun
nasıl aktarılacağının açıklaması olarak anlaşılmıştır.15 Diodorus
şöyle savunur:
1.
Geçmiş hakkındaki her gerçek önerme zorunludur (yani, yanlışlanamaz).
Örneğin,
'bu sözler Montréal'de yazılmıştır' gerçek önermesi hiçbir nedenle yanlış
olmayacaktır.
Bu
öncül sezgisel olarak kabul edilebilirdir, çünkü geçmişte gerçek olan bir olay
nasıl yanlış hale gelecektir? Meydana gelmemiş olması gerekirdi, ki bu
saçmadır.
2.
imkansız önerme (yani gerçek olmayan yanlış bir önerme) mümkün olandan (şu anda
veya gelecekte bir zamanda doğru bir önermeden) gelemez / onu izleyemez
Diodorus'un
kendi kipsel terimlerini nasıl tanımladığı göz önüne alındığında, bu öncülün
doğrudan doğruya geçerli olduğu görülmektedir.
3.
Doğru olmayan veya doğru olmayacak olan mümkün önerme (veya olay) yoktur.
Bu
son nokta, mümkün olan her şeyin ya doğru olduğu ya da doğru olacağı anlamına
gelir.
Gelecekle
ilgili bir mümkün önerme düşünelim: "bu gemi limana güvenle
ulaşacak". Diodorus böyle bir önerme
mümkünse doğru olacaktır. Ve o açıkça bir olasılıktır. Fakat ya gemi batarsa?
Diedorus'un kipsel tanımları doğru bir önermenin -hatta gelecekle ilgili bir
önermenin bile- nasıl yanlış olacağını kavramayı güçleştirir. Ve böylece, doğru mümkün önermeler, zorunlu olanlara
-yanlışlanamayan doğru önermelere- tehlikeli biçimde rastgele yaklaşır.
Diodorus'un,
gerçek, mümkün ve zorunluyu fiilen tanımlamadan yalnızca birbiriyle ilişkili
olarak kipsel terimlerin mütevazi bir tanımını yapmaya çalışıp çalışmadığına
bakmadan (Sedley 1977: 99), Çiçero Diodorus'u
De Fato'da Chrysippus'un tepki
gösterdiği katı bir belirlenimci olarak resmeder(Cicero 1942: 13, 17).
Chrysippus,
özellikle, Diodorean ilkelerin, elde edilebilir olan 'karşı olgusal olasılıkları' (şu anda doğru
olmayan ve gecekte olmayabilecek olan olasılıkları) ve 'olgusal
zorunlu-olmayan' (şimdi doğru, gelecekte yanlış olabilecek önermeleri) inkar
etmeyi mecburi tutma yoluna itiraz eder (Bobzien 1998: 106). Hatta gerçekleşmeyecek şeyler mümkün
değildir. Çelişikliğin aynı zamanda mümkün olduğu gelecek hakkındaki olumsal
önermeler Diodorus'un kipsel dünyasında yer bulamaz.
Aksine
Chrysippus, Diodorus'un reddettiği türden olasılıklara izin verir, ve böylece
Diodorus'da hissedilen belirlenimcilikten kopar (Cicero 1942: 13). Chrysippus
"bu mücevher kırılacak", halen kırılmamış hatta gelecekte
kırılmayacak olsa bile söz konusu mücevherin geleceğine dair mümkün bir önerme
olduğunu onaylar. Chrysippus, böyle olumsallıklara izin vermek için,
Diodoros'un kipsel tanımlarına ilaveler yapar: Chrysippus için mümkün, 'onun
doğru olmasını engelleyen hiçbir şeyin olmadığı yerde doğru olma yeteneğine
sahip olan' şeydir.16 Önermeleri doğru olmaktan 'engelleyen' şeyin
tam doğası bazen açık değildir. Fakat Stoacılar'ın samanın açık havada
yanmasının mümkün olduğunu, fakat samanın suya batmasının mümkün olmadığını
bildiren bir rapor var.17 Burada olasılıkları ve imkansızlıkları
engelleyen dışsal koşullar gibi vahşi bedenli nedensellik durumları
görünmektedir. Chrysippeci kipsellik şu şekilde anlaşılmalıdır: Sedley,
mücevherin klırılmış hale gelmesinin eğer bedenli (yani somut) koşullar altında,
somut olarak kutulanarak, gece ve gündüz koruyarak vb. kırılmaktan
kurtarılmışsa, Chrysippeci -imkansızlık olacağını ifade eder (1977: 99).
Ayrıca,
Chrysippus'un yeni olasılık tanımı, hem fiziksel hem de kavramsal zorunluluktan
“özgürlüğün” içinde bir tür kişisel ve ahlaki kurum için de alan yaratır. Örneğin
hiç gerçekleşmemiş olsalar bile, fiziki (corporeal) koşullar tarafından dışsal
olarak engellenmedikleri sürece 'bir kusur, bir zaaf' gibi durumlar (skheseis)
ve 'kötü bir eylem' gibi hareketler
(kinêseis) mümkün kalır. Bobzien ve diğerleri için, bu, beden dizileri ve söz
(lekta) dizileri arasında yeterli bir boşluk bırakır çünkü insanların ahlaki
açıdan olumsuz bir şekilde harekete geçirilebileceğini ve ahlaki açıdan sorumlu
olarak adlandırılabileceğini söylemek anlamlı olur (Bobzien 1998) : 119).
Her
ne kadar Diodorouscu belirlenimciliği kabul etmese de, Chrysippus hâlâ her şey
yazgıya göre gerçekleştiği ve bu türden yazgıcılığın, çiftdeğerlilik ilkesi
gibi diyalektik ilkelerin evrensel geçerliliğine bağlı olduğunu iddia eder.
Belki de, Chrysippus'un yazgıcılığının Chrysippus'un başka bir ikili tarafından
karşılıklı olarak kast edildiğini düşündüğü: her şeyin öncül/önceki nedenlere
(‘antecedent causes’) sahip olduğu üçüncü bir koşulu araştırarak, Diodorus'un
belirlenimciliğinden nasıl farklılaştığını anlayabiliriz. Bu öncül/önceki nedenler nelerdir?
Aristoteles
yorumcusu Aphrodisiaslı Alexander, Stoacıları, teorik bir 'nedenler yığını'
(smênos aitiôn) ürettikleri için eleştirir.18 Farklı türden geniş
bir nedenler yelpazesi yaratmak olasılıkla zorunluluk olmadan Stoacı
yazgıcılıkla ilgiliydi. Çiçero, Chrysippus'un 'hem zorunluluktan kaçma hem de
yazgıyı alıkoymak için farklı türden nedenleri ayırt ettiğini' belirtir (1942: 41). Dorothea Frede'nin deyişiyle,
Aphrodisiaslı Alexander, 'şaşırtıcı ayrımlar kümesiyle belirlenimci ilkelerinin
can sıkıcı sonuçlarını karatmayı denediklerini' alay yollu ima eder (Frede
2003: 187). Michael Frede, Stoacıların kafa karıştırıcı nedensel
terminolojilerini biraz anlamlı kılmaya çalışmıştı. Ona göre, bir yandan
'Stoacıların çeşitli türden nedenler ayrımı çeşitli türden sorumlulukların
sıradan sezgisel ayrımı üzerine bir inceleme' dir, ve öte yandan her şeyin
yazgıya göre olup bittiğini söylemeleri, her şeyin özel bir neden türüne göre olup bittiğini söylemek içindir (234).
Çiçero, Chrysippus'un 'mükemmel ve ilkesel
nedenler' (‘causae perfectae et principalis’) ve 'yardımcı ve yaklaşık
nedenler' (‘causae adiuvantes et proximae’) arasında ayrım yaptığını
söyler (Cicero 1942: 41). Benzer Grek
metinlerini inceleyen Frede 'mükemmel ve ilkesel'in ‘autoteles kai sunektikon’
gibi bir şeyin çevirisi olduğunu tahmin eder (Frede 1980: 237). Yani, bu tür bir nedenin, Stoacılar
tarafından tanrıça Pneuma'nın bir parçasıyla tanımlanan bedenlerin
akışı/eğilimi (hexis) ya da ahenginin nedeniyle (‘sunektikon’'la) birlikte
tanımlanması gerektiğini düşünür. Burada ayırt edilen ikinci tip nedenin
('yardımcı ve yaklaşık' neden) saptanması daha zordur. Fakat Çiçero Chrysippus
'un söylediklerini aktarır: 'her şeyin önceki nedenlerle yazgıya göre olup
bittiğini söylediğimizde, mükemmel ve ilkesel nedenlerle olup bittiği şeklinde
anlaşılmasını dilemiyoruz, ancak yardımcı öncüller ve yaklaşık nedenlerle [causis
adiuvantibus antecedentibus et proximis]’ demek istiyoruz' (Cicero 1942:
41).
'her
şeyin yazgıya göre olup bittiği' düşüncesi'nin, her şeyin şişirilmiş bedensel
(corporeal) nedenlere göre olup bitmesi' anlamına gelmemesi büyük sonuçlara
sahiptir. Frede, tüm terminolojik çoğalmanın bir olayın meydana gelme sorumluluğunun
genellikle basitçe atfedilemeyeceği temel kavrayışı özetlediğini düşünür (1980:
237). Stoacılar için 'sunhektic' neden, 'kendi kontrolü dışında başka bir
nedenden ötürü kendi nedensel etkisine bağımlı olmayan' bir nedene bir sınır
duruma işaret eder (239) bu yüzden bu neden aynı zamanda ‘autotelês’, kendi
başına mükemmel ve eksiksiz olarak adlandırılır. Bu kavramsal olarak zarif
nedensellik Stoacı kozmosdaki bir kuraldan çok bir istisnadır. Tipik olarak,
etkiler üretmek için işbirliği yapan farklı türde bir neden (yakın, yardımcı,
ortak vb. nedenler) (Cicero 1949: 58). Chrysippus, yazgının oluşumunda önceki
nedenin mükemmel nedenlerden daha çok, yakın ve yaklaşık nedenler gibi
davrandığını söyler, bunun anlamı 'her
şeyin yazgıya göre olup bittiği' ifadesinin, tüm etkileri üretmek üzere yalnız
başına davranan mükemmel bir nedenin var olduğu anlamına gelmediğidir. Dahası,
Frede'nin de okuduğu gibi, bu neden yüzünden ‘öncül neden ve dolayısıyla yazgı
kendileriyle bir etki üretme durumunda değildirler. Çünkü öncül neden etkiye
neden olsa da olmsa da mükemmel nedenin etkinliğine bağımlıdırlar, ve mükemmel
nedenin harekete geçip geçmediği öncül nedenin kontrolü dışındadır' (1980:
239). Mükemmel 'sunhektic' corporeal nedenler böylece Chrysippus'un yazgıdan
ayırmak istediği tarzda gerektirimcidirler.
Chrysippus'un haddeleme silindiri ile ilgili ünlü argümanı
başka türlü düşünen herkese karşı etkili olacaktır, öncül nedenler mükemmeldir
ve bu yüzden yazgıyı zorunlu kılar.
Chrysippus, bir yüzey boyunca yuvarlanan bir silindir veya yerinde dönen bir
topaç hayal eder. Bu bedenlerin ikisi de, itme olmadan harekete başlayamaz.
Fakat bir kez oldu mu [Chrysippus] kendi
doğaları gereği silindirin yuvarlandığını ve topaçın döndüğünü düşünür (Cicero
1942: 42). Bu düşünce denemesinde, ilk itme, silindirin hareketini
gerektirmeyen, ancak silindirin "iç doğası" ile işbirliği yapan,
önceden belirlenmiş bir nedendir. Stoacı bir perspektiften, mükemmel nedenler
tecritte hareket ediyorlarsa (ki bu gerçekten nadirdir) o zaman onlar gerçekten
belirlenimci olacak ve tamamen fiziksel
gereklilik sunacaklardır.
Chrysippus,
görünüşe göre silindir'in hareketini ahlaki alandaki sorumluluğa transfer eder.
İnsan eylemlerinin dışsal nedenlerle belirlendiğine dair tehlikeli düşünceden
kaçınmak için, o silindirin davranışını insanın duyu algısında olup biten şeye benzetir.
Bir itme bir silindiri hareket ettirir, benzer şekilde, algılanan bir nesne
zihindeki görüntüsünü mühürlediği gibi iz bırakacak ancak bu izi onaylamak
bizim gücümüz dahilinde kalacaktır [sed adsensio nostra erit in potestate]’
(Cicero 1942: 43). Chrysippus’un amacı şudur: eylemlerimiz öncül sebepler, yani
duyusal izlenimler olsa da, bu nedenlerin eylemlerimizi gerektirdiğini söylemek
yanlıştır (Frede 1980: 235). Mükemmel nedenin içimize uygun doğamızda ya da
karakterimize uzandığını, ve bunun, eğer varsa, bizi harekete geçirmek için
gerekli güce sahip olduğunu söylemek daha doğrudur (Inwood 1985: 69–70; Frede
2003: 192).
Dolayısıyla,
Stoacı sorumluluk duygusu duyu izlenimleri gibi dışsal fiziksel zorlamalardan
özgür yaşamakta bulunur. Deleuze'ün Çiçero'nun De Fato'suna dair inanılmaz
yoğun argümanı, bu metinde, nedenlerle
ilgili olarak Stoacı yarı nedenlerin göreli bağımlılığı ve bağımsızlığı ile
eşbiçimli (belki de özdeş) olan Chrysippus'un yazgı ve zorunluluk (ya da önceki
ve sunhektik nedenler) olarak koyduğu göreli bağımlılık ve bağımsızlık
ilişkisine işaret eder. Tıpkı yardımcı nedenlerin mükemmel nedenlere bağımlı
olması, fakat bir şekilde (silindirin
doğasıyla ilgili olarak itme hareketinin) bağımsız olması gibi, yarı nedenler
de nedenlere bağımlıdır, aynı şekilde anlam da ne zaman saçmalığın-zırvanın
'genetik gücünü' ödünç alsa özerkliğini ortaya koyar. Deleuze'ün özgür irade ve Stoacılıktaki belirlenimcilik
hakkında belirli bir noktaya varmak istemediğini düşünmüyorum, ancak o
olayların yarı nedensel bağımsızlığının, Chrysippeci zorunlulukla -onun gizli
bıraktığı tartışmayla- ilgili olarak yazgının bağımsızlığıyla akraba olduğunu
savunur. Eğer Chrysippus'la ilgili bu paralelliği atlarsak, stoacılığa dair
akademik mutabakat ışığında kolayca savunulabilir olan bir argümanı kaybederiz.
Deleuze'ün
ikinci savı: Chrysippus'un Kaldean
Astronomlarını düzeltmesi, onun kavramsal ve olaysal bağdaşmazlıklar arasındaki
farkın farkında olduğunu ortaya koyar
Şimdi
Deleuze’ün De Fato’yla ilgili ikinci büyük iddiasına dönebiliriz. İlk iddiası,
olaylar arasındaki “sessiz ilişkilerin” (yazgı) bedenler arasındaki nedensel
ilişkilerden (zorunluluk) ayırt edilmesini tasarlarken, ikinci iddiası da
olaylar arasındaki ilişkileri kavramlar arasındaki ilişkilerden ayırmayı
amaçlar. Deleuze yazgısal olaylar arasındaki bağdaşmazlığın bir yandan fiziksel bağdaşmazlıktan ve öte yandan
mantıksal çelişkiden farklı olduğunu
algılar. Deleuze bu noktaya Stoacı varsayımsal uslamlama açısından ulaşır. Şöyle der:
Yorumcular
buradaki (varsayımsal çıkarımların anlamına dair) sorunun, sözcüğün modern
anlamında nedenselliğin ya da fiziksel sonucun ilişkisine dair olmadığını
elbette hatırlatmak hakkına sahiptirler. Ancak onlar belki de (olaylar
arasındaki bağlantılara dair Stoa
teorilerinde) özdeşlik biçiminde basit bir matıksal sonuç görmekle yanılıyorlar
(Deleuze 1990: 69).
Sean
Bowden (2011: 34–5) Deleuze'ün Diogenes Laertius ve Sextus Empiricus’a
(1842b: 2. 110–13) atfettiği Stoacı olaylar arasındaki bağlantılar teorisi için
onaylanmamış kaynakları izlemişti. Bu pasajlarda Stoacılar, tipik önermeler
arası ilişki biçimini koşula bağlarlar:
Örneğin,
"eğer gündüz ise aydınlıktır". Bu doğrudur çünkü, "aydınlık:değil" sonucu tersine, "gündüz'le çelişir.
Sahte bir koşul sonucun kendi öncülüyle çelişemez olmasının tersidir. Örneğin,
"eğer gündüzse Dion yürüyor". Çünkü " Dion yürüyor:değil"
"gündüz"le çelişmez. (Diogenes Laertius 1925: 7. 73; Long and Sedley
1987: 208)
Deleuze
"çelişme" (maxetai) fiilinin buradaki işleyişiyle ve Sextus
Empiricus'un (1842b: 2. 111) benzer pasajlarındaki 'birleşme' ya da 'bağlantılı
olma' (sunartêsis) isminde yorumcuların üzerinde anlaşmadıkları (Bobzien 1998:
159) yorumları olan terimlerle ilgilenir. Deleuze 'çelişki' ya da 'birleşme'
arasında Stoacı varsayımlardaki öncül ve sonucun tamamen kavramsal olduğunu
düşünür. Örnek koşullara göre 'gündüz ise, aydınlıktır' ve eğer 'biri
doğurmuşsa, o zaman onun sütü vardır':
'gündüz
olmasını' ya da 'doğurmuş olmayı', yönettikleri
"aydınlık"ın,"süt sahibi olma"nın olduğundan daha üstün bir
tipin belirleyici özellikleri olarak düşünebiliriz.
Önermeler
arasındaki bağ analitik özdeşliğe ya da empirik senteze indirgenemez; daha çok o anlamlamanın alanına aittir -
böylece kendi karşıtının bir terimiyle
ilişki içinde değil fakat bir terimin diğer terimle ilişkisinde çelişki
doğabilir (Deleuze 1990: 69)
Özetle,
önermeleri varsayımsal önermeler şeklindeki ilişkilere sokmak, önermeleri genel
kavramlarla ilişkiye sokar ve
bağdaşırlıklar ve bağdaşmazlıkları anlam açısından açığa çıkarır (Deleuze 1990: 14).19 Deleuze için, bu tür
bağdaşırlıklar nihai olarak tatmin edici değildir, çünkü bunlar olası hakikat
koşulunu (fakat zorunlu olarak gerçek değil) sağlarlar. Oysa Deleuze, anlamsız
ya da paradoksal bir unsurun anlamdan 'tümüyle farklı' bir tarzda olaylara
bağlandığı ve onun yapı dediği önermeler arasındaki bağdaşırlıklar ve
bağdaşmazlıklarla ilgilenmektedir (Deleuze 1990: 69). Deleuze'ün Stoacı koşullu
yorumu, Caston'un Chrysippus yorumuna karşıt olarak bir öğreticiyi davet eder.
Caston Chrysippus'un Zeno'nun türeyimsel (generic) olarak yönelimli nesneler
şeklindeki kavramlar (Platon'un nedensel, tözsel formlarından bir adım uzak)
görüşünü reddettiğini düşünür. Chrysippus "bütün türeyimsel varlıklar
hakkında bir 'eleyici'dir ve
kavramsallığı 'isimleri içeren
uzlaşımlar' açısından çok türeyimsel nesneler açısından ele almayı tercih eder
(Caston 1999: 196). Şüpheli türeyimsel varlıkların varlığını kabullenmekten
kaçınmak için Chrysippus kavramlar hakkında konuşma yöntemimizi değiştirmeyi
savunur. O, kavramsal varlıklar hakkındaki sıradan konuşma biçimlerimizi analiz
etmeyi ve 'taahhütlerini açık bir biçimde gösteren mantıksal olarak sağlıklı
bir açıklama' kullanmayı savunmaktadır (204). Tipik olarak, Chrysippus'un
sağlıklı açıklamaları, tanımları koşullara dönüştürür: Örneğin, “insan rasyonel
bir hayvandır”, eğer bir şey insansa, o zaman o rasyonel bir hayvandır ”(Sextus
Empiricus 1842a: 11. 8–11). Kimi türeyimsel varlığın 'insan' olduğuna işaret
etmekten çok, bu tür varsayımlar ontolojik olarak sadece özelliklere
bağlanmışlardır. Yine de hala, önermeler arasında bağdaşır ve bağdaşmaz, çelişik ve çelişik olmayan ilişkilere izin
veren kavramların işlerini yaparlar.
Deleuze,
Caston’un bu konudaki analizini tamamlayan olarak anlaşılabilir. Hatta Caston
Chrysippus'un Platon'a karşı varolan biçimler yerine lekta'yı kavramsal olarak
kullanmakla uğraştığını iddia etse bile, o beden ve lekton arasındaki ayrımın,
Stoacı yarı-nedenin özerkliğini hiç ima etmeyen ve tek yönlü bağımlılık demek
olan eşdeğişkelerden (covariance) biri olduğunu savunur: (Caston 1999: 207).
Deleuze, Caston'dan daha ileri gider ve tanımları koşullara dönüştürmenin
Chrysippus' savunucularının son önermesel dönüşümü olmadığını belirtir (Deleuze
1990: 170). Cicero’nun De Fato’suna
Chrysippus, keldani astrologlarının, stoik yazgı teorisine uyumu öngörmeleri
için kehanetlerini ve koşullu önermelerini başka bir şekilde ifade etmeleri
gerektiğini savunur. Chrysippus kehanet türü bir deyiş düşünür: “Köpek yıldızı
yükselirken doğmuş biri varsa, o zaman o denizde ölmeyecek”. Bundan, uygulamalı bir öngörü çıkarsar: “eğer
belirli bir birey, Fabius, köpek yıldızı yükselirken doğarsa, o zaman o,
denizde ölmeyecektir” (Cicero 1942: 12). Chrysippus için yazgı ve kahinsel
öngörü birbirine bağlıdır. Bir hesaba göre, Chrysippus, “kader tarafından
kapsanan durum olmasaydı, öyle görünüyordu ki, sahtekarların tahminleri
doğruysa böyle olmaz”.20 Bu kehanet Chrysippus'u geçmiş gerçek önermelerin
zorunluluğu üzerine Didorous'la yapılan tartışmaya çeker (Cicero 1942: 13),
Sorun şu ki, protasisin zorunluluğunu kabul ederseniz ('Fabius köpek yıldızının
şafağında doğdu'), o zaman apodosis'in zorunluluğunu da kabul etmek durumunda
kalırsınız ("o halde o, zorunluluka denizde ölmeyecektir"), elbette,
kehanet doğru olduğu sürece (yani her bölümdeki önermeler birbiriyle
çelişmediği fakat uyuştuğu sürece). Ancak, daha önce tartıştığım gibi,
Chrysippus gelecekte zorunlu önermeler ya da olayların varlığını kabul etmek
istemez. Bu yüzden Çiçero kehanetin gerçek bir kehanet fakat kabu edilemez bir
biçimde olduğunu bildirir. Yazgının zorunluluk olarak yanlış yorumlanmasından
kaçınmak için onun "hijyenik olarak izah edilmiş" olması gerekir.
Chrysippus, Keldanilerin kendi kehanetlerinin biçimini bir koşuldan olumsuzlanan bir bağlantıya dönüştürmeleri
gerektiğini önerir:
Dolayısıyla
gözlemlerini ifadelerinde koşulluluğu kullanmayacaklar:“Birisi köpek yıldızının
yükselişinde doğmuşsa, o zaman denizde ölmeyecek”, ancak daha sonra bunu şu
şekilde de ifade edecekler: "birinin hem köpek yıldızının şafağında
doğacağı, hem de denizde öleceği gibi durum söz konusu değildir." (Cicero
1942: 15, yazar çevirisi)
Yorumcular
Chrysippus'un olaylar arasındaki ilişkilerin zorunluluk-gerektirmediğini fakat
kaçınılmaz olduğunu betimlemek için bu tür bağlantıların olumsuzlanmasını ima
ettiği sonucuna varmışlardır (Frede 1980: 247–8; Bobzien 1998: 157–8). Deleuze
bu değerlendirme ile aynı fikirde değildir. Fakat tam da olumsuzlanan
bağlantıların neden gerekli-olamayan olduğu tartışmalı (su götürür) bir
sorudur. Stoacı koşula bağlılık ve bağlantılar arasındaki temel fark,
bağlantılar öyleyken, koşula bağlılığın
gerçekten-işlevsel olmayan oldukları gibi görünmektedir (Sextus Empricus 1842b:
2. 110–2; Diogenes Laertius 1925: 7. 73; Bobzien 1998: 159; Caston 1999: 197;
Bowden 2011: 34). Yani, koşullu ifadeler gerçek/doğru olmadan, ya da herhangi
bir gerçek uygun önermeyi gerçekte içermeden (onları elde etmeyi sağlayan
önermeler olmadan) geçerli olabilirler. Örneğin, kurgusal ya da yanlış ögeler
arasındaki bağdaşır ve bağdaşmaz kavramsal ilişkiler: ('eğer bir şey Sentor ise, o zaman o bir atın
ayağına ve bir insan gövdesine sahiptir' ). Deleuze'ün belirttiği gibi,
varsayımlar gerçekle, olasılık koşullarıyla başka deyişle kavramsal koşullarla
olduğundan daha az ilgilidir (Deleuze 1990: 18). Deleuze, bir varsayımın
olumsuzlanan bir bağlantı içindeki bu dönüşümün, Chrysippus'un
yazgılı/kaçınılmaz olaylar arasındaki bağdaşırlıklar ve bağdaşmazlıkların
kavramlar arsındaki bağdaşırlıklar ve bağdaşmazlıklarla aynı şey olmadığının
farkında olduğunu ve olaylar arasındaki ilişkilere eklemlenmenin araçları
olarak varsayımlarla, bağlantıları olumsuzlamayı ya da belki parçalamayı tercih
ettiğini gösterdiğini düşünür.
Deleuze’ün üçüncü iddiası: Astroloji olaysal
bağdaşırlıklar bilimidir
Deleuze’nin
De Fato hakkındaki üçüncü büyük
iddiası ikincisi ile yakından ilgilidir. Aslında, üçüncü iddia kavramsal ve
olaysal bağdaşmazlık arasındaki ayrımın sonuçlarını ortaya koymaktadır: Stoacı
olaylar teorisi -kavramsallık alanı bunu yapamazken- ayrılmaları ayırıcı olarak
doğrulayabilir, ancak ayrılmaları ya da çelişkileri tamamen steril
imkansızlıklar olarak değerlendirmek gerekir. Deleuze, Chrysippus'un
astrolojiyi bir 'mantıdışı bağdaşmazlıklar' (kavramlar ya da anlamlandırmlarla
ilgisi olmayan bağdaşmazlıklar) ve
'nedensel olmayan tekabuliyetler' (kendi aralarında bedensel nedenlere
indirgenemeyen tekabuliyetler) teorisine eklemleme çabası olarak dikkate
aldığını belirtir. Böyle bağdaşmazlıklar ve tekabuliyetler etkiler ve başka
etkiler ya da olaylar ve başka olaylar arasında geçerlidir. Bunların karşılıklı
etkileşimi, Deleuze'ün yarı-nedensellik
dediği şeydir (1990: 171).
Şimdi
Stoacılar yazgı gereği meydana gelen olaylar arasındaki bağlantıları sezmenin
ölümcül işaretler (Latince: signa, Yunanca: sêmeia) kanalıyla mümkün olduğunu
ileri sürerler; kehanet, “belirli şeylerin belli işaretlerden önce gelmesi
gerektiği” fikrine bağlıdır (Cicero 1923: 1. 118). Her ne kadar Çiçero (başka şeylerin yanı
sıra) kahinsel işaretleri hayvanın ciğerlerindeki çatlaklar gibi bedenlerle
tanımlasa da, bunlar beden oldukları sürece işaret değildirler. Aksine,
işaretler, bedenler açısından gerçek olan önermeler, dolayısıyla bir tür lekta
olarak anlaşılmalıdır. İşaret ciğerin kendisine değil, fakat ciğerin çatladığına
işaret eder. Aynı şey astrolojik işaretler için de geçerlidir: işaret
köpek-yıldızının kendisini değil, köpek-yıldızının yükseldiğini gösterir. Böyle
işaretler gelecek olayları öngördüğü ölçüde, kehanet, bedensiz lekta sıfatıyla olaylar arasındaki saf
ilişkiyi betimlemek anlamına gelir.
Deleuze'ün
astrolojik kehanetin bu tür ilişkilerin Stoacı teoriyi somutlaştırdığına dair
iddiası sağlam temellere sahip görünüyor. Stoacılar geleceği kahinsel işaretler
kanalıyla anlamanın uygun nedenler arası ilişkileri anlamaktan kesinlikle farklı
olduğunu düşündüler:
mademki
her şey yazgıya göre gerçekleşiyor ... bütün nedenlerin bağlantısını zihninde
algılayan bir ölümlü olsaydı kesinlikle ondan hiçbir şey saklanamazdı. Ancak
tanrı dışında kimse bunu yapamayacağından, neyin izleneceğini açığa çıkaran
belirli işaretler aracılığıyla ilahi olan insanlara bırakılmıştır (Cicero 1923:
1. 127, yazar çevirisi).
Stoacılar
ayrıca kendilerini, işaretlerin (önermeler ya da lekta) bedensel nedenlerle
aynı şekilde nedensel olarak etkili olduğunu düşünen Keldani astrologlarından
da ayırdılar (Sextus Empiricus 1842a: 5. 4–5). Long "katı" ve
"yumuşak" astrologlar arasında kullanışlı bir ayrım yapar. Keldaniler
zor astrologlardır çünkü onlar (köpek-yıldızı gibi) göksel bedenlerin
hareketlerinin insan eylemlerinin hem nedenleri hem de işaretleri olduğuna
inanırlar; Stoacılar yumuşak astrologlardır çünkü onlar yıldızların
hareketlerinin gelecekteki olaylarla ilgili işaretler olduğunu, ve başka tipte
bir varlığa nedensellik atfettiğini sadece kabul ederler. Muhtemelen dolaylı
olarak Stoacılara işaret eden bir pasajda (Bobzien 1998: 166), Augustine,
yıldızların insan eylemlerini meydana getirdiğini söyleyenlerle, yıldızların
(belirgin) insan eylemlerini bildirdiğini söyleyen (muhtemelen Stoacı)
astrologları karşılaştırır: '(zor) astrologlar genellikle, örneğin "Mars
bu pozisyonda bir katile işaret eder' demezler, fakat 'bir katili meydana
getirir/oluşturur' [homicidam facit] derler (Augustine 1963: 1. 191, 25–34). Bu
elbette Chrysippus 'un Keldani kahinini yeniden ifade etmekten kaçınmak
istediği bir kahinsel gerekircilik türüdür.21
Bu
yüzden, Chrysippus için işaret ve geleceğinden haber verilen olay arasındaki
ilişki nedensel olmadığı kadar gerektirirci de değildir. Deleuze Stoacı astrolojinin
'nedensel olmayan tekabuliyetler' teorisi olduğunu söylerken haklı
görünmektedir. Ancak Chrysippus işaret-olay ilişkisinin buna rağmen evrensel
(geçerli) olduğunu savunur (Bobzien 1998: 160; Caston 1999: 196). O bu yüzden
kavramsal mıdır? Örneğin, köpek-yıldızının yükselişinde doğan insanların her
zaman denizde ölmeleri durumunda, 'tanrıcıların bu teoremi belirlemelerinin
nedeni evreni yöneten ilahi gücün, dünyayı, Sirius'un yükselişinde doğanların
evrensel olarak deniz dışındaki yerlerde ölmeleri yoluyla izleneceği şekilde
düzenlemiş olmasıdır' (Bobzien 1998: 167–8). Bu tekabuliyetlerin evrenselliği,
yine de onları kendi başına kavramsal kılmak için yeterli değildir. Bobzien,
evrensel bağdaşırlık ve bağdaşmazlık ilişkilerinin astroloji çalışmalarıyla
sadece empirik olarak a posteriori bir biçimde keşfedildiğini savunur. Onlar
bir kavramın kimliğinden analitik olarak türetilemezler (170). Üstelik Bobzien, bir yandan kehanetsel
işaretlerin 'nedensel olarak ilgisiz' olduklarını ve öte yandan 'evrensel düzenliliğin
'gerçek koşullarda' [koşulluluğun] gerektirdiği çelişki için yeterli olmadığını' savunur (170). Başka
deyişle, Stoacı soft astroloji, kavramsal zıtlık ya da 'çelişki' oluşturacak
kadar yeterince güçlü olmayan olaysal bağdaşmazlıkları betimler. Bu nedenle
kehanetle ortaya çıkan olaylar arasındaki ilişkilerin, hem bedensel nedenlerden
ve hem de Stoacı yazgıcılığın gereklilikten farklı olan kavramsal ilişkilerden
farklı olmasının bir sonucudur; işaret bir neden olmadığı için, 'işaretin
gerekliliği olaya [örn, öngörülen olaya] 'transfer' edilemez’. Ve kehanet
tarafından keşfedilen olaylar arasındaki bağdaşırlıklar kavramsal, böylece
-ilkesel olarak- kehanetsel teoremler olmadığından, kendilerini gelecekte gerektirmeksizin
geleceği bilmemize izin verir” (170). Bobzien, Deleuze'ün Stoacılar için, Stoacı astroloji tarafından ele alınan olaylar arasındaki bağdaşırlık ve
bağdaşmazlıkların ne nedensel ne de mantıksal olduğuna dair savını destekler.
Evrenselliklerine rağmen olaylar arasındaki öngörüsel ilişkiler Deleuze'ün
verdiği anlamda kavramsal değildir ve onun savı Stoacı astrologların 'nedensel
olmayan tekabuliyetler' ve 'mantıkdışı bağdaşmazlıklar' teorisinin doğrulunun
kanıtlandığını savunur. Açıklayıcı bir arkaplan sağlayan ve Deleuze'ün Stoacı
astrolojiye görünürde şaşırtıcı ve kafa karıştırıcı göndermeleri savunması,
bize onun Anlamın Mantığı’nda
savunduğu olay felsefesini nasıl kavradığını anlatır. Bendensel nedensellik
ve olaysal yarı-nedensellik arasındaki,
ve kavramsal ve olaysal bağdaşırlıklar
arasındaki ayrımın sonucu,
ikincisinin, birincinin yapmadığı
bir şeyi yapmamızı mümkün kılmasıdır; yani, ayrılmaları münferiden doğrulamak,
ayrışmaları farklı olarak doğrulamak. Deleuze'ün Stoacılıktaki kavramsal
olmayan ve nedensel olmayan ilişkiler ayrımı bu tür bağdaşırlık ve
bağdaşmazlıkların bir kavramın aynılığından analitik olarak nasıl
türetilemediğini vurgulamaya hizmet eder. Deleuze bu tür analitik
prosedürlerden uzaklaşır ve Çicero'dan esinlenerek üç çeşit sentezi ayırt eder:
birincisi koşullu (eğer ...öyle ise) biçimde olan
'bağlayıcı/birleştirici'(conexa)sentez; ikincisi 'hem ... hem de' şeklindeki bağlayan/bağlaç
görevi gören (coniuncta) sentez; ve üçüncüsü 'ayırıcı' (disiuncta) sentezler,
ikinci türün olumsuzları ('ikisi de değil', 'ya ...
ya da') (Deleuze 1990: 174). Deleuze, birinci tür sentez kavramsalsa ve tek bir
dizinin inşa mekanizmasını tanımlıyorsa, ikinci ve üçüncü tür sentezlerin çok
daha geniş uygulama alanına sahip olduklarını düşünür. Onlar hem olaylar ve
yakınlıklar arasındaki kavramsal olmayan ilişkilere ve hem de çoklu diziler
arasındaki uzaklıklara uygulanır. Deleuze analitik kavramsal prosedürle bir tür
haklı memnuniyetsizliği açığa çıkarmasıyla Chrysippus'a itibar eder. O,
Chrysippus'un Keldani kahininin 'bağlayıcı' bir sentez biçimindeki kehanete ait
önermesini 'ayırıcı' bir sentez biçiminde değiştirerek yeniden ifade ettiğini
düşünür: 'ikisi de değil: " Fabius
köpek-yıldızının ortaya çıkışında doğar" ve "Fabius denizde
ölecektir".
Deleuze'ün
Çiçero'nun De Fato okuması, Deleuze'ün
Stoacı olay teorisini temellükünde tehlikede olan şeyi net bir biçimde
algılamamıza olanak sağlar. Deleuze, Stoacılığı benimsemesindeki 'bütün
sorunun', bir şeyden kavramın aynılığı/kimliği sayesinde yüklemin dışarıda
bırakılmasıyla yetinen bir analiz prosedürünün varlığı yerine, ayrılma
koşulları altında neyin gerçek bir sentez olduğunu bilmek olduğunu savunur
(Deleuze 1990: 174). Yani, deleuze, Stoacı yazgı teorisinin hayati biçimde
kavramsal-olmayan terimlerle ayırıcı sentezleri doğrulama koşullarını
sağladığına inanmaktadır. Bu şekilde, Stoacılık, kavramların ve onların
çelişkiler olarak adlandırılan bağdaşmazlık ilişkilerinin birincil olmadığı
fakat 'birincil olaysal
(eventmental)" bağdaşmazlık'tan türediğine dair kendi felsefi iddiasına
uymaktadır (Deleuze 1990: 170–1). Kavramların kimliği/aynılığı temelinde
analitik olarak bağdaşmazlıklar
türetmekten çok, kavramların kendileri olaylar arasındaki eski 'mantık dışı' bağdaşmazlıklar yoluyla sentetik
olarak üretilmelidir. Deleuze Stoacı
yazgı teorisine çelişki ve kavramsallığa önce geldiği sürece tamamen 'olumlu'
olan bir olaylar teorisini sağlaması nedeniyle itibar eder (Deleuze 1990: 176).
Olaylar arasındaki ayırıcı-ıraksak ilişkiler bile (örn. Fabius'un doğumu ve
ölümü) olumsuz olmaktan çok olumlu, gerçekten sentetik olarak anlaşılmıştır.
Olaylar doğaları gereği olumlu olmak zorundadır. Sadece kavramlarla ilgili
oldukları sürece lekta başka bir önermenin olumsuzlaması olarak anlaşılabilir.
Yine
de, Stoacıları ayırıcı sentezlere böyle olumlayıcı bir yaklaşım sergiledikleri
için överken, aynı anda onları kendi olay teorilerinin kritik önemdeki her iki
özelliğini -bir yandan bedensel
nedensellik öte yandan kavramsal belirlenim bakımından olaylar arasındaki
yarı-nedensel etkileşimlerin özerkliğini- düşürmekle -temelde sorgusuz sualsiz-
suçlar. Kısaca, Deleuze: ' yine de, bugüne ulaşan kısmi ve aldatıcı metinleri
izlersek, Stoacıların basit fiziksel nedenselliğe ya da mantıksal çelişkiye
geri dönmenin çifte cazibesine direnemediklerini' söyler (Deleuze 1990: 171).
Deleuze
hiçbir metninde bahsetmese de, onun başvurusu onların az bulunurluğunu
doğruladı. Örneğin, Long ve Sedley, Stoacı olaylar arası ilişkiler teorisinin
kendi aralarında 'tatmin edici bir tartışma' olmadığından yakınırlar (Long and
Sedley 1987: 165). Aynı şekilde Bobzien, Chrysippus’un kehanet konusundaki
argümanlarını yeniden inşa etmesinden dolayı özür diler: 'burada uzun vadeli
makul bir bilim yolundan ayrıldık ve işaretlenmemiş tahmin yolunu
izledik'(1998: 173). Belki Deleuze'ün Stoacı olaylar arası bağlantılar teorisini yeniden inşası
varsayımsaldır (o kesinlikle Stoacı metinlerden ayrıntılı olarak çıkarım yapmak
için çaba harcamaz), ancak orada Deleuze'ü destekleyen metinler vardır ve
Deleuze tam da okumasının doğruluğu yüzünden bugün Stoacı irfana bir katkı
olarak görülebilir. Esasen Long ve Sedley’nin fark ettikleri bir ipucu ile
ilgili olarak özellikle Sextus Empiricus'dan bir pasajı düşünüyorum
olayların
yarı nedenselliğine ilişkin Stoacı teori (Long 1987: 165): [Stoacı] der ki,
eğitmen ya da talim çavuşu bazan çocuğun matkabı tutmasını ve belirli
hareketler yapmasını öğretmek için elini tutarken, bazen de çocuk ayakta durur
ve o kendisini çocuğa bir model olarak sunmak için uygulamaya geçer -bu yüzden
hem bazı dokunuşlar görünür ve hem de
bir bakıma komut yoluyla bağ kurar- ve genelde bedene baskı yapabilme
yateneğini kullanır; oysa başkaları bedensel olmayan söyleneninki [asômata
lekta] gibi bir doğaya sahiptir ve
komuta etme becerisi onlarla değil onlarla ilişkiyi baskı altına alır
[ep’autoîs . . . kai oukh hup’autôn]. (Sextus Empiricus 1842a: 8. 409; Long
1987: 163, değiştirilmiş çeviri)
Burada
Sextus bizi lekta tarzında etkileyen Stoacı rasyonel izlenimler teorisine (Diogenes Laertius 1925: 7. 51) gönderme yapıyor.
Çabuk kavrayan ruh böyle nedensel bir biçimde, sadece bedenler olarak onlardan
doğrudan etkilenmez. Long ve Sedley,
bedensiz lektanın böyle fiilen bir neden olmaksızın, bir 'neden-gibi'
ruhu etkilediğini ima ederler. Bu pasaj, Stoacıların henüz tam olarak takdir
edilmemiş bir yarı-nedensellik teorisine sahip oldukları fikrinin bir kanıtı
olarak okunmalıdır.
V.
Sonuç
Deleuze'ün
içgörüsü, Stoacı ontolojik gövdenin
-
ontolojinin varolan ve varolmayan 'şeylere' bölünmesine,
-
varolanlar arasındaki nedensel ilişkilerin ve yüzeyin iki yanı gibi, birbirini
karşılıklı olarak önceden varsayan 'doğalar' (gerçekler) arasındaki
yarı-nedensel ilişkiler yapısını inşa etmeye uzanır (Deleuze 1990: 22, 25).
Deleuze, Stoacı astrolojik öngörü ve yazgıcı bağdaşırlık açısından olaylara
eklemlenen 'sessiz bağdaşırlıklar ve bağdaşmazlıklar' teorsine hayrandır.
Öncelikle, Deleuze bu stoacı yarı nedensel bağdaşırlıkların önermeler ve evrensel
ya da genel kavramlar arasındaki açık ve
anlaşılır ilişkiden farklı olarak anlaşılması gerektiğini savunur. Deleuze'ün
okumasında, Stoacılıktaki şeyler arasında üç tür (bedensel, kavramsal ve olaysal) bağdaşırlık
ve bağdaşmazlık arasındaki temel fark ilk ikisinin belirli yakınsama
(yaklaştırma) kural ve yasalarına tabi olurken, üçüncüsünün tamamen
kuralsızlaştırılmış 'ideal oyun'a en yakın olan olmasıdır (Deleuze 1990:
58–65). Stoacılar terimler arasındaki kurala bağlı ilişkilerin (maddi
nedensellik ve kavramsal çıkarım) anlam
boyutunda önermeler arası kurala bağlı olmayan ilişkilere bağlı olduğunun
farkındadırlar. Ve Deleuze'e göre bu, -aynen yapısalcılıkta gördüğü gibi- bir tür aşkın argümandır. Stoacı olay ve duyu
teorisi, yazgı sorununu, bir ölçüde,
paradoksal bir örneğe, ya da 'bir
karşılaşmanın olumsallığına' bağlar
(Deleuze 1994: 139). Kant'ın aşkın (deneyüstü) prosedüründeki kusur, tam
tersine, bir yakınsama yasası, bir ideal
amaç ya da alması gereken koşullu biçimi varsayan kavramsal, varsayımsal bir
biçimdir. James Williams Deleuze'ün gerçekçi (doğasından gelen) aşkınlık
argümanını olayları seçmenin 'açık biçimi' olarak adlandırdı (2010: 211). Kapalı bir biçim, dışsal
(dışarıdan gelen) bir kuralın olayların davranışlarına uygulanmasını içerir
-bu, koşullu imge içinde bir koşul yaratır, tam da Deleuze'un kaçınmak istediği
şeydir bu. Örneğin, varlıkların analitik olarak ilişkili olduğu bir kavramın
kimliği/aynılığı, onları olumlamaktan çok ayrılmaları yadsımayı
gerektirecektir.
Stoacıların
kavramsal yenilikleri, Deleuze'ün benzeri olmadığını düşündüğü bir şeyi
yapmalarına izin verir, birbirinden ayrılan olayları birbirinden ayırmak yerine
ıraksak (birbirinden uzaklaşan/farklılaşan) olayları saptıkları (uzaklaştıkları/farklılaştıkları)
ölçüde onaylamak. Deleuze, Çiçero'nun De
Fato'sundaki Stoacı astrolojinin hesabına kayıtlı kanıtın, sıradan
kavramsallıkla bir şekilde çelişik sayılan ayırıcı sentezlerde bile,
Chrysippus'un uyumculuk ve yumuşak astroloji teorilerinde doğrulandığını
savunur. Her şeyin verili olduğu ve olayın önceden var olan bir kavram
özdeşliğinden çıkarsanarak oluştuğu analitik bir felsefeden çok, Stoacılar,
kavramların kendi özdeşliklerinin/kimliklerinin, her şeyin mutlaka müşterek
olması gerekmeden de çokluklar arasında kavram-öncesi birleşmelerle nasıl
üretilebildiği ya da yaratılabildiğini gösteren 'sentetik' bir felsefe
sunarlar.
Çev.
hç
Notlar
1.
Boieri, İskenderiye'li Clement'in zamanın bir neden olarak hesaba katıldığı
Stoacı görüşün hala kaybolmamış kaydı olarak kanıtını olduğu gibi alır. Clement
çocuğun öğrenme sürecini bir örnek olarak alır. Clement der ki, çocuğun
babası ‘prokatarctic’ nedendir, öğrenmek için vesile (ortam yaratma
gücü), öğretmen ‘sunektic’(ya da mükemmel) neden, çocuğun karakteri 'işbirliği
yapan neden' (sunegron), ve zaman olmazsa olmaz (hôn ouk aneu) nedendir,
Boieri'nin ifadesiyle 'gerekli koşul'dur (Clement of Alexandria 1869: bk 8, ch.
9, para. 25). Bu nedenlerin Stoacı soyağacı için bkz. Frede 1980
2.
Aslında Deleuze, Stoacı nedensellikle ilgili olarak Boieri'nin İskenderiye'nin
Stromata'sı Clement ile aynı bilgiyi verdiğini aktarır. Oysa Deleuze ya da
tercümanı Yunanlılarla hızlı ve serbest oynuyor:
'Stoacılar bedenin gerçek anlamda bir neden olduğunu söyler; fakat bedensiz,
metafizik bir biçimde, bir neden tarzında sunulur' (Deleuze 1990: 343, n.1).
pasajın daha iyi bir çevirisi şöyle olacaktır:
Diğerleri (Stoacılar) bedenin düzgün konuşan bir neden olduğunu ve bedensizin, sanki nedensel [hoion aitiôdôs]
konuşma [katakhrêstikôs] tarzında
olduğunu söylerler (Clement of Alexandria, Stromata, bk 8, ch. 9, para. 26).
‘hoion aitiôdôs’u 'yarı nedensel' yapmak oldukça ekonomiktir. Deleuze muhtemelen
bu terminolojiyi Clement'den alıyor. Deleuze zamanın yarı nedenselliğini
tartışıyor olsa da, bu hesabı genelleştiriyor ve -en başta lekta olmak üzere-
bütün bedensizlere uyguluyor.
3.
Fregeci ve Stoacı semantikler arasındaki
benzerlik (Graeser 1978: 78–82; Frede 1994: 119; Long 1971: 105
tarafından tanınır) en azından Mates 1953: 19–26'ya kadar uzanır. Victor
Goldschmidt (1954), Mates'in Stoacı bedensizlere dair değerlendirmesinin,
Deleuze'ün Stoacı bedensiz lekta okumasından (Deleuze 1990: 5) derin bir
biçimde etkilenen Émile Bréhier tarafından sorulan zor sorulara kaçamak
yanıtlar verdiğini ileri süren Revue de
métaphysique et de morale'de, Mates'in Stoacı Mantığına dair eleştirel bir
not yazar. Bence Deleuze, Mates'in, Stoacı lekta teorisi ile Frege'nin Sinn
teorisi arasındaki benzerliğ hakkındaki iddiasını biliyordu, doğrudan Mates'den
değilse bile en azından Goldschmidt aracılığıya.
4.
Örneğin, Stobeaus’ un Eclogae raporunda
(Long and Sedley 1987: 304), ve Sextus Empiricus'da (1842a: 8. 100). Stoacı çağrı, Stoacı nedensellik hakkındaki
raporlarda her zaman rastladığımız bir terimin ‘sumbebêkota’'nın varlığına
dayanır (Stobaeus qtd in Bobzien 1998: 23).
5.
Meinong 1960: 83–6. Frege ve Mainong arasındaki bağlantıda, hem Frege'nin 'anlam'
hem de Meinong'un 'saf nesne’sinin ne öznel ne de nesnel olan bir 'üçüncü
alan'ın 'felsefi mitolojisini' kabul etmeyi gerektirdiğini iddia eden Dummett'e
(1993:22-5) bkz. Bu mitten Deleuze hoşlanırken Dummett hoşlanmaz.
6.
Fransız yapısalcılığının ana metnine göndermede bulunan paradoksal unsurlara
'değişkenler' (floaters) diyorum, Lévi-Strauss'un Deleuze'nin (1990: 49-50)
atıfta bulunduğu Marcel Mauss'un
Çalışmasına Giriş'i, herhangi bir semantik işleve indirgenemeyen anlamsal
işleyiş garantörleri olarak 'değişken göstergeleri' tartışır (Lévi-Strauss
1997: 63).
7.
Daniela Voss muhtemelen Frege ile Stocılar arasındaki ilişki konusunda benimle
aynı fikirde değildir. 'Deleuze'ün Anlam
(Sense) Nosyonunu Yeniden Düşünmesi'nde Voss, Stoacı mantığın hiçbir şekilde
Fregeci olmadığının kabul edilmesi gerektiğin iddia eder (2013:17). Frege için
bir isim ya da önermenin anlamı bir 'düşünce' olduğu ve 'düşünceler' Stoacılar için bedensiz değil, beden oldukları için, Voss bu
görüşe tutunur (17). Frege'nin "anlam" dediği şeyin Deleuze'nin
"anlam-duyu" dediği şey olmadığını söyler. Fregeci anlam (sense),
Deleuze'ün "anlamlama" (signifcation) olarak adlandırdığı kavramsal
gereklilik ilişkilerinde halsiz ve yorgundur. Voss'a karşı, Stoacı mantığın,
belki asgari düzeyde Fregeci olduğunu ve bu anlamda, Frege için, her zaman
göndermeyi-imayı aştığının önemli oluğunu söylemek isterim. Herhangi bir verili
gönderme için her zaman bir çok anlam vardır. Voss'un belirttiği gibi “Örneğin,
x kişisinin dul (widower) olduğuna dair bir önerme varsa, bunu x'in bir erkek,
x'in evli olduğu ve x'in karısının öldüğü sonucuna varabiliriz” (4). İlk
önermenin bütün farklı anlamlarının tümünün 'anlamlama' alanında kalıp kalmdığı
ve uygun bir anlam olup olmadığı, Deleuze'ün “Frege'nin paradoksu” (Deleuze
1990: 29) dediği şey ile sınırsız anlam adının çoğalması ve “Carroll'un
paradoksu” (18) ile de isimlerin anlamlarının çoğalması arasında ayrım yapmayı
gerektirir ve bu ayrımı Voss ıskalar. Anlam ve tahmin ilişkileri arasındaki
kavramsal ilişkileri ayırt etmek her zaman kolay değildir (aşağıdaki not 19'a
bakınız).Deleuze metafiziksel "yüzey" ya da bedenler ve lekta
arasındaki 'sınır' hakkında konuştuğunda, ben onun bu yüzeyin biri bedensel ve
biri bedensiz iki dizi arasında uzandığını anlattığını anlarım. Tıpkı bu
yüzeyin bedensel (adlandırma ve anlamlandırma) 'tarafı'nın dışarıda kaldığı
duyusuna açılan 'Caroll paradoksu'na tabi olduğu gibi (16), 'Frege pardoksu' da Stoacı yüzey tarafında
duyuyu kuşatır (29): her ismin bir anlamı olduğu gibi, her ismin anlamı da
kendi ismine sahiptir, vb. “Aristoteles” adında bir dizi anlam vardır -
bunlardan sadece birini, “Kategorilerin yazarını” isimlendirmek için - ancak
Aristoteles adının bu anlamda “erken
Aristoteles” denmesi gerekir. Ayrıca, bu ismin bir takım anlamları vardır,
örneğin, “Platon'un öğrencisi” ve “Atina yerlisi". Deleuze isimler ve anlamların
(birbiri üzerinden hç.) bu atlayışının sonsuza ilerlediğine işaret eder.
Fregeci geri çekilişte olumlu bir şey var. Bu, Caroll'un geri çekilişiyle
birlikte, kendilerini yüzeyin her iki tarafına dallandıran (genel olarak
gerileme biçimindeki (36) iki dizi yoluyla bir mekanizma oluşturur. Frege'nin
sürekli olarak (anlamı) aşan ve (anlamdan) uzaklaşan anlam gerilemesi
sayesinde, anlamı mevcut bir bedene raptetme girişimleri, metafizik yüzeyin iki
yanını aynı anda iletişime sokar ve birbirlerine göre bağımsızlıklarını korur.
8.
Adil olmak gerekirse, Çicero'da “gignomenon” un tam bir Latince karşılığı
yoktur. Ancak Çiçero her şeyin 'yazgıya göre olup bittiği' (fieri fata)
şeklindeki Stoacı iddiayı savunmak için hareket (motus) konusuna atıf yapar
(1942: 20).
9.
Aetius, Placita, 1. 28. 4 (Long and Sedley 1987: 336); Cicero 1923: 1.
125; Cicero 1942: 20.
10.
Bobzien Stoacı olayları günümüz analitik metafiziğinin 'olay'ından ayırmak
için, 'gignomenon' çevirirken 'olay/vaka' neolojizmini kullanır (27). Ve stoacı
'olay'ın, bu teorinin (27, n.43) beklentisine göre anlaşılabileceğini önermek
için, her ne kadar argümanında hiçbir şey öneriye bağlı değise de, olay teorisi
için 'özel örneklem'e gönderme yapar (örn. Kim 1993: 33–52). Gignomenon için
'olay'a bağlı kalacağım, çünkü en azoından Deleuze için bu Stoacı olay için çok
önemli olan şey bedensellikten ve uygun nedensellikten farklılıklarını
korumalarıdır. Aslında fiilen varolan durumla ilgili olarak olayların
indirgenemzliği Deleuze ve onun ardından yazan diğer Avrupalı olay
teorisyenleri için can alıcı önemdedir (Bowden 2011: 2). Bu geleneğin 'olay' duyusuna sahip olduğunu
gösterir.
11.
Bobzien’in kullandığı ‘şey’ sözcüğünü ‘olay’ sözcüğüyle
değiştirdim.
12.
Cicero 1942: 21, 31. Deleuze’nin bu metne güveni için bkz.Deleuze 1990: 335, s.3; 350, n.1.
Chrysippus için, iki değerlilik (bivalence) gelecekle ilgili önermelerde bile
geçerlidir (Long ve Sedley 1987: 235).
13.
See Aristotle, De interpretatione, pp. 18a27–19b4, and, for Diodorus,
Sedley 1977 and Bobzien 1998: 59.
14.
Boethius, On Aristotle’s De Interpretatione, II. 234, 22–6 (Long and
Sedley 1987: 231).
15.
2. 19, 1–5'i yeniden inşa etmem için, Epiktetus'un Discours'larına güveniyorum.
16.
Diogenes Laertius 1925: 7. 75; aynı zamanda bkz. Plutarch 1976b: 1055d–f;
ve Frede’deki yorum 1974: 107–14; Sedley
1977: 99; Bobzien 1998: 112–6.
17.
Alexander of Aphrodisias, On Aristotle’s Prior Analytics, pp. 184–5 (qtd
in Bobzien 1998: 113).
18.
Alexander of Aphrodisias, On Fate, 192, 18 (aktaran, Long and Sedley
1987: 337).
19.
Bobzien Chrysippuscu confatalia
tartışmasını, 'Laius'un bir oğlu olacak, Oedipus' ve
'Laius bir kadınla eşleşecek',
'Milo Olympia'da güreşecek' ve 'Milia Olympia'da birisiyle güreşecek'
(Bobzien 1998: 217–22), Chrysippus’un tam da 'tembel argüman'a yanıtındaki
terimleriyle benzeşmez olduğunu düşünür, çünkü ilişkiler arasında birincisi
(fakat ikincisi değil) evrensel zorunlu koşulluluk ilişkileri temelinde kolayca
kavranabilirdir(201–2, 222).'Tipler' ile ilgili olarak Bowden, Deleuze'ün
Russel'ın matematik ilkelerine ek'ine göndermede bulunduğunu açıkça iddia eder
(Bowden 2011: 53, n.69).
20.
Eusebius, Praeparatio Evangeliae, 4.3.2 (Long and Sedley 1987: 338).
21.
Augustine’in olaylar vasıtasıyla
önermeler arasındaki ilişkileri tanımlamak için 'anlam' (significare) fiilini
kullanışı ve 'işaret/im' terimini genelde Stoacı çerçevede kullanışı
Deleuze'ün evrensel kavramlar ve
önermeler arası ilişkiler için 'anlamlama'yı (signification) kullanmasından
farklıdır. Astrolojik signum (işaret işlevi gören), Deleuze'ün 'bir olay olarak
ifade edilen anlamı (sense)... her zaman padoksal örneği yerinden eden
anlamsızlıktan türemesiyle' tanımladığı ve anlamlamadan tümüyle farklı olan
'saf işaret' dediği şeydir (Deleuze
1990: 176).
References
Aristotle
(1984) ‘De interpretatione’, in The Complete Works of Aristotle,
J. Barnes (ed.), trans. John L. Ackrill, Princeton, NJ: Princeton University
Press.
Augustine
(1963) City of God, Books 4–7, trans. William M. Green, Cambridge, MA:
Loeb.
Beaulieu,
Alain (2005) ‘Deleuze et les stoïciens’, in Alain Beaulieu (ed.), Gilles Deleuze:
heritage philosophique, Paris: PUF, pp. 45–72.
Bobzien,
Suzanne (1998) Determinism and Freedom in Stoic Philosophy, Oxford: Clarendon.
Boeri,
Marcelo D. (2001) ‘The Stoics on Bodies and Incorporeals’, The Review of Metaphysics,
54:4, pp. 723–52.
Bowden,
Sean (2011) The Priority of Events: Deleuze’s Logic of Sense, Edinburgh:
Edinburgh University Press.
Caston,
Victor (1999) ‘Something and Nothing: The Stoics on Concepts and Universals’, Oxford
Studies in Ancient Philosophy, 17, pp. 145–213.
Cicero
(1923) ‘On Divination’, in Cicero: On Old Age. On Friendship. On Divination,
trans. William A. Falconer, Cambridge, MA: Loeb.
Cicero
(1942) ‘On Fate’, in Cicero: On the Orator: Book 3. On Fate. Stoic Paradoxes.
On the Divisions of Oratory, trans. Harris Rackham, Cambridge, MA: Loeb.
Cicero
(1949) ‘Topics’, in Cicero: On Invention, The Best Kind of Orator, Topics,
trans. Harry M. Hubbell, Cambridge, MA: Loeb.
Clement
of Alexandria (1869) ‘Stromateis VIII’, inWilhelm Dindorf (ed.), Clementis Alexandri
Opera, Oxford: Clarendon Press, vol. III, pp. 350–78.
Deleuze,
Gilles [1968] (1994) Difference and Repetition, trans. Paul Patton, New York:
Columbia University Press.
Deleuze,
Gilles [1969] (1990) The Logic of Sense, Constantin V. Boundas (ed.),
trans. Mark Lester with Charles Stivale, New York: Columbia University Press.
Diogenes
Laertius (1925) Lives of Eminent Philosophers: 2 Vols, trans. Robert D. Hicks,
Cambridge, MA: Loeb.
Dummett,
Michael (1993) Origins of Analytical Philosophy, Cambridge, MA: Harvard
University Press.
Epictetus
(1925) Discourses: Books 1–2, trans. William A. Oldfather,
Cambridge, MA: Loeb.
Frede,
Dorothea (2003) ‘Stoic Determinism’, in Brad Inwood (ed.), The Cambridge Companion
to the Stoics, New York: Cambridge University Press, pp. 179–205.
Frede,
Michael (1974) Die Stoische Logik, Göttingen: Vandenhoek & Ruprecht.
Frede,
Michael (1980) ‘The Original Notion of a Cause’, in Malcolm Schofield, Myles
Burnyeat and Jonathan Barnes (eds), Doubt and Dogmatism,
Oxford:Clarendon Press, pp. 217–49.
Frede,
Michael (1994) ‘The Stoic Notion of a Lekton’, in Stephen Everson (ed.),
Companions to Ancient Thought 3: Language, New York: Cambridge
University Press, pp. 109–28.
Frege,
Gottlob [1892] (1993) ‘On Sense and Reference’, in Adrian W. Moore (ed.), Meaning
and Reference, Oxford: Oxford University Press, pp. 23–42.
Goldschmidt,
Victor (1954) ‘Stoic Logic par BensonMates’, Revue de métaphysique et
de morale, 59:2, pp. 213–14.
Graeser,
Andreas (1978) ‘The Stoic Theory of Meaning’, in John M. Rist (ed.), The Stoics,
Berkeley: University of California Press, pp. 77–101.
Inwood,
Brad (1985) Ethics and Human Action in Early Stoicism, Oxford: Clarendon.
Kim,
Jaegwon (1993) Supervenience and Mind: Selected Philosophical Essays,
NewYork: Cambridge University Press.
Lévi-Strauss,
Claude (1997) ‘Selections from Introduction to the Work of Marcel Mauss’,
in Alan D. Shrift (ed.), The Logic of the Gift, New York: Routledge, pp.
45–69.
Long,
Anthony A. (1971) ‘Language and Thought in Stoicism’, in Anthony A. Long (ed.),
Problems in Stoicism, London: Athlone, pp. 75–113.
Long,
Anthony A. (1982) ‘Astrology: Arguments Pro and Contra’, in Jonathan Barnes,
JacquesBrunschwig, Myles Burnyeat and Malcolm Schofield (eds), Science and
Speculation, New York: Cambridge University Press, pp. 165–92.
Long,
Anthony A. and David N. Sedley (1987) The Hellenistic Philosophers, Volume 1:
Translations and Commentary, Cambridge: Cambridge University Press.
Mates,
Benson (1953) Stoic Logic, Berkeley and Los Angeles: University of California
Press.
Meinong,
Alexius [1904] (1960) ‘Theory of Objects’, in Roderick Chisholm (ed.) Realism
and the Background of Phenomenology, New York: Free Press, pp. 76–117.
Meyer,
Susan Sauvé (2009) ‘Chain of Causes: What is Stoic Fate?’, in Ricardo Salles
(ed.), God and Cosmos in Stoicism, Oxford: Oxford University Press, pp.
71–92.
Plutarch
(1976a) ‘Against the Stoics on Common Conceptions’, in Harold F.Cherniss (ed.),
Moralia XIII, Cambridge, MA: Loeb, vol. II. Plutarch (1976b) ‘On Stoic
Self-Contradictions’, in Harold F. Cherniss (ed.), Moralia XIII,
Cambridge, MA: Loeb, vol. II.
Sedley,
David (1977) ‘Diodorus Cronus and Hellenistic Philosophy’, Proceedings of the
Cambridge Philological Society, 203, NS 23, pp. 74–120.
Sellars,
John (2007) ‘Aiôn and Chronos: Deleuze and the Stoic Theory of Time’, Collapse,
3, pp. 177–205.
Sextus
Empiricus (1842a) Adversus Mathematicos libri XI, ed. Immanuel Bekker, Reimer:
Berlin.
Sextus
Empiricus (1842b) Purrhoneioi hupotuposeis, ed. Immanuel Bekker, Reimer:
Berlin.
Stough,
Charlotte (1978) ‘Stoic Determinism and Moral Responsibility’, in John M. Rist
(ed.), The Stoics, Berkeley: University of California Press, pp. 203–32.
Voss,
Daniela (2013) ‘Deleuze’s Rethinking of the Notion of Sense’, Deleuze
Studies 7: 1, pp. 1–25.
Williams,
James (2010) ‘On the Problem of Selection of Events for Deleuze and Davidson,’
in Jack Reynolds, James Chase, James Williams and Edwin Mares (eds.), Postanalytic
and Metacontinental: Crossing Disciplinary Divides, New York: Continuum,
pp. 203–15.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder