7 Kasım 2009 Cumartesi

BİYOPOLİTİKA

Maurizio Lazzarato



çeviren: Kutlu Tunca


1970’lerde Foucault biyopolitika kavramıyla bugünlerde minvali apaçık olan şeye işaret ediyordu: yeni ekonomik stratejiler ve yeni politik savaşımların merkezinde olan 'yaşam" ve "yaşayan varlık' (la vivant). Ayrıca "yaşamın tarihe girişi"nin kapitalizmin doğuşuyla örtüştüğünü de göstermişti. Gerçekte "yaşam süreçleri" ve onları kontrol etme ve düzenleme olanağını gözönünde bulunduran iktidar ve bilgi tertibatları 18.yüzyıldan başlarak gelişir. "Batı insanı yaşayan bir dünyada yaşayan bir tür olmayı, bir bedene sahip olmayı, varoluş koşullarını, bireysel kollektif refahın anlamını ve güçlerin düzenlenebilirliğini tedricen öğrenir." Yaşam ve yaşayan varlık, bu tür ve onun üretken gereksinimlerinin politik savaşımın merkezine taşınması insan tarihinde radikal anlamda yeni olan birşeydir. "Bin yıldır insan Aristo için neyse öyle kaldı: mütemmim politik varoluşuyla birlikte yaşayan bir hayvan; modern insan politikliğini yaşayan bir varlık olarak sözkonusu varoluşuna yerleştirmiş olan bir hayvandır.

İnsan genomunun patentlenmesi ve yapay zekanın gelişimi; biyoteknoloji ve yaşam güçlerinin işlevsel düzenlenişi, yeni bir biyoiktidarlar kartografisi taslağı oluşturur. Bu stratejiler bizzat sözü edilen yaşam formları içine yerleşir. Ancak Michel Foucault'un çalışmaları bu yeni biyoiktidarların tanımlanmasını yalnızca dolaylı biçimde dikkate almıştı. Kendi pratiğinin nesnesi olarak yaşamı elegeçiren iktidarla, yaşam içinde yeralan ve kontrolden kaçan öznelleşme ve yaşam formlarını yaratan bu iktidara karşı direnişi tayin etmesi dolayımında ilgiliydi. Bana öyle görünüyor ki, Foucault'un düşüncesini baştan sona kateden ortak izlek, 19. yüzyıldan sonra büyük politik kurumların ve partilerin eline geçen yeni bir politik yaratım sürecinin gereksinimlerini özgülleştirme denemesidir. Gerçekte Foucault yaşamın tarihe girişini, beden ve onun potansiyeliyle başlayan ve Batı düşüncesinin özneyi "yasanın bir öznesi" gibi kavrayan yürürlükteki geleneğine karşı etik bir politik özne olarak dikkate alan yeni bir ontoloji önerme olanağı sunması dolayısıyla olumsal şekilde yorumlar.

Bir tebaiyet ve onun pratikleri, meşrulaştırım biçimleri ve tertibatlarına ilişkin bir teoriden ziyade, Foucault özgürlük ve her iktidar uygulamasının ima ettiği 'dönüşme yetisi'yle başlayan bir iktidar kipini sorgular. Yaşamın tarihe girişinin teyit ettiği yeni ontoloji, Foucault'un etik'in esası olarak (matiére) gördüğü öznenin kendisiyle ve başkalarıyla ilişki kurma özgürlüğünü tanımlamasına imkan verir. Habermas ve Anayasal Devlet filozoflarının insan hakları ve transendental bir iletişim etiğine radikal bir alternatifi temsil etmesinden dolayı Foucault' düşüncesini imtiyazlı bir nişangah haline getirmeleri hiç de yersiz değildir.

2.Giorgio Agamben yakınlarda yayınlanan ve biyopolitika kavramı üzerinden bir varlık araştırmasının yürütüldüğü açıkca belirtilen kitabında, antik dönemde, zoe ve bios arasında, doğal yaşam ve politik yaşam, etki alanı evle sınırlı yaşayan bir varlık olarak insan (basit vivant) ve etkinlik alanı polis içinde yeralan politik bir özne olarak insan arasında yapılmış teorik ve politik bir ayrımın bizim için artık neredeyse bilinmez olduğunu ısrarla vurguladı. Zoe'nin polis alanına girişi hem Foucault hem de Agamben için kesinlikle modernite'nin sonucudur; klasik düşüncenin politik ve felsefi kategorilerinin radikal bir dönüşümüdür bu. Ama zoe ve bios, yaşayan bir varlık olarak insan ve politik bir özne olarak insan arasındaki bu ayrımın imkansızlığı egemen iktidarın eyleminin ürünü müdür yoksa iktidarın 'kontrolü dışındaki' yeni güçlerin iktidar üzerindeki eyleminin sonucu mu? Agamben'in yanıtı bu iki alternatif arasında sürekli dalgalanır. Foucault'un tanımı ise bütünüyle farklıdır: biopolitikalar yeni bir güçler dinamiğiyle ele geçirilen ve klasik dünyanın tanıyamadığı iktidar ilişkileriyle birleşik bir tahakküm biçimidir.

Foucault bu dinamiği kendi araştırmasının gelişimine uygun olarak oluşumu köklü biçimde sorgulanan, her örgütlenmeyi transendental, her düzenleyici mekanizmayi dışsal addeden çoğul ve hetorojen bir direniş ve yaratım gücünün ortaya çıkışı olarak tanımladı. Bioiktidarın doğuşu ve egemenlik probleminin yeniden tanımlanması bize göre yalnızca bu temel üzerinde anlaşılabilir. Foucault'un tüm çalışması, eğer öznelerin özgürlüğü ve onların 'başkalarının davranışları’ üzerinde etkide bulunma yetileri üzerinde kurulmuş bu iktidarın dinamiğine ilişkin olarak hayatının sonuna kadar tutarlı bir açıklama yapmamış olsaydı bile bu sonuca götürür.

Foucault Yaşamın tarihe girişi'ni ekonomi politiğin gelişimi dolayımında çözümledi. Ekonomi (doğrudan söylemek gerekirse aile yönetimi) ve politikanın (polis'in yönetimi) birbiriyle içiçe geçtiği belirli bir uğrakta iktidar tekniklerinin nasıl değiştirildiğini gösterdi. Yeni biopolitik tertibatlar kendimize şu soruyu bir kez sormaya başladığımızda doğmuşturlar: bireylerin, aile içinde mal ve servet idaresinin ve ailenin varlıklarını artırmanın-ki iyi bir babanın, eşi, çoçukları ve uşaklarıyla ilişkisinde beklenilen seydir bu) doğru biçimi nedir-ve babanın ailesine ilişkin bu kılı kırk yaran ilgisini Devlet idaresine nasıl sokarız?

Niçin modernitenin 'gizemli tehdidini’ ekonomi politik içinde aramalıyız? İktidar-nüfus politik ekonomi ilişkisi olarak kavranan biopolitika, ontoloji ve politika arasında yeni bir ilişki kuran bir güçler dinamiğine gönderimde bulunur. Foucault ekonomi-politik’le sözettiği ne klasik iktisatçıların çalışması ve sermayenin ekonomi-politiğidir, ne de Marksist ekonomik ‘canlı emek’ eleştirisi. Güçlerin ekonomi politiği bu bakış açılarına çok yakın ama yine de çok farklıdır. Marks'ın bakışaçısına çok yakındır, çünkü yaşayan varlıklar oldukları sürece insanlar ve insanların 'şey'lerle arasındaki ilişkilerin zihinde bir 'iktidar fazlasi' çıkartma amacını koruyarak nasıl yönetileceği ve eşgüdümleneceği sorunu basitce ekonomik bir sorun değil ontolojik bir sorundur. Farklıdır, çünkü Foucault Marks'ı ve ekonomi politiği, güç iliskilerini sermayeyle emek arasındaki iliskilere indirgemeleri ve bu ikili, simetrik iliskileri bütün toplumsal dinamiklerin ve her iktidar iliskisinin kaynağına dönüştürmüş olmaları dolayısıyla hatalı görür. Foucault'un sözünü ettiği ekonomi politik, yalnızca doğal kaynaklar, emek ürünleri, onların dolaşımı ve ticari rezerv alanlarını değil, kent ve güzergahları, yaşam koşullarını (çevre, beslenme rejimi vb), nüfusu, onların yaşam zincirlerini, çalışmak amacıyla oyuna katılma yeti ve eğilimlerinin idaresiyle bütün bir karmaşık maddi alanı yönetir.

Biyopolitikanın bir sözdizimi olarak ekonomi politik, klasik ekonomi politik ve onun eleştirisinde olduğu gibi sermaye ve emek arasındaki münhasır ilişkiden ziyade, toplumsal bedenin bütününe yayılan güçler arasındaki bütün bir ilişkiler dizisini geniş biçimde açıklayan iktidar tertibatlarını kapsar.

Foucault güçlerin ekonomi politiği içinde ifade edilmiş yeni iktidar ilişkilerini tanımlayacak yeni bir ontoloji ve yeni bir politik teori gereksinimi duyar. Gerçekte rızaya dayalı ilişkiler (de commandemant et d’obéissance) çoğulluğuna aşılanan ve yerleşen biyopolitik tertibatlar, iktidarı eşgüdümleyen, kurumsallaştıran, katmanlaştıran, hedef koyan, ama bireyler üzerindeki saf ve basit bir iktidar tasarımına indirgenemeyecek güçler arası ilişkilerdir. Modernitenin asli politik problemi egemen iktidarın kaynağının tek olmayıp, yönetme ve tebaiyet ilişkilerine göre fiilen birbiri içerisinde sürekli devinen bir güçler çeşitliliğine dayalı olmasıdır. Foucault’un toplumsal bedenin dinamiklerini tarif etmekte kullandığı kadın ve erkek, uzman ve öğrenci, doktor ve hasta, işçi ve işveren arasındaki ilişkiler daima bir iktidar ilişkisini içeren güçler arası ilişkilerdir. Eğer bu tanımlamaya uygun biçimde iktidar aşağıdan oluşuyorsa, bu durumda iktidar tertibatlarının oluşumuna ilişkin olarak sonsuz küçük mekanizmalarla başlayan çözümlemeyi, bunu izleyerek global tahakküm biçimleri ve daha genel mekanizmalarla kurumsallaşan, dönüştürülen, çapraşıklaşan, kullanılan, gövdeleşen, donatılan daha üst biçimlere doğru çıkartmamız gerekir.

Sonuç olarak biyopolitika yaşayan varlıklardan bir iktidar fazlası çıkartmak için bu iktidar ilişkilerinin stratejik eşgüdümlemesidir; egemenliği meşrulaştırma ve haklı çıkarmaya ilişkin saf ve basit bir yeti değildir bu. Foucault’a göre’eşgüdümleme ve belirleyicilik’in biyopolitik işlevlerinin, ona bu özel tarz içinde işlersellik kazadırmaya başlayan uğrak dolayısıyla, iktidarın gerçek kaynağı olmadığı kabul görmek zorundadır. Biyoiktidar dışarda doğar ve özel olarak ona ait olmayan bir iktidarı hedefler ve eşgüdümler. Biyoiktidar daima kendisinden başka birşeyden doğar.

3. Tarihsel olarak ekonomi politiğin hükmetmeye çalıştığı güçlerin toplumsallaşması egemen iktidarı krize celb’eder; bu güçler biyopolitik tahakküm teknolojilerini ‘heryerde hazır ne nazır’ (içkin) olmaya, giderek artan biçimde toplumla birlikte gelişmeye zorlar. Bu toplumsallaşma iktidarı gerçekliğimiz içinde ‘içkin bir aşkınlık’ı ifade eden hem tamamlayıcı hem de bağdaşımsız tertibatlar içinde açımlanmaya, yani biyoiktidarla egemen iktidarı bütünleşmeye zorlar. Gerçekte hükmetme sanatı-nüfus ve servet dizileri arasında bağımlılığın (dayanışmanın) ortaya çıkışı egemenlik sorununda radikal bir kaymaya yolaçar. Foucault egemenliğin çözümlemesine kayıtsız kalmaz, ama yalnızca ‘kör’ ve ‘zayıf’ olmasından dolayı temel gücün iktidar değil, ‘toplumsal beden’ ya da ‘toplum’u oluşturan güçler cihetinde kurulacağını ileri sürer. Egemen iktidar kör ve zayıftır ama bu hiçbir şekilde etkililikten yoksun olduğunu göstermez: onun acizliği ontolojiktir. Foucault’un düşüncelerini ardışık ve farklı tertibatların yerdeğiştirdiği dizimsel bir iktidar ilişkileri çözümlemesi olarak tanımladığımızda yanlış yapmış oluruz, çünkü biyopolitik düzenlemeler egemenliğin yerini almaz, ama onun işlevini değiştirir ve hatta onun temelini çok daha ciddi bir sorun haline getirir.

Bu nedenle görmemiz gerken şey, bir hükümdar toplumunun bir disiplin toplumuyla, ve bunu takiben bir disiplin toplumunun bir kontrol toplumuyla yerdeğiştirmesi sınırları içinde değildir; gerçekte başlıca hedefi nüfus olan üç köşeli bir parça vardır: egemenlik-displin-tahakküm. En iyisi, aynı anda ekonomi politik, nüfus ve tahakküm bağlantısı içinde varolan farklı tertibatların dağılımı ve eklemlenmesi dolayımında düşünmeye çalışmak olacaktır.

O halde biyoplitikaların gelişimini tekyönlü bir iktidar ilişkisi olmaktan ziyade, güçlerin içkin ve stratejik bir düzenlenişini sağlama zorunluluğu olarak kavrayabilir miyiz? Vurgulamamız gereken, güçlerin toplumsallaşması, egemen iktidar ve biyoiktidarı düzenleyen ilke ve dinamiklerin farklılığıdır. Son ikisi, yalnızca çoğul ve hetorojen güçlerin eylemi üzerinde anlaşılabilir. Özgürlük ve güçlerin direnişi olmaksızın modern iktidarın tertibatları kavranılamaz kalacak ve anlaşlabilirlikleri amansızca siyasalbilimin mantığına indirgenecektir.Foucault bu durumu şöyle açıklamıştı:“Bu yüzden direniş önce gelir ve sürecin diğer güçlerine göre başat kalır; iktidar ilişkileri direnişin değiştirdiğini değiştirmekle mükelleftir. Bu yüzden direniş bu dinamikte ana sözcük, anahtar sözcüktür.”

4.Yetmişli yılarda Foucault esas olarak savaşım ve mücadele modellerine dayalı yeni bir iktidar kavramı formüle eder. Bu iktidar ve toplumsal ilişkiler kavrayışı içinde kesin olarak oyun içinde güçlerin bir özgürlüğü (özerkliği, bir bağımsızlığı) vardır, ama özgürlük daha çok başkalarını kendisinden yoksun bırakan bir iktidar olarak oluşur. Gerçekte savaşım içinde zayıf ve güçlüler, zeki ve naif’ler galip ve mağluplar vardır ve onlar hepsi de fiilen etkinlik halindeki öznelerdir; bu özgürlük yalnızca diğer güçlerin zapt’ettiği, teslim yada temellük ettiği bir şeyden ibaret olsa bile , onlar “özgür”dürler.

Foucault, toplumsal ilişkileri açıklama işlevi gören güçlerin özgürlüğü, farklılık ve iktidar kavramlarının eklemlendiği bir paradigmaya kesin biçimde yerleşmiş olan bu iktidar modelini, “güçlerin savaşımsı çarpışmasını”, felsefi ve hukuksal bir sözleşme ve egemenlik geleneğine karşı inşa etmişti Yine de bu farklılık felsefesi insanlar arasındaki bütün ilişkileri, bu ilişkilerin gerçek doğasını önemsemeyerek tahakküm ilişkileri olarak görme riskini taşır. Foucault düşüncesi bu çıkmaz sokakla yüzleşmek zorunda kalacaktır. Her şeye rağmen bedenler daima iktidar tertibatları içinde kapana düşmüş değildir. İktidar tekyönlü bir ilşki değil ama Panoptikon düzeneğinde uygulandığı gibi bireyler üzerindeki totaliter bir tahakküm, stratejik bir ilişkidir. Toplumdaki her güç iktidar uygular ve iktidar “herşeyi bilen ve herşeye kadir” olmasından dolayı değil ama her gücün bir beden-iktidar olması sebebiyle, beden sayesinde yayılır. İktidar aşağıdan gelir; onu oluşturan güçler çoğul ve hetorojendir. İktidar olarak adlandırdığımız şey, çoğul güçler arasındaki ilişkileri eşgüdümleyen ve belirleyen bir bütünleşmedir. Potansiyel, farklı ve özerk güçler üzerinde temellenen bu yeni iktidar kavramını ‘evrensel bir tahakküm’modelinden nasıl ayırırız? Nasıl yalnızca tahakküm ve direnişten ibaret olmayan bir güç ve özgürlüğe yolaçarız?

Bu soruya cevap olarak Foucault savaş modelinden ‘tahakküm’ modeline yöneldi. Tahakküm izleği biyopolitik iktidar uygulayımını tasvir etmesinden dolayı Foucault’un düşüncesinde zaten bulunuyordu. Foucault’un sergilediği kayma seksenlerde bir ara ‘hükmetme' sanatı’nı biyopolitik iktidar bile olsa yalnızca bir iktidar stratejisi olarak değil ama öznelerin başkaları ve kendileri üzerindeki eylemliliği olarak öne aldığında ortaya çıkar. Eski Yunanlı ve Romalıları bu soruyu yanıtlamak için araştırır: Özneler nasıl etkin hale gelir, kendiliğin ve başkalarının öznelleştirmelere göre yönetimi biyopolitik tahakküm sanatından ne kadar bağımsızdır? Bu nedenle politik mücadelede ‘ruhların yönetimi’ daima sözkonusudur ve kendi başına biyoiktidarın eylem tarzı olarak formüle edilemez.

Etik’e geçiş Foucault’yan iktidar analizinde içsel bir zorunluluktur. Gilles Deleuze’nin belirlemesi doğrudur: Tek bir Foucault vardır, iki değil; iktidar çözümlemesinin Foucault’u ve özne sorunsalının Foucault’u. Israrlı bir sorgulama Foucault’un bütün bir yapıtı boyunca sürüp gider: bu sonsuz küçük, yaygın ve hetorojen iktidar ilişkilerini daima tahakküm ya da direniş fenomeniyle sonuçlanmayacakları şekilde nasıl elde ederiz Bu yeni ontolojiyi bağımsız öznelleşme süreçleri ve politik oluşum süreçlerine doğru nasıl geliştiririz?

5.Seksenlerde etik sayesinde uzun bir dolambaçlı yoldan sonra, Foucault, yeniden iktidar kavramına döndü. Son görüşmelerde Foucault kendisini ‘diğer birçokları gibi yeterince açık olmamak ve iktidar söyleminde uygun terimler kullanmamış olmak’la eleştirdi. Kendi çalışmasını iktidar düzeneklerinin bir dönüşüm çözümlemesi olmaktan ziyade, Batı kültüründe insan varlıklarının özneler olarak oluştuğu farklı kip’lerin bir tarihi ve çözümlemesi şeklinde değerlendirdi. ‘O sebeple araştırmamın genel izleğini oluşturan iktidar değil ama özne’dir.’

O halde iktidar tertibatları çözümlemesi, hiç şüphesiz, biyopolitik kurumlar olsa bile dinamik kurumlarla değil-çünkü böyle bir başlangıç kaçınılmaz biçimde ‘yasanın öznesi’ teorisiyle sonuçlanacaktır- güçlerin dinamiği ve öznelerin özgürlüğüyle başlamalıdır. Bu son ve açık iktidar teorisiyle Foucault genellikle tek bir kategori içinde karıştırılan üç kavramı ayırteder: stratejik ilişkiler, tahakküm teknikleri ve egemenlik halleri.

O kendi başına iktidardan çok özellikle iktidar ilişkilerinden sözedilmesi, ilişkinin terimlerinden çok-bunlar nedenler değil yalnızca etkilerdir- ilişkinin takendisinin vurgulanması gerektiğini belirtir. Onun ‘sonsuz küçük, akışkan, tersine çevrilebilir oynak’ bir iktidar oyunu olarak iktidar nitelemesi zaten 70’lerde de sözkonusuydu. Yeni kip, aşk, öğretmen ve öğrenci, karı- koca, çoçuk ve ebeveyn gibi ilişkilerin içsel’indeki iktidar pratiğini ifade eder ki, Nietzche’nin ‘güçler’ kavramı zaten bu anlamda Foucault’un stratejik ilişkiler kavrayışının öncülüydü. ‘Bir eylem üzerindeki eylem’olarak tanımlanan bu kip‘başkalarının etkinliğini kontrol etme isteği’ dolayımında yayılır.

Bana öyle geliyor ki, özgürlükler arasındaki stratejik bir oyun olarak kavranan iktidar ilişkileriyle –ki bu durumda bazıları başkalarının davranışını kontrol etmeyi dener, o halde ya kendilerinin kontrol edilme imkanını savuşturmaya ya da başkalarının davranışını kontrol etmeye çalışırlar- genellikle iktidar olarak addedilen tahakküm halleri arasında bir ayrım yapmak zorundayız. Bu perspektiften iktidar başkasının eylem alanını bütün olarak düzenleme ve başkasının olası eylem sahasına nüfuz etme yetisi olarak tanımlanır. Bu yeni iktidar kavramının gösterdiği şey savaş ve çatışma modelinde zımnen varolsa bile yine de tutarlı biçimde açıklanmamıştı. Bir başka deyişle iktidar pratiğini anlamayla ilişiklendirilmiş güçlerin fiili ‘özgürlük’ünü önceden varsaymak zorunludur. iktidar ‘etkin özneler’ üzerinde, özgür, olabildiği kadar özgür olan özneler üzerindeki bir eylem modelidir.

Öte yanda bir iktidar ilişkisi, eğer bir iktidar ilişkisi olacaksa, bu yalnızca zaruri iki öge temelinde söylenebilir; “öteki” nin (iktidar uygulamasına tabi olan kişinin) bir özne olarak belirli bir gayeye göre hareket ettiği ve bunun bir iktidar ilişkisiyle, bütün bir yanıtlar, etki ve tepkiler ve olası türetimler alanıyla birlikte açığa çıkabileceğinin kabul edilmesi gerekliliği. Ancak bu şekilde, modelin koşullarına uygun olarak öznelerin durumu değiştirme olanağı şayet varsa ve bu olanak daima mevcutsa özgür oldukları söylenebilir. Bu iktidar pratiği kipi, çalışmalarının iktidar üzerine yoğunlaşmasıyla başlayarak Foucault’un kendisine yöneltilen eleştirilere yanıt vermesine de olanak verir: ‘Bu yüzden söylediğim şey daima kapanın içinde olduğumuz anlamına gelmiyor, ama daima özgür olduğumuz-öyleyse, her koşulda, her zaman için değiştirme olasılığının varolduğu anlamına geliyor.’

Tersi biçimde, stratejik ilişkilerin kurumsal istikrarıyla nitelendirilen egemenlik halleri, 'eylem üzerindeki eylemler'le, iktidar ilişkilerinin değişken, oynak ve tersine çevrilebilirlik potansiyelini içeren gerçekliğiyle sınırlanır. Her toplumsal ilişki içindeki asimetrik ilişkiler, stratejik ilişkilerin tersine çevrilebilirliği ve ‘değişken’liği, özgürlüğü kristalleştirir ve kaybeder. Foucault ‘iktidar teknolojileri’ni, başka deyişle bireylerin kendi özgürlükleriyle birbiri arasındaki ilişkilerde kullanabilecekleri stratejileri oluşturan, tanımlayan, örgütleyen ve kurumsallaştıran pratikler kümesini, stratejik ilişkiler ve egemenlik halleri arasına yerleştirir.

Foucault’a göre iktidar teknolojileri iktidar ilişkilerinde merkezi bir rol oynar, çünkü bu teknolojiler dolayımında stratejik oyunların açılış ve kapanışı olanaklıdır; bunların uygulanması sayesinde stratejik ilişkiler asimetrik kurumsallaşmış ilişkiler (egemenlik halleri) içinde kristalleşir ve sabitlenir ya da tersine çevrilebilir ve akışkan ilişkiler içinde biyoiktidardan kurtulacak öznelliklerin yaratımına yolaçılır.

Etiko-politik mücadele tam anlamını iktidar teknolojilerinin arazisi üzerinde, ‘stratejik ilişkiler’ ve ‘egemenlik halleri’ arasındaki sınırda kazanır. O halde ‘etik eylem’ stratejik ilişkiler ve yönetimsel teknolojiler arasındaki düğüm noktasında yoğunlaşır ve başlıca iki amaca sahiptir: 1. kendi (ben) ve diğerleriyle ilişkileri yönetecek kural ve teknikler sağlama yoluyla, stratejik ilişkilerde tahakkümü en aza indirgeyecek bir etkileşim olanağına yolaçmak, 2. onların özgürlüğü ve hareketliliğiyle iktidar pratiğindeki tersine çevrilebilirliği artırmak, çünkü bunlar direniş ve yaratımın önkoşullarıdırlar.

6.Direniş ve yaratım arasındaki ilişkinin belirlenmesi, Foucault düşüncesinin ihlal etmeye çalıştığı son sınırdır. Direnen ve yaratan güçler başkalarının etkinliğini kontrol etmekte fiili olarak özgür olan öznelerin isteği ve stratejik ilişkiler içinde keşfedilirler. Stratejik ilişkileri tahakküm ilişkilerine doğru yoğunlaştıran, özgürlük alanlarını başkalarının etkinliğini kontrol etme arzusuyla daraltan iktidar daima direnişle karşılaşır. Bu direniş stratejik dinamiğin dışında aranmalıdır. Sonuç olarak yaşam ve yaşayan varlık, aynı anda iktidara direnen ve yeni yaşam formları yaratan dinamik sayesinde etiğin ‘madde’si haline gelir. Ölümünden bir yıl önce, kendisiyle yapılan bir söyleşide Focault’tan direniş ve yaratım arasındaki ilişkinin tanımı istenmişti: ‘Direniş yalnızca red sınırları içinde kavramsallaştırıldı. Ama yine de gördüğünüz gibi direniş yalnızca bir red değil, bir yaratım sürecidir. Yaratmak ve yeniden yaratmak, durumu dönüştürmek, sürece etkin biçimde katılmak, işte direnmek budur.’

‘Evet, öne süreceğim biçim budur. Hayır demek direnişin asgari biçimidir. O zaman doğal olarak bu çok önemlidir. Direnişin kesin bir biçimi olarak hayır demek zorundasınız.’

Ve aynı söyleşide Body Politic içinde tezahür eden amaca yönelerek, direniş ve yaratım arasındaki ilişkiyi politik varlığını sürdürme meselesi olarak gören Foucault azınlıkların (eşcinseller) yalnızca kendilerini savunma ve direnmeyle yetinmeyip, aynı zamanda yeni yaşam formları ve bir kültür yaratarak kendilerini teyit etmeleri gerektiğini öne sürer; Onlar kendilerini teyit etmeli, ama yalnızca kimlikleri içinde değil, yaratıcı bir güç olduları ölçüde. Kendimizle kurduğumuz ilişkiler, kendimizle birlikte düşümemiz gereken ilişkiler, Foucault’un bir kimlik ilişkisi olmayan bu yeni iktidar tanımına götürür; ‘bunların daha ziyade bir farklılaşma, yaratım ve bir yenilik ilişkisi olması zorunludur.’

Foucault’un çalışması direniş ve yaratım arasındaki kırılgan hat üzerinde sürdürülmek zorunda. Foucault’un yolculuğu bize biyoiktidarı biyopolitikalara, ‘hükmetme sanatı’nı yaşam formlarının yönetimine çevirerek düşünme olanağı verir. Biyoiktidar ve biopolitika arasında kavramsal ve politik bir ayrım kurmak Foucault’ düşüncesiyle birlikte yürümeye devam etmektir.

(İngilizce çeviri Ivan A.Ramirez, Pli The Warwick Journal of Philosophy)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder