Jason Read
Karl Marks’ın analizlerinin, kendinden önce gelen tüm (burjuva) analizleden farkının, tarih dışı bir kapitalizm kavramlaştırmasına karşı tarihsel bir politik ekonomi anlayışını temsil ettiği genelde bilinen bir konudur. Daha az bilineni ise Marks’ın ya da ondan sonra gelenlerin bu farkı nasıl anladığıdır: yani, bunun teorik zemini nedir ve neydi ya da felsefi, tarihsel anlayış ve politik pratik zeminindeki etkileri ne olabilirdi? Bu farkın sayısız yorumları olmuştur: günümüzde ve çağımızda bu fark sık sık hem dolaylı bir kehanet (kapitalizm yıkılacak) hem de tarihin alakasız ve belirsiz farkındalığına (kapitalizmden önce ekonomi gibi bir şey vardı) bir katkı olarak sunulmaktadır. Eğer Marks ve politik ekonomiyi, ya da, hadiseyi, sorunu ve biraz akademik ortak duyu kabullerini izleyen soruşturma çizgilerini yeniden canlandırma çabası arasında başka bir ayrım düşüncesini amaçlamak mümkünse, Marks için bu farkın, tarihi yapan farkın, bütünüyle farklı zeminler, farklı etkiler olduğunu, kehanetin ötesinde, toplum yoluyla anlaşılan, enonominin, maddiliğin, iktidar ve öznelliğin dönüşümü olduğunu önereceğim (Althusser ve Balibar 1975, 158).
Marks’ın burjuva politik ekonomisini destekleyen insan doğası ve öznellik eleştirisi, sık sık tamamlanmamış ve parçalı olmasına rağmen, radikal olarak farklı olan öznelliğin maddiliği ve tarihselliği düşüncesini geliştirdiği kadar, Marx’ın kapitalist üretim tarzının düzenlenişi ve bunun önceki tüm tarzlardan radikal farkını sunduğu noktalardan başka hiçbir yerde daha güçlü bir biçimde geliştirilmemiştir. Burada Kapital’in birinci cildinin son bölümüne, “sözde ilk birikim”(so-called primitive accumulation) bölümlerine başvuruyorum. Bu bölümlerin hem İngiltere’de kapitalizmin tarihi hem de klasik politik ekonomiyle bir tartışmadan başka bir şey olarak okunması gerektiği önerilir. Louis Althusser (1994) ya da Antonio Negri (1999) gibi ayrıksı Marksist düşünürlerin Le Courant Souterrain du Matérialisme de la Rencontre’de ve Insurgencies: Constituent Power and the Modern State” de ileri sürdükleri gibi, Marks’ın ilk birikim teorisi, öznellik ve toplumsal ilişkilerin maddiliği anlayışına ve nihai olarak, görünüşe rağmen, bizzat bir kapitalist üretim tarzı anlayışına bir katkı olarak okunabilir.1
Elbette, ‘uretim tarzı’ terimi, Marksist felsefe ve teori içinde uzun bir tarihe sahiptir. Bu tarih içindeki çeşitli pozisyonlar ve tartışmalar, belki de, kendi temellerini ve önkoşullarını Marks’ın “üretim tarzı” terimine verdiği karmaşık ve belirsiz anlam içinde bulurlar. Althusser’in de bahsettigi gibi, Marx, ‘üretim tarzı’ deyimini, iki farkli ilişkiyi- (en bilinen şeklini Ekonomi Politigin Eleştirisine Katki’da bulan) dar ve kısıtlayıcı anlamda, üretim ilişkileri ve üretici güçler arasındaki ilişki ve (Marks’ın kapitalizm-öcesi ekonomik formasyonlar üzerine yazılarında ve Marks’ın evrensel tarihi yeniden yazımı temelinde gelişen, üretim tarzının en geniş anlamında) belirli bir toplumdaki bütün toplumsal ilişkileri kuşatan temel ve üst yapı arasındaki ilişkiyi vurgulamak adına ortaya koyar (Althusser 1995, 45). Bu ikinci anlam verili bir tarihsel dönemdeki ekonomik, politik ve toplumsal ilişkileri kuşatan toplumsal bütünlük kavramına yönelir (Negri 1991, 151). Üretim tarzı üzerine, “üretim ilişkilerinin hakimiyeti yoluyla yapılaşan üretim ilişkişleri ve güçlerinin bileşimine eklemlenen” ilk sınırlı anlamın ardından yazan Althusser, ekonomik ilişkilere daha çok açıklayıcı bir güç atfetmeyi adamakıllı eleştirerek onu daha geniş bir anlama kavuşturmuş ve bunu üretim tarzının meşru anlamı olarak kabul etmiştir (Hindness ve Hirst 1975, 9). ‘Toplumsal formasyon’ terimi, Althusser’in ardından somut bir topluma işaret etmek üzere kabuledilmiş oldu; bu terimin avantajı, verili bir toplumsal bütünün ve onun karmaşık karşılıklı etkileşimlerinin çoklu üretim tarzlarının (kapitalist, feodal vb.) ortak-varoluşunu anlamaya izin vermesidir (Hindess ve Hirst, 1975, 13). Ayrıca herhangi bir toplumun üst belirlenmiş olmasının, sadece üretim tarzının ekonomik belirlenimlerini aşan bir “toplumsal formasyon” yapısı aracılığıyla kavranmasının mümkün olduğu ileri südürüldü (Resnick ve Wolff 1987, 13). Althusser ve (bir ölçüde) Negri’nin tam da üretim tarzının tanımının kurucusu olarak ilk birikim problematiğine son dönemdeki geri dönüşleri, üretim tarzına, onun kurucu unsurları olarak devlet, hukuk, iktidar ilişkileri ve öznelliğin kuruluşunu zorunlu bir ekleme olarak ele alır ki bu, genelde toplumsal varoluşun yerini konumlama tartışmasına ilginç bir boyut kazandırır.2 Böylece, Marks’ın ‘iktisadiyatçı-olmayan’ ilk birikim teorisi, üretim tarzının basitçe başka toplumsal ilişkiler üzerinde çizgisel etkileri olan özel bir ekonomik ilişkiye işaret etmeyen, fakat onu iktidar ilişkilerine yoğun bir eklemlenme noktası olarak ele alan bir bakışı mümkün kılar. Ayrıca, hafiften kışkırtıcı bir deyişle, toplumsal ilişkilerin ve dönüşümlerinin olumsallığının, Marks’ın üretim tazlarının dönüşümü ve intikali olarak baktığı tarih perspektifinden düşünülemez olduğunu ileri süren post-marksizm ve postmodernizm bizzat politik ve toplumsal kimliklerin dönüşümünü ve kuruluşunu temel bir kategori olarak yeniden düşünme üzerine olumsal bir baskı yaratırken, ilk birikimin bu yeniden okunması, toplumsal ilişkilerin karşılaşmalar yoluyla kurulan olumsallığını, ve toplumsal ilişkilerin üretim tarzı içinde kayıtlı olan maddiliğini bir ve aynı zamanda düşünmeyi mümkün kılar.3
Bir: Öznellik Ahlakı
Sozde ilk birikim (sogenannte ursprunglichen Akkumulation), emek güçlerini satmaktan başka birşeyi olmayan bir nüfusun varlığı ve servetin kapitalistlerin elinde olduğu varsayımını, kendi sürekliliğinin bir vasrayımı olarak gören kapitalist üretim açısından, görünüşe göre çözümü olmayan bir probleme politik ekonomiyle verilen bir yanıttır. Bu sermaye ve çalışanlar unsuru her tür kapitalist üretimin önkoşuludur, ancak ondan çıkarak açıklanamazlar. Çünkü bu durumda, kapitalist birikim daima kendi koşullarını varsayan, sonsuz bir gerilemenin bir parçası olarak görülür. Sermayenin birikimi icin sermayeye sahip olmak gerekir. O zaman önceden ya da başlangıçta bir birikim olması gerekir: sermaye ve işçiler arasında bir başlangıç farklılaşması oluşturan, ve kapitalist üretim tarzının sonucu olmayan fakat daha çok onun hareket noktası olan bir birikim. Bu kurucu ayrım genel olarak politik ekonomi tarafından ahlaki bir fark olarak anlaşılmıştır. Marks’ın belirttiği gibi:
Politik ekonomide, bu ilk birikim, aşağı yukarı teolojide ilk günahın oynadığı rolü oynar. Adem baba elmayı ısırmıştır ve insanoğlu günaha bulanmıştır. Günahın başlangıcı güya böylece, geçmişe ait bir masal gibi anlatılarak açıklanmış oluyor. Evvel zaman içinde iki çeşit insan vardı; birisi çalışkan, akıllı ve daha önemlisi tutumlu bir seçkinler topluluğu; diğeri, ellerine geçeni ve hatta daha fazlasını harvurup harman savuran tembel serseriler topluluğu. Teolojinin ilk günah efsanesi bize, kuşkusuz insanın ekmeğini alnının teriyle yemeğe nasıl mahkum edildiğini anlatıyor, ama ekonomik ilk günahın tarihi ise bize, yeryüzünde, buna hiç de gerek duymayan insanların bulunduğunu açıklıyor. Ne zararı var! Böylece ilk tür insanlar servet biriktirmiş oldular, ikinci türdekilerin ise, ellerinden kendi postlarından başka satacak bir şeyleri kalmadı (1977, 873) (Kapital C.1. Sol yay.1975, s.751-52 , Alattin Bilgi çevirisi)
Dolayısıyla sözde ilk birikim, bir kapitalist üretim tarzı düzenleniş teorisi ortaya koyar, gerçi bunu müsrif ve tutumlu arasındaki ayrım varsayımına dayandırır ama esas olarak o, bu açıklamayı şimdinin ahlaki bir masalına çevirir. Başlangıç, işçi ve kapitalisti iyi ve kötü çizgileri boyunca bölen ahlaki bir mazeretle birlikte sunmayı sağlar.
Sözde ilk birikim teorisi, sadece şimdide işlev görmez, şimdinin özel ya da tikel bir ahlaki özelliğini amaçlamaz, o kendisini tarih olarak teklif ederken bile şimdiyi asla terkemez. ‘İlk birikim teorisi’ kapitalistin birikimini, para biriktiren, kendini ahlaki olarak kodlayan ya da en iyi durumda, kapitalizm içindeki birikimi (ideolojik) temsil eden bir bireyin idealize edilmiş hafızası olarak ele alır ve onu kapitalist birikimin genel koşuluna çevirir.4 İlk birikim, tarihi, bu hafızayla yanıltır ve kapitalist birikim içindeki koşulları, kapitalistin birikiminin koşullarıyla karıştırır. Etienne Balibar’in da belirttigi gibi: “ilk birikim analizi böylece bizi, (varlığın hafızasının sadece belli önceden belirlenmiş –ideoloji, hatta yasa vb.- yerlerde tarihi yansıtan, aslında hiçbirşeyi de aslına uygun yansıtmayan) tarihi karakterize eden radikal bir hafıza yokluğunun şimdisine getirir.” (1975, 283) Kapitalist üretim tarzının bir teorisi olarak sözde ilk birikim, tarihteki farklı etkileri, sınırlılıkları ve koşulları düşünmek için ya da tarihi bir fark olarak düşünmek için bir başarısızlık oluşturur –belki de bizzat-çıkarla tamamen açıklayamayan bir başarısızlık. Sözde ilk birikim kapitalist üretim tarzının koşullarını, durmadan zamanda geriye gitmekle genişletebilir: kapitalizm mümkündür (ve hep mümkün olacak): gerçek hale gelmesi için o sadece ilk kapitalistin zekasına ve endüstrileşmesine ihtiyaç duyar.
Tutumlu protokapitalist fantezisi, sermaye ideolojilerindeki ve okul kitaplarindaki bir çocuk masalı olarak ne tür işlev görürse görsün, kapitalist üretim tarzı formasyonunu dikkate alma görevi için tamamamen yetersizdir. Paranın birikimi, onu sermayeye, aslında işçilere ya da işgüçlerinden başka satacak birşeyleri olmayanlara dönüştürme koşulları olmadan kapitalist birikim değildir, ‘istifleme’dir (Shatzbildung) (Marx 1998, 144). Marx’a gore, “istifleme”, para uzerinde uygulanan öznel bir eğilimdir ve sermayeden hemen önce ve kısmen para tarafından üretilir –yani, yatırım olasılığından ya da artı-değerden önce üretilir. Bir dispozisyon olarak ‘istifleme’, para tarafından ve onun başka her tür malda durma, her şeyi arzulama gücüne sahip olduğu için niteliksel olarak sınırı olmayan, para miktarının her zaman özel bir sonluluğa sahip olması yüzünden de niceliksel olarak sınırlı olan varlığının özel karakteriyle oluşturulur. (1977, 230). Böylece burada olduğu gibi, kapitalist birikimin, faizcilik ve ticari sermaye biçimlerindeki kapialist üretim tarzı formasyonundan önce de uzun bir tarihi vardır, bu tarih görece olarak belirli sabit sınırlar, yani kısmen paranın biçimi tarafından dayatılan sınırlar içinde oluşur. Burada amacımız açısından ilginç olan şey Marks’ın emeğin, tutumluluğun ve açgözlülüğün istikrarsız bir bileşeni olarak paradan etkin bir istifleme davranışı çıkarsamasının, en azından –arzu ve iradenin tarihi yaratmak icin yeterli olduğu fikrine dayanarak, ama yalnızca bir kaba güldürü olarak- sözde ilk birikim teorisinin belli varsayımları ve ön varsayımlarını yeniden üretmesidir. Uygun tarihsel kosullar olmadan, ‘cimri’nin biriktirme istegi, çeşitli yapısal sınırlarla karşılaşacaktır. Marx’ın da dedigi gibi, “Paranın niceliksel sınırlılığı ve niteliksel sınır yokluğu arasındaki fark, istifçiyi, mitolojik görevine geri götürür: birikim. Dahil olduğu her ülkede yeni bir sınır keşfeden istifçi, bir dünya fetihcisiyle aynı durumdadır.” (1977, 230). İstiflemenin ya da servet arzusunun bir anlamda para biçimiyle zamandaş olduğu, ve böylece sermayenin önceden varolduğu varsayımı, Marks’ın formülünü ters çevirmeyi mümkün kılar ve denebilir ki: aslında kaba güldürü trajediden önce gelir.5 (Cimrinin para dolu keseli komik görüntüsü kapitalist birikim ve kitlesel elkoyma trajedisinden önce gelir). Asıl sorulacak soru şudur: bu arzu hangi kosullarda ve hangi nedenlerden dolayı gerçekleşmiştir? Nasıl olur da birikim ‘istifçi’nin rüyası olmaktan çıkar ve bütüncül bir üretim tarzını oluşturan etkileyici bir uygulamaya dönüşür?6
Paranın sermayeyi ve istifleme arzusunun kapitalist birikimi olusturmasi için, onun yatırım yapabilmesinin kosulları olmasi gerekir: yani, kapitalistin hem üretim araçlarını hem de işgücünü satın alma durumunda olması gerekir. Bu unsurlar, ‘üretim araçları’nı, aletleri ya da toprağı, üreticinin eline bırakacak herhangi bir toplumsal ilişki ya da mülkiyet biçiminden tümüyle ayrılmış olmalıdır. Sermaye, üretim araçlarını kontrol ettiği zaman, ticari sermaye ya da tefecilik gibi toplumun uç noktalarında bulunmaktan kurtulur ve endüstriyel sermaye olarak doğrudan üretken bir şekilde merkezdeki yerini alır. Dolayısıyla, kapitalist üretim tarzının düzenlenişinin en azından iki koşulu, sermayenin tefecilik ya da sirkülasyondan çok üretimde türeyişini mümkün kılan iki koşulu vardır. Marx’ın, aldatıcı bir basitlikte ve cok sık tekrarladığı bir formülde de belirttiği gibi:
Para ve mallar kendi içlerinde, üretim ve geçinme araçlarından daha büyük bir sermaye değildirler. Onların da sermayeye dönüştürülmesi gerekir. Ama bu dönüşüm, bizzat tam da iki farklı türde malın sahipleri -bir yanda ötekilerin işgücünü satın almak yoluyla mülk edindikleri değerler toplamını fiyatlandırmaya can atan, geçim araçlarını üreten araçların ve paranın sahibi; öte yanda kendi işgüçlerinin satıcıları, dolayısıyla emeğin satıcıları olan özgür çalışanlar- arasındaki bağlantı ve karşılaşma noktasında, birbirleriyle karşılaştıkları, belirli koşullar [bestimmten Umstanden] altında meydana gelebilir (1977, 874).
Kapitalist üretim tarzı para ya da paranın tasarrufu ve sadece işgücünü satanlar bağıyla (conjunction) biçimlenmiştir. Marx, bu ikinci gruba, (köleler gibi) kendileri mülk olmadan, mülkleri olmayan ve bir mülk sahipleri topluluğu olarak insan topluluğunun dışına sürülen anlamında özgür ya da “kuş gibi-özgür” der. Althusser’in de belirttigi gibi, üretim tarzını, üretim tarzının önvarsayımları açısından düşünmek, bu önvarsayımların zamanda ve mekanda bir araya geldikleri uğrak açısından düşünmeyi gerektirir, yani üretim tarzını ‘karşılaşma’ açısından düşünmeyi gerektirir. Herhangi bir üretim tarzı düzenlenişinin kurucu unsurları, yani aslında herhangi bir üretici kullanımdan serbestleşmiş işçiler ve para gibi ilişki içine giren unsurlar, farklı ve uzak tarihlere sahiptirler (1994, 571). Bununla birlikte karşılaşma anından itibaren işçiler ve paranın akışı belirli bir uzamda, -işgücünün uzamı içinde- bir kez karşılaştıklarında orada zorunluluk ve kararlılık biçimlerinin eşlik ettiği özgül bir üretim tarzı meydana gelir. (örneğimizi sürdürürsek, kendilerini bir üretim tazı içinde farklı gruplar için ve farklı düzeylerden dayatan şeylerin hepsi, birkaç isim alır; bir kâr gerçekleştirme, artık değer elde etme, malları üretme, ve bir iş temini zorunluluğu, gibi burada kapitalist üretim tarzının çoklu zorunlulukları düşünülebilir). Karşılaşmanın kendisi olumsaldır. Deleuze ve Guattari’nin ileri sürdüğü gibi, “para-sermaye ve özgür işçiler “fiili olarak” yan yana varoldukları halde karşılaşma meydana gelmeyebilirdi” (1983, 225)7 Zorunluluk ya da üretim tarzının usulünce yeniden üretimi bizzat olumsallık tarafından türetilmiştir ve aslında belki de bu koşuldan asla bağımsız değildir. Bu bir üretim tarzının nasıl düşünüleceğine dair özgül bir talep yaratır. Althusser’in yazdığı gibi “olumsallığı, zorunluluğun bir istisnası ya da bir modalitesi olarak düşünmek yerine, zorunluluğu olumsal bir karşılaşmanın zorunlu hale gelişi olarak düşünmek gerekir” (1994a, 566, çeviri benim). Bir “zorunlu hale gelme”, bir süreç ve olumsaldan zorunluya basit bir geçiş değil, çünkü bir üretim tarzının farklı unsurları, toplumsal, teknolojik ve politik koşullar, bağımsız tarihlere ve ilişkilere sahiptirler, ve bu bağımsızlık her tür üretim tarzını dönüşüm ya da çözülmeyle tehdit eder. Marks’ın sık sık işaret ettiği gibi, sermaye sürekli olarak kendi iki kurucu unsurunun menteşelerinden çıkması -işçi akışının duracağı ve sermayenin yatırımdan çok çarçur olacağı- yoluyla tehdit altındadır. Karşılaşma sadece başlangıcın olumsallığı değil geleceğin kesinsizliğidir de.
‘Karşılaşma’, niyetlerin ve onların klasik ekonomi politiğin altını oyan realizasyonlarının teleolojik mantığının yerine, karşılaşmaların, tali yolların ve niyetlerin realizasyonu olmayan fakat onların kurucusu olan etkilerin mantığını koyar. Bununla birlikte, geçmiş ve gelecek arasındaki sürekliliğin ve tarihsel teleolojinin bir özne figürü aracılığıyla konumlanışı sadece klasik politik ekonomi dahilinde değildir. Marks’ın en ünlüsü Komünist Manifesto olan başka yazılarında, bu, arzusu ve iradesi kapitalist üretim tarzını oluşturan kolektif bir özne olarak burjuvazidir. “The Underground Current of the Materialism of the Encounter” da Althusser, Marks’ın burjuvazi terimini, hem feodalizmin toplumsal yıkıcı gücünün hem de yeni bir düzen içinde egemen sınıfın adı olarak baştan savma kullanışını eleştirir. Böyle bir anlatı karşılaşmanın, olayın kurucu gücünü unutturur, aslında proetarya gibi, kapitalist sınıf da, kapitalizmin kurucu karşılaşmalar dizisinden önce varolamaz. “Burjuvazi” terimi bir önceden belirleme (bir alınyazısı) mantığı altında olayın gerçekliğini içine alır. Paradoksal olarak ‘sözde ilk birikim’ ve Manifestonun polemikleri, kapitalist üretim tarzının hem öncesine hem sonrasına yerleştirdikleri tek bir burjuvazi ya da proto-kapitalist figürüyle tarihin kurucu farkını unutturur. Böylece Althusser Marks’ın külliyatında, kendisinin daha önce ünlendirdiği yaşlı ve genç Marks arasında değil fakat Marks’ın yazılarından iki ayrı maddecilik -zorunluluk ve teleoloji maddeciliğine karşı karşılaşma ve olayın maddeciliği- arasında işleyen bir ayeım çizgisi çizer. Bu ayrım çizgisi aynı zamanda farklı öznellik kavramlaştırmalarıyla kesişir. Bu bölünme hümanist öznenin yabancılaşması ya da kendini ifadesi olarak öznellik ve Althusserin pek bilinen erken dönem çalışmalarında ileri sürmeye çalıştığı, toplumsal süreçlerin taşıyıcısı olan öznellik arasında değil, fakat kapitalist üretim tarzının zorunlu nedeni ya da etkisi olarak öznellik ve karşılaşma tarafından kurulan ve aynı zamanda karşılaşmanın kurucusu olan öznellik arasındadır. Althusser görünüşte zıt gibi duran iki öznellik kavramlaştırmasını aynı zorunluluk şemasına yerleştirir: kapitalizmin nedeni olarak burjuvazi ve otomatik olarak sermaye tarafından üretilen proletarya. Belirli bir teleoloji ya da zorunluluk tarafından yönetilen bu kavramların her biri için, ister ilkindeki iradenin amacı olsun ister ikincisindeki ekonominin zorunlu etkisi olsun, Althusser her ikisinin yanına Kapital’in ilk birikim üzerine bölümünde bulunan, öznellik kavramını yerleştirir.8
Kapitalist birikimin zorunlu ya da minimal kurucusu olarak bir yanda paranın akışı, öte yanda sadece işgücünü satanların akışı bağıntısı, kapitalist üretim tarzının hem tanımında hem kuruluşunda bir terim ya da unsurun basit bir etkisi olarak nitelendirilemez gibi görünmektedir - o bir ilişki ya da ilişkiler birliğidir- (Althusser ve Balibar 1975, 215). Kapitalist üretim tarzının bir “ilişkiler birliği” olarak kavranması gerektiğini iddia etmek, öncelikle ve neredeyse tamamen olumsuz (eleştirel) bir anlamda, kapitalist üretim tarzı düşüncesini “insan doğası düşüncesinden ayırmaktır. Kapitalist üretim tarzı insan doğasının basit bir ifadesi ya da sapması olarak anlaşılamaz: o ne ilksel ve temel bir istifleme arzusunun gerçekleşmesidir ne de kadim bir komünal özün bastırılmasıdır.
Marx, Feuerbach Üzerine Tezler’de insan özü sorununu yerinden etmek için “insan ilişkileri birliği’ terimini kullanır. Marks Feuerbach’ın soyut insan özü kavramına ve onun din içinde yabancılaşmasına karşı çıkar: “Ama insan özü, her bir bireyde doğuştan olan bir soyutlama değildir. Gerçekte, (in seiner Wirklichkeit), toplumsal ilişkilerin birliğidir (das Ensemble dergesellschaftlichen Verhältnisse)”. Marks’ın ifadesi, genelde öze karşı olmayan fakat daha çok, böyle bir özün bir fikir içinde varolmadığını, daha çok bireylerin başkasıyla birlikte tesis ettikleri çoklu ve fiili ilişkiler içinde varolduğunu, ya da etkin bir biçimde varolduğunu teklif ederek, insan özü sorununu ‘yerinden eder’ (Balibar 1995a, 30). İnsan bireylerinin müşterekte (ortaklıkta –in common-) sahip oldukları şey soyut bir insanlık düşüncesi değil fakat, onların özgül ilişkileridir; çoklu formlar içinde, çeşitli karşılaşmalar aracılığıyla, her bir uğrakta kurulan ilişkilerdir. Bu yerinden etmeyi izleyen “birlik” kavramının olumlayıcı bir yönü vardır: sermayenin insanlığın özü gibi soyut bir yere geri götürülemeyeceği, o özün insan arzularından, insanın niyetlerinden ya da öznelliğinden tamamen ayrıştırılacağı anlamına gelmez, tersine bu arzulara özgül ilişkiler ve bu ilişkilerin tarihinden bakılmalıdır. Ya da, başka deyişle, kapitalist üretim tarzı formasyonu her ne kadar kendi unsurları boşa harcama ve tasarruf değerleri üzerine koca bir ahlaki söylemi ve arzuyu içerse de, ne basitçe bir kısım kapitalistin birikim arzusuna ne de işçi ve sermaye arasındaki basit ahlaki farka indirgenebilir.9 Yine de, bu unsurlar ve ilişkiler, nedenler olarak insanlığın soyut doğası gibi birşeye sahip değilidir, daha çok onların nedenleri öteki ilişkilerdir: bu özgül ilişkiler birliğinden önce gelen ve ortakvarolan (coexist) ilişkiler. Althusser’in şansa bağlı materyalizmin genel teorisi üzerine yazdığı notlarda da belirttiği gibi, her ‘şey’ (beden, özne, toplumsal ilişkiler), bizzat farklı karşılaşmalar dizisinin bir etkisi, kendi tikel nedenselliği ve etkinliğini oluşturmuş bir etki olarak, görülmelidir. (1994a, 565).
Marks’a göre kapitalist üretim tarzının ilişkileri, en doğrudan ve dolaysız olarak feodal üretim tarzının çöküşüyle, “toplumsal üretimin bütün eski formasyon dizilerinin ortadan kalkışının ve bir çok ekonomik devrimin ürünü”dürler (1977, 273). Feodal üretim tarzının “ortadan kalkışı” çoklu unsurları ve yörüngeleri kuşatır. Lonca rejiminin çözülmesini, toprak sahibi köylü sisteminin yıkılışını, ticari sermaye ve faizcilik aracılığıyla varolan prestij ve refah yapılarının kitlesel parçalanışını içerir.10 Bu çözülme unsurları tek bir sürecin boyutları ya da tek bir stratejinin etkileri değildir; bu unsurlar daha çok, tamamen benzeşmeyen etkenlerdir. Etienne Balibar’ında açıkladığı gibi, “kapitalist üretim tarzı tarafından birleştirilen unsurlar farklı ve bağımsız kökenlere sahiptirler” (1975, 281). Bu çözülüşün tefecilik gibi kimi unsurları, eski toplumsal yapıların köşelerinden, uç noktalarından ve deliklerinden dökülürler ve sadece kendi etkileri, yeni bir üretim tarzı yeni bir ekonomi oluşmasının etkileri açısından merkezi bir aşamaya gelmeye başlarlar. Her ne şekilde bir birlik ve zekaya sahip olurlarsa olsunlar bu unsurlar kapitalist üretim tarzının geçmişe dönük koşulları haline gelmelerinden sonra üretilirler.
Sözde ilk birikim teorisi, tikel bir hafıza, ahlak, ve özne yoluyla birleşen, geçmiş ve şimdinin belirsiz kimliğini düşlediği yerde, Marks, sadece karşılıklı olarak yaratılan ortak uzamlarda biraraya gelen ayrı tarihsel yörüngelerin ve yolculuk hatlarının kesişmesini bulur. Örneğin, ortak toprakları otlaklara çeviren ve köylüleri bu toprakları terke mecbur eden eylemler ve yasalar mülksüz bir çalışan sınıf olarak ‘proletarya’ yaratmak amacıyla yapılmış değildi; bu daha çok ajanlar ve aktörler tarafından sonradan ele alınmış bir şeyin amaçlanmamış etkisiydi.11 “Endüstrinin şövalyeleri, herhangi bir şeklide parçası olmadıkları bir oyundaki olaylardan istifade etmek yoluyla sadece kılıç şövalyelerinin yerini alma başarısını göstermişlerdir.” (1977, 875) “Sozde ilk birkim” ile ilk birikim arasındaki karşılaştırmaya devam edebilmek için, politik ekonominin teorisyenlerinin ve savunucularının, tertemiz ve ahlaksal bir değişim buldugu yerde, Marx vahşeti ve katliamı bulur. Bu vahşi değişimin iki hareketi vardır. İlki, daha önce de dediğim gibi, kamulaştırmanın tam tamına üreticiyi üretim araçlarından, özellikle de topraktan koparıp atan, tefecilik dâhil, birden çok şekli vardır.12 Kamulaştırma/el koyma, kendi-içinde ‘özgür isçiler’ yaratmaz, sadece, terk edilmiş, suç işleme seçeneğiyle başbaşa kalmış ya da yeni oluşan ve işçi arayan kapitalist sınıfın, fabrikalarının ve imalathanelerinin kapılarında dilenciliğe zorlanan, haklarından mahrum edilmiş köylüler ve zanaatkarlar yaratır. Marx’ın Grundrisse’de de birçok kereler yazdığı gibi, “Mülksüzler, işçilerden daha fazla, serseri, dilenci ve hırsız olmaya meyilli hale gelirler” (1973, 736). Kamulaştırma dönemini, ‘kanlı mevzuat’ dönemi izler: yasalar hazırlanır, cezalandırma ve zulüm rejimleri, yeni bir suçlular sınıfını kontrol etmek ve suçu azaltmak üzere uygulamaya konur.
Bunun icin, onbeşinci yüzyılın sonunda ve bütün onaltıncı yüzyıl boyunca, Batı Avrupa’da serseriliğe karşı, kanlı yasalar zorla uygulanmıştır. Mevcut isçi sınıfının babaları, yoksullara ve serserilere zorla dönüştürülmek uzere cezalandırılmıştır. Yasayapıcı onlara ‘zımnen’ suçlular olarak davrandı ve aslında artık yurürlükte olmayan eski koşullarda çalışmanın tamamen kendi ellerinde olduğunu varsaydı. (Marx 1977, 896)
Bu yasalar, feodalizmden sonra halen bir köylü olarak kalınabileceği fantezisi üzerine kurulmuşken, bunların ikinci ve muhtemelen amaçlanmadan ortaya çıkan etkileri, satacak işgüçlerinden baska hiçbirşeyi olmayan ‘işçi sınıfı’nın kontrolü ve denetim altına alınmasıdır. Önceki emek ve varoluş şekillerinden bu “serbestleşme”, yeni emek ve varoluş yapıları içine siddet ve zor yoluyla sokulmuştur.
“Kapitalist üretim tarzının hızlı gelişimine borçlu olan, “özgür” işçinin örneğin, toplumsal koşullar tarafından, bir tas çorba için vatandaşlık hakkını satmaya, gündelik geçim araçlarının ederine karşılık tüm emek kapasitesini, tüm fiili yaşamını satmaya, gönüllü bir kabul göstermesi için yüzyıllar gereklidir. (Marks 1977, 382).
Feodalizmden kapitalizme geçiş ne pürüzsüzdür ne de basittir ve haklarından mahrum bırakılmış köylüler ve zanaatkarların emek özneleri haline dönüştürülmeleri için, hukukun, devletin ve yeni polislik tekniklerinin zorunlu müdahaleleri gerekir. Marx’ın da belirttiği gibi, devlet ve özellikle onun polis ve şiddet gücü, olumsaldır fakat kapitalist üretim tarzının zorunlu koşuludur. (1977, 899).
Marx’ın ilk birikim uzerine olan bölümde ele aldığı perspektif, Machiavelli’inkine benzer.13 Bu sermayenin meydana gelişinin tarihsel perspektifine yerleşir, bu Marx’ın insanlarda gördüğü bir perspektiftir: başka deyişle, bu perspektif sermayenin kökenlerini onun başlangıçtaki kurbanlarında, şiddet yoluyla mülksüzleştirdiği köylülerde görür (Montag 1996, 97). Her ne kadar, Marx, Machiavelli’nin yalnızlığını paylaşmasa da, İngiltere’deki ilk birikim araştırmaları aracılığıyla, onun ulus devlet (ya da bu durumda sermayenin) düzenlenişine tanık olmasının tarihsel avantajlı noktası, klasik politik ekonominin sildiği temele, karşılaştığı şiddeti kazımasıdır.14 Klasik politik ekonominin perspektifine göre sermayenin düzenlenişi, ahlaki bir ayrım aracılığıyla geriye dönük bir biçimde haklılaştırılan, tamamlanmış bir gerçek olarak varsayılırken, Marks sermayenin düzenlenişini şansa bağlı bir perspektiften yazar. Böylece Marks, Hobbes gibi doğal hukuk flozoflarına karşı olan Machiavelli ile aynı şekilde, klasik politik ekonomi bağlamında yan yana konabilir: her durumda ahlaki hak söylemi maddeci bir kuvvet anlayışıyla yer değiştirir. Machiavelli’nin yazilari, ‘prens’in kurucu vahşetini oluşturan tasvirlerle basit bir şekilde tanımlanamaz; o aynı zamanda prensin iktidar varsayımını hem mümkün kılan hem de sınırlayan, şansa bağlı çoklu koşulların (fortuna) bir dökümünü içerir. (1974, 74). Marx’in ve Machiavelli’nin paylaştıkları şansa bağlı baslangıç perspektifi, kökenlerin ahlaki anlatısıyla olayın olumsallığını basitçe karşı karşıya getirmez, fakat kendi koşullarının üstbelirlenimi içinde olayı düşünür.
‘Sozde ilk birikim’ anlatısı ve Marx arasındaki fark, basitçe her birinin kendi ideolojisi ile çerçevelenmiş değildir; bu fark, basitçe bir ahlak-dışı sermayenin kaynağı masalıyla bir ahlaki kuruluş masalının yerdeğiştirmesi konusu da değildir. Başlangıçtaki fark şimdiye taşınmıştır. Machiavelli’nin sanki aynı şey üzerine iki farklı perspektifmiş gibi, devletin feodal koşulları vahşice kesintiye uğratmasının, doğal hukukun ahlaki söylemi üzerinden basitçe hükme bağlanamayacağını dikkate aldığı gibi, Marks’ın ilk birikimi dikkate alışı da, ele alınan nesnenin temelli dönüşümünü oluşturur. İlk birikimin vahşeti, nesnesini kendisinin inşa ettiği bir tarzda veren klasik politik ekonomik söylemin içinden görülemez; o ne klasik ekonomi politiğin payandası ahlaki bir söyleme, ne de devlet müdahalesi olmadan işleyen bir görünmez el olarak piyasa kavramına boyun eğer (Perelman 2000, 196). İlk birikim, klasik politik ekonominin kurucu kör noktasıdır.
Belirtmiş olduğum gibi, kapitalist üretim tarzının tarihsel tanımı unsurlarının verili olması sözde ilk birikim eleştirsi aracılığıyladır. Şimdiye dek bu unsurlar sözde ilk birikim ahçalıklarıyla zıt bir nokta aracılığıyla belki sadece bulanıklık içinde verildiler. İlkin bir üretim tarzı, bir birey öznenin niyetlerine, ve niyetlerinin ötesine, indirgenemez. İlk birikimin “çocuk masalı” kapitalist birikim ve tarihsel dönüşüm olasılığını bireyin niyeti ve boşa harcama yerine tasarruf ahlakına dayandırırken, Marks, sadece genelde niyetlerin kendi maddi koşulları olmadan fiilileşemeyeceği değil fakat bu koşulların niyetlerini kurduğu cimrinin karakteri aracılığıyla konuşur. Öznellik, kendisini mümkün kılan ilişkiler topluluğundan /ensemble/ ayırtedilemez. Niyetliliğin bu maddeci eleştirisinin ikinci ama belki daha dolambaçlı bir unsuru vardır. Marks’ın ilk birikimin birbirine benzemeyen koşullarını dikkate alışı, bu üretim tarzı düşüncesini tarihin öznesinden ayırmak gibi görünür. Bu eski üretim tarzını çözen ve yenisini üreten aynı özne, özneler, iradeler ya da arzular değildir. Althusser Marks’ın ilk birikim düşüncesinin bu boyutunun marksizmin bazı kaba formülasyonlarına karşı nasıl geri dönmüş olabileceğini göstermektedir. En temel düzeyde bunun anlamı şudur, tarihin yansız ve edilgin uzamında fikirler ve niyetlerin gerçekleşmesinden başka bir şey olmadığı tarih içinde, Marks’ın, kapitalist üretim tarzının tarihselliği düşüncesi her hangi bir “büyük adam”ın tarih felsefesi yazma girişiminden tamamen ayrılmıştır. Eğer marks’ın tarihi büyük adamların olayları ve eylemlerinin üzerinde serimlenmiş olduğı bir tabula rasa değilse, iki sınıfın (kâh gizli kâh açık) ebedi savaşı da değildir. Sınıflar maddi koşulların şansa bağlı karşılaşmalarının hem kurucularıdırlar hem de onlar tarafından kurulurlar. Tarihin, karşılaşma etkilerinin çoklu çakışması üzerinde, yasaları ya da mücadeleye bağlanmış epik taşıyıcıları yoktur. Nihayet, Marks’ın sözde ilk birikim eleştirisi üretim tarzı içinde özgül bir soruna yönelmekle başlar, -bir üretim tarzının hem arzular, yaşam biçimleri ve niyetler tarafından kurulan hem de onları kuran- tarz; öznellik.
İki: Güç Ekonomisi
Marks’ın sözde ilk birikim eleştirisi, kapitalist üretim tarzının kurucu unsurlarını ve koşullarını düşünmenin bir başlangıç noktasını sağlarken, aynı zamanda kapitalist üretim tarzını ele almayı izah etmenin de paradaoksal bir hareket noktasını verir.
Paradoksaldır çünkü, tarihsel dönemleştirmeye göre yerleştirilen ilk birikim koşullarının nasıl ve hangi üretim tarzının içinde olduğu açık değildir: içinden çıkarak çökerttikleri, feodal üretim tarzı içine ya da doğuşlarını temsil eden, kapitalist üretim tarzı içine yerleştirilebilirler. İlk birikim iki şiddet tipi ve iki ktidar tipi arasına, yok ettikleri feodal kölelik biçimleri ve mümkün kıldıkları kapitalist sömürü biçimleri arasına yerleştirilir. Dolayısıyla ilk birikim, herhangi bir kesin dönemleştirmeyi ya da tarihin bir dizi üretim tarzına (Asyatik, antik, feodal, kapitalist ve komünist) bölünmesini aşar, o daha çok bir geçiş ya da bağlantı noktasıdır. Yine de, ilk birikimin kapitalist üretim tarzının tarih öncesine geçiş anını basitçe tayin edebileceği belirsizdir. Bir birikim süreci olarak hem sermayenin tarihsel düzenlenişinin koşullarına, hem de başka üretim tarzlarına ve başka mekanlara genişler gibi görünmektedir. Marks’ın sermayenin üstbelirlenmiş tarihsel görünüşünü resmettiği bir pasajda yazdığı gibi:
Amerika’da altın ve gümüşün bulunuşu, kıtadaki yerli nüfusun imhası, köleleştirilmesi ve madenlere gömülmeleri, Hindistanın yağmalanması ve fethedilmeye başlanması, ve Afrika’nın karaderilleri avlama ticaretinin koruma alanına dönüştürülmesi, bütün bunlar kapitalist üretimin ilk dönemini karakterize eden şeylerdir…. Bu farklı uğraklar onyedinci yüzyılın sonunda İngiltere sistemli bir şekilde [systematischzusammengeßt], birleşmişlerdir; bu birleşmede kolonileri ulusal borçlar, modern vergi sistemi ve koruma sistemi kucaklar. Bu yöntemler bir sömürge sistemi oluşturmanın vahşi gücüne [brutalser Gewalt], dayanır. Fakat hepsinde de, feodal üretim tarzının dönüşüm sürecini kapitalist tarz içine alan bir limonluk olarak, hızlandırmak, ve geçişi kısaltmak için, toplumun gücünü örgütleyen ve yoğunlaştıran [Gewalt der Gesellschaft] bir devlet gücü işbaşındadır. Güç (force) yenisine hamile olan her eski toplumun ebesidir. O bizzat ekonomik güçtür. [ökonomische Potenz]. (1977, 915).
Bu pasajda işaret edildiği gibi, ilk birikim, hem sömürgeciliğin vahşeti aracılığıyla başka üretim tarzlarına genişleme halinde hem de kapitalist üretim tarzının tarihsel düzenlenişinde yer almaktadır. İlk birikim sadece bir olayın değil, sermaye için üretken kılmak adına başka ekonomik ve toplumsal ilişkileri zorunlu olarak tahrip eden yasa yapımı ve el koyma sürecinin adıdır. Dolayısıyla ilk birikim, kapitalist üretim tarzının bir nedeni değil, onun etkisidir de. İlk birikimin iki özsel sonucu –satacak iş güçlerinden başka bir şeyiş olmayan işçiler ve her yere yatırım yapmakta serbest bir sermaye- aynı zamanda başka ekonomiler ve tarzlarla kapitalist üretim tarzının karşılaşmasının etkileridirler. Yukarıdaki alıntı smürgecilik ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi dikkate alan birçok (burada ele alınamayacak denli bir dizi sorunu ortaya koyan)soruve sorunun kesişme yeridir, bu ilk birikimi, sermayenin küreselle kesişen başka uzamlara genişlemesi yoluyla uzun bir süreç olarak anlamamıza izin verir.
“Güç”ün (Gewalt-Force) sömürgeleştirme ve birikimin apayrı olan karşılaşma stratejilerinin ortak zemini, dönüştürücü fail olduğu iddiası, ilk birikimin feodalizmden kapitalizme geçişin ötesinde devam ettiğine dair başka bir anlam önermek demektir. İlk birikimi daimi bir süreç yapan sömürgeleştirme ve yeni-sömürgeleştirme biçimlerini bir an için paranteze alsak bile, ilk birikim vahşetinin yeni bir düzen meydana getirmesiyle sahip olduğu çok yakın ilişkilerden dolayı, bu soruları yanıtlamak zordur. Adeta dönüşüm halinde bir denge bulmuş, vahşet uğrağı, neredeyse kendi infazında gözden kaybolmuştur.15 Dolayısıyla, ilk birikim vahşeti yarattığı yeni düzen tarafından ve onun içinde hemen haklılaştırlır. Örneğin, çevirme eylemleri yoluyla ortak toprakların yok edilmesi, eski düzen ve onun yok ettiği pratiklerden bakınca vahşet olarak görünür, yeni düzenden, mülkiyet, hukuk, ve emek arasındaki tamamen yeni bir ilişkiden, mülksüzleştirilmiş bireyler kitlesi önvarsayımına sahip ücret ilişkilerinin genişlemesinden bakınca ilk birikim vahşet olarak görünmez, ya da hatta tümden görünmez olur. Michel Foucault’nun belirttiği gibi, ilk birikim dönemi yasadışılık ve mülkiyet tanımında temel bir dönüşüme yol açar: toprağın eskiden beri süregelen geleneksel (odun toplama ve çayır otlakların serbestliğine dayalı) kullanımı yeni bir mülkiyet rejimiyle yer değiştirmişti. “…Topraklı mülk mutlak mülkiyet haline geldi; köylünün elinde bulunan ve koruan tamamen hoşgörüye dayalı tüm “haklar”, bunları basitçe hırsızlık sayan toprağın yeni sahipleri tarafından reddedildi” (1977, 85). Bu kazayla olmadı, ya da yeni zuhur etmiş açıkgöz burjuvazi aracılığıyla da değil ilk birikimin vahşet ve hukukun birbirine karışmasıyla karakterize edilir. Aslında tam da bu vahşet ve hukukun birbirine karışması, biriktirme hakkı ve birikimin eşzamanlılığı, Marks’ın ilk birikim olarak anladığı şeydir. Antonio Negri’nin ilk birikim hakkında yazdığı gibi, “şiddet böylece birikim ve hak arsındaki vasıtayı oluşturur”(1999, 254).
Eğer ilk birikim vahşetini, onu üreten yeni toplum ve hukuk içinde kendini kaybettirdiği için bir olay olarak sabitlemek zorsa, aynı zamanda onu, hemen her zaman şiddetin dönüşmüş–yeni tip bir şiddeti ortaya çıkaran- biçimler halinde olduğu için de sabitlemek zordur. Feodalizmden kapitalizme bu uzun geçişteki dönüşüm ilk etapta feodal lordların şiddet tekelini dağıtır ve burjuva devleti ve hukuk yoluyla standartlaştırır. Marks’ın belirlediği gibi, “Başlangıçta, yükselen burjuvazi devlet iktidarına ihtiyaç duyar, ve onu ücretleri “düzenlemek”için kullanır, örneğin, iş gününü uzatmak için, kâr adına ücretleri elverişli bir sınıra çekmeye zorlamak için, ve işçileri kendisine, kendisi için normal olan bağımlılık düzeyinde tutmak için kullanır.”(1977, 899). Herşeyden önce şiddetin aşırıya kaçan ve münferit olan feodal biçimler, hukukun evrenselliğine geçer, fakat bu dönüşümün bütünü değildir. Marks aynı anda şiddetin dönüşümünün bu ikinci uğrağı olarak, şiddetin, hukukun tarafsızlığında değil fakat hukukun neden olduğu ve etkilediği gündelik ilişkiler içinde gözden kayboluşuna işaret eder. marks’ın sözleriyle; “ekonomik ilişkilerin sessiz baskısı kapitalistin işçiler üzerindeki egemenliğini onaylamanın yeridir. Doğrudan aşırı ekonomik-zor (force) elbette hala kullanılmaktadır, fakat sadece istisnai durumlarda”(1977, 899). Marks ilk birikimin kapanışı ve yol açtığı kapitalist üretim tarzıyla ilişkisi konusunda biraz ikirciklidir. Marks bazen, ilk birikimin ve aleni şiddetin gündelik sömürü ilişkilerinde ortaya çıktığını, başka bir zaman ilk birikimi güçlü kılan şiddet hukukunun yalnızca fabrika dahilinde ortaya çıktığını ve özelleştiğini ileri sürer gibidir. Marks, fabrika kodlarıyla dayatılan disiplin düzenini kesin bir dille anlatır:
“Denetçinin ceza kitabı, köle-çalıştırıcısının kırbacının yerini alır. Bütün cezalar doğal olarak para cezalarına ve ücretlerden kesintilere dönüştürülür, Lycurgus, fabrikanın yasa yapma yeteneğini, bu yasaların şiddetinin, mümkünse, onların korumasından çok daha faydalı olacak şekilde düzenler.” (1977, 550).
Marks ilk birikim ve onu ortaya çıkarak kapitalist ekonomi arasında, birincisinin kanlı kesintileri ve ikincisinin sessiz ve sürekli işleyişi bakımından niteliksel bir fark olduğunu ileri sürer. Bununla birlikte aynı zamanda, Marks, bu niteliksel değişimin belki de en iyi şiddetin kendi biçimindeki bir değişim olarak kavranacağını önerir, kapitalist birikim, çalışanlar üzerinden devam eden ilk birikimden başka bir şey değildir, ve bu yüzden etrafı çevrilmiş eylemler ve şiddetin “kanlı mevzuat”la başlamış uyarlamalarından başka bir şey değildir.
İlk birikim, şiddet bizzat şiddetin dönüşümünü gerekli kıldığı andan itibaren, ‘yasa yapıcı’ ve ‘yasa koruyucu’ diyalektiğine indirgenemez.16 “Sömürünün ve hukuksal üstyapının doğrudan şiddeti üretici süreçlere içsel bir yapı ve bir dolayımlanmış şiddet haline gelir. Hukuk –ya da gerçekte, bir şiddet biçimi- bir makine, ya da gerçekte kendi katı disiplini ve kendi daimi iyileşmesinin kalıcı bir işleyişi haline gelir.” (Negri, 1999, 257). İktidar teorisinin başlangıcı için Kapital’i okumak, gücün (force) ilk birikim uğrağıyla basitçe sona ermediği fakat bizzat üretim süreci içine göç ettiğini açığa çıkarır. Foucault’nun özetlediği gibi, “Kapital’in satır aralarında, iktidar teknolojilerinin aslında fabrika ve işyerinde tatbik edilmiş tarihine ait bir analiz, ya da en azından bir analiz talağı bulunabilir.”(1994, 189) Ayrıca Foucault’nun kendi disiplinci iktidar teorisi, Marks’ın, yaptığı bir çok gönderme aracılığıyla kapitalist üretim tarzına içselleşmiş kadim despotların iktidarına “kavramsız” eklemlenen bir şiddet düşüncesinin kavramlaştırılması olarak anlaşılabilir.17 Böylece Foucault, en azından 1970’lerdeki yazılarında, sessiz zorunluluk olarak kapitalist üretim tarzı ve olumsal olay olarak ilk birikim arasındaki her zıtlığı istikrarsızlaştıran, Marks’ın iktidar teorisinin bir çeşit “belirtisel okuması”nı yaptığını düşünebiliriz.
Kapitalist üretim tarzı ve ilk birikim arasındaki ilişki sorunu ancak başka bir soruna yol açar: bir “ekonomi” olarak kapitalizm düşüncesi ve bir üretim tarzı olarak kapitalizm düşüncesi arasındaki fark. Bu ayrımda sözkonusu olan şey, sermayenin sürekliliğinin anlaşılması -üretim ilişkilerinin ve güçlerinin zamanla yeniden üretimidir. Sermayeyi bir üretim tarzı olarak anlamak, bazı okumalarda, bu sürekliliğin zorunlu olarak karmaşık koşuları üzerinde ısrar etmek demektir, -devlet, hukuk ve ideolojiyi kapsayan bütün bir karmaşık faktörler dizisi sermayenin işlevselliği için gereklidir. Kapitalizmi, ya da herhangi bir başka üretim tarzını, ekonomi olarak anlamak “ekonomizm” çeşitlemelrine düşmektir. “Ekonomizm” kısaca, devlet, ideoloji, hukuk ya da öznellik gibi unsurların ya da başka faktörlerin zorunlu imlikasyonları olmadan, ekonominin kendini yeniden üretme yeterliliğinin garantisidir. Ekonomizm ekonomiyi hukuk-gibi verili bir doğaya sahip olarak ele alır, ve onu basit çizgisel bir nedenin başka unsurlar üzerindeki etkileri olarak anlar. İlk birikimin sonlanması açısından yukarda bahsedilen belirsizliğe geri dönersek, ya toplumsalın başka alanları üzerinde ekonominin baskınlığı olarak ya da Marks’ın, şiddetin sistemin bizzat içinde içselleşmesi olarak, disiplinci kapitalist iktidara gönderme yapan ifadelerini izleyerek, “ekonomik ilişkilerin sessiz baskısını” yorumlama olanağı bulabiliriz
Üç: İlk Birikim Ayrımı
Açıkça söylemek gerekirse bir birikim tarzının karmaşıklığı ve hatlarını belirleme sorunu, bireysel alıntılar ve aktarmalarla çözümlenemez. “Ekonomist” Marks’ı,“ekonomist-olmayan” Marks’la karşı karşıya koymak her zaman olanaklıdır –Marksizmin bütün tarihi bu olanağa tanıklık eder. şu ya da bu ifadenin, kavramın, Marksın yazısının bitmek bilmez bir ileri geri gidişin ötesine geçmek için, sanki ilgisiz gibi görünen başka bir sorunu ortaya koymak zorunludur: Marks’ın Kapital’inin, mantığı ya da anlatımı içinde ilk birikimin yeri sorunu. L. Althusser Marks’ın geç dönem yazılarının, özellikle felsefi sorunlara bağlanmış Kapital’in birinci cildinin (ne de olsa Marks tarafından tamamlanmıştır) içindeki bölümlerin düzeni ve kategorilerin mantığı, tam da kendi anlatımları yoluyla eklemlendikleri felsefi sorunlar yaratır. Marks’ın kendisi Kapital’in ikinci baskısına sonsözde şöyle yazar:
“Elbette sunum [Darstellung] yöntemi araştırmanınkinden [Forshung] farklı bir biçimde olmalıdır. Daha sonra içsel bağıntının izini sürmeli, farklı gelişme biçimlerini analiz etmeli, ve ayrıntıdaki malzeme mülk edinilmelidir. Ancak bu çalışma yapıldıktan sonra gerçek hareket gerektiği gibi temsil edilmiş olabilir.”(1988, 27)
Althusser’e göre, Kapital, tamamlanmamış bir elyazması, bir manifesto, ya da “kendisini aydınlarmak için yazılmış” bir notlar dizisi değildir. O tamamlanmış bir metindir, ya da en azından tamamlanmış bir metnin parçasıdır, ve aslında belli bir sorunu ortaya koyar ve onunla uğraşır. Yani bu, soyut kavramlar, örnekler ve tarihsel olaylar arasındaki ilişki sorunu, temsil ya da hatta bizzat kapitalist üretim tarzı adını verdiği şeyin temsili meselsini ortaya koyan bir ilişki sorunudur. Sözde ilk birikim eleştirisinde, böyle bir soruna zaten göz atmıştık. Eğer ideoloji ve poliitka arasındaki farkları kısmen de olsa bir tarafa koymak mümkünse, burjuva ilk birikim teorisi ve Marks’ın teorisi arasındaki fark temsilin bir farkı olarak ifade edilmiş olabilir. Marks’tan önceki burjuva teorisyenleri için, tasarruf ve harcama arasındaki ahlaki fark sermayenin bir toplumsal ilişki olarak temsili için upuygundur; oysa Marks için ilk birikimin temsili ve sermayenin formasyonu, sadece kökensel olarak farklı unsurları, yani feodal üretim tarzının bütün bir çözülme tarihi, kapitalist üretim tarzı düzenlenişinin şiddeti, ve sömürgeciliğin tarihi değil, fakat aynı zamanda bu unsurlar arasındaki ilişki sorununu ihtiva eder. Eğer spesifik olarak -çelişki, antagonizm ve ilişki düşüncesi olarak- maddeci bir diyalektik varsa, ya da eğer Marks Hegel’i baş-aşağı çevirmekten, Hegel’i maddi dünyaya tatbik etmekten başka bir şeyse, o zaman, (eğer hala doğru bir kelimeyse) bu ‘diyalektik’ Kapital’in temsil/sunum mantığı içinde bulunmak durumundadır.
Marks, kapitalist üretim tarzının bir tanımını vermez; böyle herhangi bir tanım kendi kökensel karmaşıklığı ve üstbelirlenmişliğine ters düşer18 Sunulmuş olan şey düşünce için basit bir nesne değildir fakat bir ilişki, ilişkiler dizisi, ve onların tikel dinamizmleri ve gerilimleridir (1973, 102). Yani Marks’ın metni, geniş bir yapının, kapitalist üretim tarzının farklı unsurları olan, üretim ilişkileri, iş bölümü, yapılar vb. arasındaki ilişkiler sorunuyla uğraşır.19 Bu yapılar arasındaki ilişki varolan nedensellik modelleri (bunlar basitçe mekanik ya da ifedici bir anlamda birbirinin etkileri ye da nedenleri değildirler) ya da temsil modelleri (en başta sık sık varsayılmış olan öz ve görünüş arasındaki bölünme) içine dahil edilemez; çünkü bu ilişki daha çok bir içkinliğin nedenselliğidir, neden, ya da yapı kendi etkilerinde içkindir, kendi etkileri dışında birşey yoktur. Dolayısıyla neden ve etki arasında basit bir bölünme ya da öncelik yoktur: her etki eşit ölçüde ve aynı zamanda bir nedendir (Althusser and Balibar 1975, 191). Bu neden hem içkin hem de yoktur, çünkü içkin olmak ve kendi etkilerinde mevcut olmak aynı zamanda yerelleştirlemez olmaktır. Bu neden temsil edilemez ya da herhangi bir noktada empirik olarak verili olamaz, Bu yüzden Althusser onu başka bir adla anar: “atfedici nedensellik” (metonymical causality). Kapitalist üretim tarzını açgözlülük ve tutumluluk arasındaki basit ahlaki fark yoluyla anlayan klasik politik ekonomi, somutu bir “fetişleştirme” içine hapsetmiştir; o herhangi bir nedenin üstbelirlenimini algılamayı başaramaz. Bu üstbelirlenmiş ilişkiye bir örnek verecek olursak; kapitalistin tarafından birikim açlığı ya da “akılcılaşmış” istifleme gibi kapitalist üretim tarzının kendi etkileri olarak görülen unsurlar, aynı ölçüde, onun işleyişinin unsurları ve nedenleri olarak düşünülmelidir.
Althusser’in Kapital okumasını çok fazla dallandırıp budaklandırmadan, Althusser’in sunum ya da felsefi anlatım ve üretim tarzı ilişkileri arasındaki yakın ilişki ısrarı; üretim tarzındaki dönüşüm ve geçişin yerinine ait “Marks’ın ne düşündüğü”ne dair sonsuz ve bitmek bilmez bir alıntılar ve karşı-alıntılar sorununun yerini, başka ve farklı bir sorunla, Marks’ın metinlerinde işleyen mantıklar ya da anlatımlar (bir saniye için durup belki de bir den çok olabilir diye sormamızı sağlayan) sorunuyla değiştirmesi nedeniyle önemlidir.
Marks’ın ilk birikim fantezisini yeniden yazması bu metinsel sunum sorunu içinde yer aldığında belli sorunlar çıkarır. Her ne kadar ilk birikim, feodalizmin çözülüşüne, kapitalist üretim tarzına ve bu ilişkilerin düşsel algılanışına (ahlak masalı) biçim veren gerçek ilişkişlerin kesişme sorunlarından bahsediyorsa da, o Kapital’in sonuna, son bölüme yerleştirilmiştir. Kapital’in söylemi içinde ilk birikimin sunumu ve onun tarihsel yeri arasında göz ardı edilemeyecek bir fark vardır. Kapital’in metni, “kapitalist üretim tarzının hakim olduğu toplumlardaki servetin “emtiaların (commodities) muazzam yığını” [ungeheure Warensammlung] olarak göründüğü” (126), bu üretim tarzının ortak duyusu ve fenomenolojik görünüşünü oluşturan ünlü meta analizleriyle başlar. Marks Kapital’e başlangıçlar (origins) sorunuyla başlamaz, fakat hayat sahası içinde her şeyi kuşatan, üstelik gündelik de olan sermayenin bir unsuruyla başlar. Marks’ın metayla başlama kararı, aynı zamanda sermayeyle bizi biraz tuhaf da olsa, “metaların muazzam birikimi” olarak karşı karşıya koysa da, meta üretimiyle kapitalizmi eşitlemek mümkün değildir: pazar için üretilen bir nesne olarak meta zorunlu olarak, kapitalist üretim tarzından önce-vardır.20 meta biçimini hareket noktasından Marks değişim ve kullanım değeri ve soyut ve somut emek arasındaki çelişkili ilişkiyi geliştirir. Kapital’in anlatımının bir özeti ya da bir genel bakış gibi her şeyi sunmaya çalışmadan, sermayenin tarihsel ortaya çıkışı olarak ilk birikim ve sermayenin sunumunun hareket noktası olarak meta formu arasındaki fark gibi bir şeye işaret etmeye çalışacağım. Bu iki nokta arasındaki fark sadece sermaye ilişkilerinin eş zamanlı söylemi ve onun tarihsel ortaya çıkışı arasındaki fark değildir; o aynı zamanda kapitalist üretim tarzının sunumu [Darstellung] içinde iki farklı eğilim arasındaki farktır.
Althusser, ölümünden sonra yayımlanan Marx Dans Ses Limites, başlıklı metninde, Marks’ın yazılarının, hatta Kapital gibi olgun metinlerinin de, tekil bir sunum söylemine indirgenemeyeceğini, onların bir çok mantık ve bir çok sunum tarafından oluşturulmuş ve belirlenmiş olarak anlaşılması gerektiğini ileri sürer. Dolayısıyla bu son metninde (ve aynı dönemde yazılmış diğerlerinde) Althusser, Marks’ı Marksizmin sapmalarından ayırmanın artık mümkün olmadığını ileri sürer: yani, (en önemlisi ekonomizm ve insancıllığa) karşı mücadele olan bu eğilimlerin basitçe eklenmedikleri ya da sapkınlık olmadıkları fakat olasılık koşlularını Marks’ın kendi yazılarının birbirinden ayrılan eğilimleri ve gerilimlerinde bulduklarını belirtir. (Negri 1996a, 51) 21 Althusser’in son metinlerindeki stretejinin dönüşümüne rağmen taktikleri aynı kalır. Marks’ın düşüncesinin bu farklı boyutları arasındaki gerilim şu ya da bu alıntı düzeyine yerleştirilemez fakat Marks’ın yazılarının çelişik sunumları ya da mantıklarından çekilip çıkartılması gerekir. “Şansa bağlı maddecilik” (Aleatory Materialism) üzerine son yazılarındaki gibi, bu yazıların zeminini oluşturan, bu önceki bölünme, belirli bir önce ve sonrayla tarihlendirilemez. Daha çok o kendini Marks’ın sınırları ve üretkenliğinin kaynağı olan içsel teorik bir gerilim olarak bildirir. Balibar’ın daha açık kıldığı gibi, Marks’ın düşüncsesini kendi kurucu düşmanlarından (klasik politik ekonomi ve Hegel) ayıran “kopuş” henüz ve hiç tamamlanmış değildir fakat sürekli olarak dillendirilmektedir. “her kopuş, aynı zamanda, onsuz sona ermeyeceği, onsuz ilerleyemeyeceği, kendi ideolojik tarih öncesine geri dönüş imkansızlığıyla tehdit altındadır, istikrarsızdır, ve geridönüşsüzdür.” (1994, 172).
Sermayenin farklı başlangıçları arasında bir gerilim vardır:Kapital’in başlangıcı, meta formu ve kapitalizmin tarihsel ortaya çıkışı, ilk birikim arasındabir gerilim. Meta formu ve sermayenin ilk bölümü bir dizi içsel çelişki yoluyla işler: kullanım ve değişim değerinden, soyut ve somut emeğe ve nihayet bizzat artı değere. Bu hareket aynı zamanda, meta ve değerin belirsiz soyutlamalarından fabrika zeminindeki mücadeleler ve gündelik ilişkileri de içeren ve nihayet kapitalist üretim tarzına özgül eklemlenmelere dek uzanan bir harekettir. Kullanım ve değişim değeri arasındaki çelişkiden türeyen iş günündeki gündelik çatışmaları da içeren bu argümanın güçlü çizgiselliğinden dolayı, bir çok yazar “meta biçimi”nin kapitalist üretim tarzının özü olduğunu ileri sürmüştür.
Kapital’in birinci cildinde yer alan “mantık” metnin bütünü için hesaba katılmaz. Althusser’in de belirttiği gibi, kendi ekonomist mantığı ile bir kopuş yaratan sunum düzeninin dışında (hors ordre d’exposition) duran ve meta formunun işçsel çelişkilerinin kuşatılmasına indirgenemez olan düzeyler ve ortak olmayan ilişkilerin analizleri ve bölümler yoluyla sürekli kesintiye uğrar (1994b, 397). Bu kesinti ilk birikim bölümünü ve böylece kapitalist üretim tarzının kuruluş sorununu içerse de, bununla sınırlı değildir. Ekonomizmle bağını koparan bu “öteki” mantık, işgünü, ortak faaliyet bölümlerini ve geniş ölçüde endüstri ve makineleşme bölümlerini kapsar. Hakim anlatım düzeninin dışında kalan bu öteki mantıkta söz konusu olan nedir? Hakim mantığın- kapitalizmin çelişkileri ve ilişkilerini tümüyle meta formunun çelişkili özünün basit etkileri olarak gören mantığın- dışında kalan, kesintiden başka bir şey olan, olumsuz terimlerden öteye geçen bir düşünce nasıl alternatif olabilir?
Bu sorulara yanıt vermenin başlangıcı iki hareket noktası arasındaki başkalıkta bulunabilir: meta formu ve ilk birikim. Birincisi, ikincisinin tarihselleştirme –yani, bizzat emeğim metalaşması- yoluyla sorguladığını varsayar. İlk birikim, çalışan bir özne kurmak, iş gücünden başka satacak hiçbir şeyi olmayanları kurmak üzere zorunlu şiddet operasyonlarını açığa çıkardığı için, meta formunun analizi, bu durumu zaten elde var bir gerçek olarak ortaya koyar. Emeğin/çalışmanın metalaşması bir kez var sayıldığında, artı değer ya da artı emek sadece işgücünün yeniden üretimi için gerekli olanın fazlası içindeki emektir: -üretilen şeyin değeri işgücünün maliyet değerinden fazladır.
Kapital’in 1. kitabının 1. bölümünü okuduğunuzda, artı değerin teorik bir sunumunu bulursunuz: bu, bir yanda işgücü tarafından üretilen değer ve öte yanda bu işgücünün (ücretler) yeniden üretimi için gerekli olan metaların değeri arasındaki (değer içindeki) farkla tanımlanmış, artı değerin hesaplanabildiği, aritmetik bir sunumdur. Ve artı değerin bu aritmetik sunumu içinde, emek/çalışma saf bir biçimde ve basitçe bir meta olarak şekillenir. (1979, 233).
“Aritmetik sunum” soyut emeği varsayar: yani iş gücünü antropolojik bir sabit olarak varsayar. İnsan varlıkları farklı işgücü depozitoları olarak zaten değiştirlebilirdir ve bu yüzden kapitalizm her zaman mümkündür.23
Emeği her zaman zaten oluşmuş bir meta olarak, zaten soyut emeğin niceliksel bir birimi olarak ele alınca, gözden kaçırılan şey, bedenleri ve ilişkileri işgücünün birimlerine dönüştüren çapraşık aygıtlardır, -Althusser’in ideoloji sorgulaması aracılığıyla bilinir olan keşfi “üretim ilişkilerinin yeniden üretimi”dir bu. (Negri 1996a, 52). Gözden kaçırılan yalnızca kapitalizmin şansa bağlı koşulları, onun politik, meşru ve kültürel bir düzen olarak kuruluşu/bünyesi değil, fakat bekasının üstbelirlenmiş koşullarıdır. Marks’ta bu gerekli koşuların (aygıtlar ve birliklerin) bir belirtisi, neredeyse olumsuz bir hat üzerinden de olsa, ilk birikim analizi aracılığıyla verilmiştir. Antonio Negri ilk birikimi tanımlayan yıkıcılık ve şiddetin eğer önceden-varolan ve kapitalist birikime gerekli olan “özgür işçileri”i üretmek için sürekli olarak modifiye edilmiş ve tahrip edilmiş olması gereken sermayenin, toplumsal ilişkiler ve ortak faaliyet biçimleri olarak konursa anlaşılır olabileceğine işaret eder. Negri’nin terimleriyle, “ilk birikim döneminde, sermayenin önceden varolan emek biçimlerinin kendilerini değerlemelerini daraltıp kuşattığında ortak faaliyete biçimini veren şey sermayeydi, -bu, geleneksel çalışan öznelerin önceden kurulmuş bağlantılarının boşaltılmasıyla oluştu.”(1996b, 165). Kapitalist üretim tarzının düzenlenişi ve ilk birikimde bulunan şiddet arasındaki yakın ilişki önceden-varolan sermayenin (pre-exist capital) toplumsal ilişkilerin maddiliğiyle olan bağıntısına sahipti. Dolayısıyla, bizzat toplumsallık ve öznellik üzerine dayanan bir normalleşme uğrağı, önceki tarzın ve onun şiddet mevzuatının gasp ve yıkımından sonra, ilk birikimin bir üçüncü uğrağını Marks’ta bulmak mümkündür. Marks’ın yazdığı gibi, “Kapitaklist üretimin olgunlaşması, eğitim [Erziehung], gelenek, ve alışkanlık [Gewohneit] yoluyla, üretim tarzının, kendinden kanıtlı doğal hukuk gibi gerekensinimleri açısından bakılan bir işçi sınıfı geliştirir” (1977, 899). Eski üretim tarzının çözülüşü ve şiddeti yeni üretim tarzının normalleşmesi, -yani, yeni üretim tarzının kurucu şiddetinin her şekilde izinden gittiği kadar geçmiş üretim tarzının hafızasını silen bir normalleşme tarafından izlenmiştir. Kapitalist üretim tarzının işleyiş ve düzeninin kurucusu olan bu normalleşme sadece kurumlar ya da hukuk düzeyinde değil fakat öznellik düzeyinde fiilileşmiştir (Albiac 1996, 13). Yeni üretim tarzının düzeninde sermaye gibi kurumlaşmış olmak basitçe yeni bir ekonomi biçimi için, ya da yeni bir hukuk yazmak için yeterli olamaz, normalleşme bizzat varoluşun gündelik boyutlarında kurumlaşmalı, -alışkanlık (Althusser’in “toplum etkisi” dediği şey) haline gelmelidir. Bu üretim tarzının, yaşamayı ya da başka bir dünya düşlemeyi imkansız kılan bünyenin “gerekli hale gelme”sinin bir yönüdür. Meta ve soyut emek üzerine olan bölümlerde mevcut emek antropolojik bir sabit olarak görüldüğü için, ilk birikim üzerine ikinci bölümde “bireyi işçi olarak bu çaresizlik içine yerleştiren şeyin bizzat tarihin ürünü olduğu”nu bize hatırlatır (Marx 1973, 472).
“ilk birikim”in açığa çıkardığı şey, bir öznellik tarzına ya da bir öznellik üretimine24 tekabül etmeden bir üretim tarzının olamayacağıdır. Ölçülebilir ve yalıtılmış bir şey olarak “ekonomi” sadece devlet, hukuk, alışkanlıklar ve arzularda tescil edilmesi yoluyla sürdürülebildiği kadar varolur.
Dört: Bugun İlk Birikim
İlk birikimin devamlılığı o halde yukarda ele alınan kavramın bütün boyutlarını kuşatacaktır. Kendi katışıksız şiddeti aracılığıyla ilk birikimi ortaya çıkaran şey kapitalist üretim tarzının bir ekonomi ya da bir pazarla basitçe eşitlenemeyeceğidir, onun kaynağı (origin) alım satım ya da tasarruf israf anlatısıyla açıklanmış olamaz. Kapitalist üretim tarzı kendisini tarihsel olarak ortaya koyabilmek için mevcut ve yaşam tarzlarına tekabül eden önceki ekonomileri yıkmalıdır. Böylece, kapitalist üretim tarzı kendi meşruluğunu, normlarını ve kendi öznellik biçimlerini nerede üretiyorsa orada ilk birikim devam eder. Başka deyişle, bu ilk anlamında ilk birikim kapitalist üretim tarzının, hukuktaki sicili, davranış kodları ve alışkanlıklar gibi ekonomik olmayan zorunlu koşullarına işaret ediyorsa, ozaman ilk birikim ya da öznellik üretimi kapitalist üretim tarzıyla eş sürelidir ve onunla birleşmiştir. Böylece Althusser’in “Şansa bağlı maddecilik” denemesinde ilk birikime dönüşü onun en önemli teorik yeniliklerinden birini izler: ideolojik ve kültürel koşullar, -bireyleri üretim tarzının özneleri olarak kuran koşullar- olmadan bir ürteim tarzı kolayca işleyemez.
Dahası, ilk birikimin bugünkü kapitalizm için anlamına bakmak istenirse, o zaman “ortaklığın/müştereğin” (“the commons”) çağdaş karşılığının ne olduğunu bir sorun olarak ortaya koymak zorunlu olur. Eğer ilk birikim ortak çalışanların ilişkilerini güç (force) ve hukuku birleştirip kullanmak yoluyla ortadan kaldırıyorsa, o zaman sorun ortaklıkların ve toplumsallıkların bugün varolan hangi ilişkilerinin ortadan kaldırıldığıdır. Michael Hardt’ın ve Antonio Negri’nin iddia ettiği gibi, bugün yeni bir ilk birikim türü vardır; basitçe servet ve işçilerin değil, metalaşmış varoluşun çatlaklarında ve kamu sektöründe kapitalizmin dışına biçim veren şeylerin çoğu, öznellik potansiyellerinin, arzuların ve bilgilerin birikimi vardır. (İmp. 2000, 258). Dahası, bu birikim yaşamın bizzat giderek artan gücüdür, genetik koddan feodal müştereklikler (commons) gibi varoluşun temel gerekliliklerine yaşama ve yeniden üretim kapasitesi, “mutlak özel mülkiyet”in egemenliği altında çoğalarak gelmektedir.
Herhangi bir üretim tarzı için gerekli olan öznelliğin birikimi olarak ilk birikim ve metalaşmış-olmayan uzamlardan geriye kalanın birikimi, her halükarda bu iki durum, günümüzde bu kavramla ilintinin devam ettiğini göstermektedir, bu ilinti kapitalist üretim tarzının ulaştığı kesinlik ve yerleşik statüsünün detaylandırılmasıyla sınırlı değildir. Sonuç olarak ilk birikimin “devrimci” bir statüsü halen vardır, ya da en azından toplumsal dönüşüm düşüncesine doğru bir uyumlanma vardır. ilk birikim kapitalist üretim tarzının kalbiyle karşılaşma ısrarıdır. Karşılaşmanın ısrarındaki basit gerçek, üretim tarzının para, arzu, bedenler, inançlar vb. kurucu unsurlarının, her zaman tikel eklemlenmelerindeki dengeyi kaybeder hale gelecekleridir. İlk birikim kapitalist üretim tarzının karmaşık ve üstbelirlenmiş koşullarıyla ilgili olduğu kadar kapitalizmi tehdit eden ortalaşalıkların çokluğunu, kapitalist olmayan toplumsal ilişkilerin kalıcılığını ispatlar (Negri 1999, 259) Güç, hukuk ve ideolojinin çokyönlü ilişkilerinin ve çokyönlü koşulların kapitalist üretim tarzının bünyesi için gerekli olduğu gerçeği, aynı zamanda onun yeniden üretimini garantilemediği ve dolayısıyla kendi dönüşümünün olasılığını oluşturduğu anlamına gelir: üstbelirleme altbelirlemeden ayrılamaz (Balibar 1996, 115).
“İlk birikim”in, Kapital’in Birinci Cildinin sonuna yerleştirilmesi üretim tarzının apaçık olan olumsallığının, olayların henüz başka türlü olabileceği olasılığının bir hatırlatması olarak anlaşılabilir. Althusser’in yazdığı gibi, “[İlk birikim] bugün hala devam ediyor, sadece üçüncü dünyada gördüğümüz gibi değil, şansa bağlılığı kapitalist üretim tarzının kalbine kaydeden daimi bir süreç olarak da.” (1994a, 573, çeviri benim). Bu yüzden, ilk birikim, ortodoks Marksist düşüncenin kapitalizmin kaçınılmaz çöküşü inancı ve kapitalizmin ebedi olduğunu iddia eden mevcut ideolojiler arasında bir boşluk yaratır. Böyle garantiler yoktur sadece karşılaşmanın örtüşen tarihleri vardır – bu karşılaşmalar arasındaki boşlukta yaratmak için olasılık vardır.
Warren Montang’a, Paul Zarembka’ya, Laurie Ousley’e ve Buffalo Universitesindeki Lisans üstü Marxist Çalışmalar Grubuna, beni, bu makalenin farklı yorumlarını sunmam için gösterdikleri yakınlık nedeniyle teşekkür etmek isterim. Ayrıca bu makale, Warren Montag ve Rick Wolff’un yorumlarından da oldukca yararlandı.
Notlar
1. Burada Althusser ve Negri arasında felsefi bir uylaşım etabıyla ilgilenmiyorum. Böyle bir projeyi önermenin ilginç olmayacağı da söylenemez. Yine de böyle bir proje, sadece Negri’nin “Son Dönem Althusser Düşüncesinin Evrimi üzerine Notlar”da açıkladığı son yazıların buluşma çizgilerini değil fakat nihai olarak ayrılıklarını da teslim eden ortak yeri sorgulama gereğini de dahil etmek durumunda kalacaktır: ayrılıklarından kasıt, Althusser’i özneler ya da amaçlar olmaksızın bir süreç olarak tarihin düşünürü olarak ve Negri’yi öncelikle öznellik olarak canlı emekle ilgilenen bir düşünür olarak konumlama ayrılığıdır.
2. F.Jameson’un “üretim tarzı” terimini muhafaza etme ısrarınıdeğerini bu noktada analım.. Jameson, kapitalist üretim tarzı gibi, özel bir üretim tarzını belirtme çabası içinde, üretim tarzı teriminin özsel olarak farklı bir terim olduğunu söyler, o kendini başka üretim tarzlarından farklılaştıran bir tarz açısından düşünmeyi gerektirir. Marks kapitalist ütretim tarzını, onun başka olası tarzlarla gerilim içindeki varoluşu gibi, feodalizmden farkını koymadan tanımlayamaz. Yine de Jameson, bu çelişik ortak varoluşa açıklık getirmek üzere, birinci terimi içermeyi amaçlayan emprisizmi yeniden ortaya koyduğu iddiasıyla “toplumsal formasyon” terimini reddeder, yerine bir üetim tarzının ötekiler üzerindeki baskınlığını açıklamak üzere “kültürel devrim” trimini önerir (1988, 174). Jameson’un “kültürel devrim” anlayışı, üretim tarzına zorunlu bir ilave olarak, bu makalede açıklanan öznellik modu ve üretim tarzı arasındaki birleşmeyi çok yakınlaştırır.
3. Burada Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’nin Hegemony and Socialist Strategy: Towards a Radical Democratic Politis’ine başvuruyorum. Buna eşlik eden Contingency, Hegemony, Universality: Contemporary Dialogues on the Left ‘deki bölümünde S. Zizek, politik hegemonyanın olumsal mücadelesi olarak politika anlayışının zorunlu olarak politik ekonomi eleştirisini bastırması gerektiği düşüncesiyle oyalanır. Şansa bağlı maddecilik üzerine ben, Althusser’in eserinin, üretim tarzının maddiliğinden zorunlu olarak vazgeçmeden olumsallığı muhafaza etmeyi düşünme çabası olarak anlaşılabileceği noktasına yönelmeyi Geoff Boucher’e borçluyum.
4. Sözde ilk birikimi öncelikle tasarruf ve israf arasındaki ahlaki bir fark olarak, ve aynı ilk dönem ekonomistlerin bazılarının pratik müdahaleleri olarak sunan klasik politik ekonomi metinleri arasındaki ayrım önemlidir. Michael Parelman gibi, sermaye birikimini teorik bir biçimde ahlaki bir fark olarak sunumuş olan benzer politik ekonomistler sık sık, kapitalizm öncesi uygulamaların mevcudiyetini devlet gücü aracılığıyla fiili olarak tahrip etmenin gerekliliği anlayışını ileri sürmüşlerdir(98). Marks Avrupa’daki yoksulluğun/kıtlığın henüz var olmadığı sömürgeler (Amerika) üzerine ilk dönem yazılarında benzer bir iki taraflı oynamaya itibar eder. Marks’ın yazdığı gibi: “eski uygarlık ülkelerinde işçi, her ne kadar özgürse de, doğa yasasıyla kapitalizme bağlanır, sömürgelerde bu bağımlılık yapay araçlarla yaratılmalıdır”(1977, 937).
5. Burada andığım bu cümle The Eighteenth Brumaire’deki ünlü cümledir: “ Hegel dünya tarihinde en önemli bütün büyük kişiler ve gerçeklerin adeta iki defa ortaya çıktığını belirtir. Ancak o eklemeyi unutur: ilk seferinde trajedi olarak, ikincisinde komedi olarak.”(Karl Marks, The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte, pg 15).
6. Marks’ın yazdığı gibi cimri ve kapitalist arasında bir paralellik çıkarsanır: “bu sınırsız zenginlik dürtüsü, bu değerden öte tukulu takip, kapitalist ve cimride ortaktır; fakat cimri aklını kaybeden bir kapitalistken, kapitalist akılcı bir cimridir, cimrinin parasını döngüden korumak yoluyla elde tutmaya çalıştığı değerin durmadan büyümesine, kapitalist parasını döngüye tekrar atmak suretiyle daha kesin olarak ulaşmıştır.”(1977, 225) Gilles Deleuze ve Felix Guattari, Anti Oedipus: Capitalism and Schizophrenia’da kapitalist üretim tarzının formasyon sorununu, arzunun fiilileşmesi açısından açıklıkla koydular.
7. Deleuze ve Guattari Anti-Oidipus’da, çeşitli noktalarda Althusser’in karşılaşma maddeciliği üzerine denemesinde bulunan önceleyici (prefigure) ifadeler görürler: örneğin, her iki metinde de “para ve sadece işgücünü satanlar” arasındaki karşılaşma olayın maddiliği üzerine bir spekülasyon zemini haline gelir. Althusser’in okuduğu ya da Deleuze ve Guattari’nin vurgaladığı metin bunu mümkün kıldığı için, Deleuze ve Guattari’nin okudukları ve Balibar’ın Lire le Capital’e katkısından çıkarsadıkları, filolojiye yönelen bu yönelimi, ayrıca belirtmek önemlidir. Althusser aynı zamanda kapitalizmin biçimlenişinin önceki varoluşunun çelişkili ve ayrıksı tarihlerinin gerilimini kesinlikle bu metinden çıkarır. Böylece Deleuze ve Guattari’nin metninin sadece önceki projede zaten işleyen abartılmış eğilimlere hizmet etmesi olasıdır.
8. Althusser bu iki farklı üretim tarzı kavramlaştırması arasındaki ayrıma karar veren bir faktör olarak öznellik adını açık bir şekilde kullanmaz. Bununla birlikte, onun özselci ve üretim tarzının felsefi kavramlaştırması dediği şeyi tanımlamada kullandığı merkezi örneği Marks’ın sermaye tarafından otomatik olarak üretilen ve yeniden üretilen proletarya düşüncesidir (1994a, 573). Daha sonra, el yazmaları bölümünde belirttiğim gibi, Althusser önceden varolan sermayenin burjuvazisi düşüncesini eleştirir (575). Bu örneklerin her birinde, ve öznelliği tanımlama biçimlerinde ya etki ya da neden olarak zorunlu bağlantı kurulmuştur. Böylece bir şekilde Althusser’in el yazmalarına dağılmış, onun şansa bağlı üretim tarzı kavramlaştırmasını belirtisel okuması, bu kavramlar tarafından önerilen öznellikle farklı bir ilişkiye sahip olmak durumundadır.
9. 1844 Elyazamalarında, Marks, daha çok meta sattığı halde “zorunlu emeği” azaltmanın zıt eğilimlerini yansıtan bir şey olarak kabulettiği, tutumluluk ve harcama değerleri üzerine kendi içinde çelişkili bir ahlaki söylemi politik ekonomi içinde görür.
10. Marks’ın ardından gelen politik ekonomistler için, onun eleştirilerinde, öncelikle batı Avrupa’yla, özellikle İngiltere’yle ve daha az olarak da Kuzey Amerika’yla ilgilendiğinin verili olduğu açık olmalıdır.
11. Althusser bu süreci belli bir sürecin etkilerinin anlaşılması, başka bir amaca dönüşmesi, başka amaçları önleme yoluyla adlandırır. “Bu “önleme” teleolojik-olmayan bir sürece, ve ona bütünüyle yabancı olan, ve onu mümkün kılan bir süreç içinde kendi sonuçlarının tesciline işaret eder (1994a, 572)
12. Kapital, Cilt I, “sözde ilk birikim” üzerine bölümlerde, Marks köylülerin topraktan mülksüzleştirilmelerinden bahseder, ve o öncelikle bu sürecin yasal ve devlet metkezli unsurlarıyla ilgilenmiştir. Kapital III.Ciltte Marks, üretimin toplumsal ilişkiler tarzı ve pre-kapitalist mülkiyete dair ticari sermayenin ve tefeciliğin etkilerinin analizinde, bu analizi bütünleyen bir şey getirir. Bu iki bölüm ve ciltler arasındaki ilişki hakkında onların, bir bakıma, bitmiş bir resmin iki yanını kapsayarak, bir resmi tamamlamaları değil, fakat kapitalist üretim tarzının biçimlenişini, kurucu karmaşıklığına uygun olarak bizzat üretim tazını göstermelerinin önemli olduğunu ileri süreceğim.(1981, 728-48).
13. Althusser, eski, devletin kuruluşu için gereken destekler ve halkın birikimindeki “ilk politik birikim”e atıfla, doğrudan Machiavelli ve Marks arasında bir analoji yapar. Ve şöyle yazar: “Marks’ın sözde ‘başlangıç’ (original) [ya da ilk (primitive) ] birikimi çözmeye çalıştığı Kapital’in birinci cildinin VIII. kısmın hepsini iyi biliyoruz. Nasıl ki, doğal hukuk filozofları devletin yükselişinin hikayesini anlatırlar, kapitalizmin ideologları da, bu ilk (original) birikimi, sermayenin yükselişinin ahlakileştirilmiş hikayesiyle anlatırlar. Başlangıçta şevkle, zekice ve ekonomik olarak çalışan –yani para biriktirebilen ve o halde mübadele edebilen- bağımsız bir işçi varmış, bu yüzden sermaye bu tutumlu ve fedakar emek yoluyla, birikmiş. Marks’ın nasıl yanıtladığını biliyoruz: “İngiliz köylüsünü evden atma/kamulaştırma vahşetinin gasp, hırsızlık, yağma hikayesiyle…. Kapitalizmin ideologlarının basmakalıp ahlakileştirmelerinden çok daha ilgi çekici ve tamamen farklı bir hikayeyle” (1999, 125).
14. “Il faut Défendre la société” başlığıyla yayınlanmış ders notlarında Foucault, ya ırkların ya da sınıfların savaşı olarak kavranmış, savaş ve mücadele söylemine karşı bir soykütük önerir. Foucault bir devlet ya da toplumsal düzen kuruluşunun şiddet koşullarını diretmesi aracılığıyla altüst edici olan ahlaki bir hak söylemine, yani savaş üzerine söyleme aynı stratejik anlamı verdiği için, bu karşı-söylemle ‘hak talep eden’ Marks ve Machiavelli’yi açık bir biçimde reddeder. Ve şöyle yazar: “diyalektik bütün tikellerin kendilerine hükmeden yere sahip olma hakkının, uzlaştırıcı bir hakikatin ve evrensel bir öznenin, baştan sona tarihini ve anayasasını garantiler. Hegelci diyalektik ve ardından gidenlerin hepsi… bir tarihi-politik söylemin, yani aynı zamanda bir duyuru, bir ifade ve toplumsal savaş pratiğinin hak ve felsefesi yoluyla otoriteryan bir sömürgeleştirme ve pasifleştirme olarak.. anlaşılmalıdır.”(1997, 50 çeviri benim). Bununla birliklte Foucault’nun bu kategorik ithamı, Althusser’in ilk birikimin şansa bağlı maddeciliği ve Marks’taki öteki mantıkların teleolojisi arasında altını çizdiği kurucu gerilimi gözden kaçırır gibidir.
15. Gilles Deleuze ve Felix Guattari Marks’ın politik ekonominin eleştirisi ile, zaten önceden-kusursuz olarak sunulmuş ve haklılaşmasını elde etmiş olduğu için eleştirilmesi zor olan, şiddetin özel bir tipi için ilgilenmişlerdir. Deluze ve Guattari’nin yazdığı gibi: “bu nedenle, şiddet durumunun özel karakteri: tam da şiddetin yerini kesin olarak belirleme güçlüğüdür, çünkü o zaten kendisini önceden-mükemmel olarak sunar. Hatta şiddetin üretim tarzına kalmış olduğunu söylemek bile yeterli değildir. Marks kapitalizm olayında bir gözlem yaptı: bizzat kapitlist üretim tarzını mümkün kılan, ilk birikimi oluşturan, kapitalist üretim tarzından önce gelen ve zorunlu olarak devlet aracılığıyla işleyen bir şiddet vardır. Kapitalist üretim tarzı içindeki bir bakış açısından, tam da hırsızın kim olduğunu, kurbanın kim olduğunu hatta şiddetin nerede ikamet ettiğini zöylemek zordur. Bu, kapitalist nesnel olarak bağımsız bir sahip (giysisi-çn) “giyinmiş”, işçi ise tamamen çıplak doğmuş olduğu için böyledir. İşçi ve kapitaliste bu biçimi veren şey aklımıza gelmez, çünkü o başka bir üretim tarzında işlemektedir.”(1987, 447)
16. Yeni yasal düzen kanıtını gösteren şiddet, yasa-yapma şiddeti kavramı, varolan düzeni koruyan şiddet, yani yasa-koruyucu şiddet ve yasa-yapma arasında bir ayrım olduğu ölçüde Walter Benjamin’in etkili “Şiddet Eleştirisi” denemsinden çıkarsanır.
17. “Les mailles du poivoir” de Foucault, disiplinci iktidar ve kapitalizmin karşılıklı belirlenme ilişkisini iddia edecek ölçüde ileri gider: sermaye disiplinci iktidar gerektirir, disiplinci iktidar kapitalizmi mümkün kılar (1994, 200). Başlangıcı 1981’de Brezilya’da sunulan bu ders, Foucault’nun, kendisinin Marksla ilişkisini etkileyen en minnettar değerlendirmesini oluşturur. Bu derste Foucault, kendi çalışması aracılığıyla bulunan bir ifade olarak disiplinci iktidarla kapitalizmin yükselişini sadece açık bir biçimde bağlamış değil, fakat daha önemlisi ve alışılmadık bir biçimde karmaşık bir iktidar düşüncesini Marks’ın eserine yerleştirmiştir. Bu son ifade (disiplinci iktidar, çn), The History of Sexuality ve Power/Knowledge’ da yer alan ifadelerle keskin bir zıtlık içinde durur, ki Foucault’nun iddiası, Marks’ın ve daha önemlisi Marksizmin, iktidarı bir ilişkiden çok sahip olunabilen bir şey olarak gören, “egemen” bir iktidar kavramı içinde tuzağa düşüp kaldığıdır.
18. Lire le Capital’in ilk baskısında Althusser, Darstellung ve Vorstellung terimlerinin karşılaştırması/etimolojisi aracılığıyla temsil/sunum ve estetik temsil/sunum sorunuyla zorunlu olarak kesişen Darstellung meslesini genişletme çalıştı. Altusser’in yazdığı gibi; “Vorstellung, pozisyonla ilgili bir belirliliğe sahip, fakat, kendini özel göreviyle (temsil edilen) ön cephede dışarda tutarak temsil edilmiş/sunulmuş bir şeyi, ardına sakladığı bir pozisyon-öncesini varsayan cephe gerisini (out front) sunan/temsil eden bir belirlilik:Vorstellung. Darstellung’da tersine, ardında hiçbir şey yoktur: her şey, ‘da’da, mevcut pozisyon içinde temsil edilmiş/sunulmuştur.” (Althusser and Balibar, 1965- 646) (Not: Althusser’in ‘da’ tercihi aynı zamanda felsefi antropolojiden ontolojiye geçişin [1965’lerdeki] izi! Ama bunu ancak ‘son yazılar’ında [1980’lerdeki ‘karşılaşma maddeciliği’nde] görebiliyoruz. çn.) Bu noktada, yapı/Darstellung ve onun Althusser düşüncesinin tarihinde taşıdığı büyük önemi, burada dayadığım Althuser’den pasajı çeviren Michael Sprinker’in Imaginary Relations: Aesthetics and Ideology in the Theory of Historical Materialism’ine ve Warren Montag’ın “Althusser’s Nominalism: Structur and Singularity’sine borçluyum.
19. Althusser kendi katkısında küresel üretim tarzı ve bölgesel üretim tarzı arasındaki gibi bir ilişkiye başvurur gibi görünüyor (Althusser and Balibar 1975, 397). Küresel düzeyde, verili anlamı içinde üretim tarzı terimi, bölgesel üretim tarzı gibi görünen ekonomik özgülüğün ötesine geçen çok daha geniş ölçekte kapsayıcı bir anlam taşır, bu Fredric Jameson’un “eğer bu yüzden Althusser’in Marksizmini yapısalcılık olarak karakterize etemek istersek, bu karakterizasyon, -bir yapısalcı için sadece tek bir yapı vardır: yani, bizzat üretim tarzı ya da bir bütün olarak eşzamanlı toplumsal ilişkiler sistemi- gibi bir özsel tedarikle tamamlanmalıdır”(36) iddiasını haklı kılan bir ayrımdır.
20. Marx, fazla malları pazarda satma, bir şekilde seyrek bir meta üretimi ile Kapital’in (1977, 953) yayımlanmamış bölümündeki bütün üretimin genel biçimi olarak meta arasındaki farka dikkat çeker.
21. Elbette bu ikinci ‘uğrağın’ ya da stratejinin birincisinde zaten işbaşında olduğunu iddia etmek mümkündür, ve böylece, “yeniden inşa”nın kendini bütünüyle temsili, belli politik ve ideolojik düşmanlarla mücadele uğraşı olur. “Çünkü [Althusser] bize “Kapital’i okuma”yı empoze ettiğinde neyi talep etmiş olursa olsun, bu Marksizm’in varsayımsal saflığını restore etmek için değildi, fakat kesinlikle Marks’ın bizzat bir yer olan metninin, tam o anda ve tam Marks’ın tesis ettiği sınıf mücadelesini teorize etmeyi ilk kez mümkün kılan kavramların biçimlerinde, sınıf mücadelesinin izinden gitmenin üstündeki örtüyü kaldırmaya çalışmak içindi.”(Lecourt, 170).
22. Lukacs’ın “Şeyleşme ve Proletaryanın Bilinci”nin açılış paragrafı, Althusser’in anlatımcı nedensellik kavramının tanımı olarak okunur. “çünkü bu aşamada insanlığın tarihinde meta yapısının bilmecesini çözecek bir çözüm yoktur ve nihai olarak bu sorunu geriye götürmeyen, bir çözüm yoktur.”(83)
23. Marksizmin bu boyutu kesnlikle Foucault’nun reddettiği emeğin antropolojisidir. “Dolayısıyla emeğin varlığını insanın soyut özü olarak varsayan, kapitalist sistemi emeği kâra, artı değer ya da aşırı kâra (sur profit) dönüştüren şey olarak ele alan geleneksel Marksist analizi kabul edebileceğimizi düşünmüyorum. Gerçekte kapitalizm varoluşumuzun çok daha derinlerine nüfuz etmiştir. Sistem, on dokuzuncu yüzyılda tesis edildiği gibi, insanların bedenleri ve onların, etkin bir biçimde kullanılacak dolayısyla aşırı kâra dönüşecek şekilde işgücü ve çalışma zamanı haline gelen, zamanları yoluyla bir politik teknikler kümesini, iktidar tekniklerini, ayrınıtlarıyla hazırlamakla yükümlüydü. Fakat aşırı kârı temin etmek bir alt-iktidar (sous-pouvoir) oluşturdu. Mikroskopik bir ağ, kılcal politik iktidar, üretim aygıtlarıyla insanlara ilişen, kendilerini çalışanlarda, üretimin taşıyıcılarında imal ederek, tam da insanın varoluşu düzeyinde tesis edildi. (Foucault, 2000, 86) Burada önceleri Marks’ın kararsızlığıyla ilişkiyi değerlendirmekten vazgeçmişken sonra bu kararsızlığı Marks’ın metnine içsel kabul edttikleri için, Foucault ve Althusser bir kez daya faydalı bir biçimde yan yana dururlar.
24.Balibar’dan yapılan alıntının ardından, Balibar ve (althusser)’de ideolojinin, öznelliğin maddi üretiminden başka bir şey olmadığını akılda tutmak burada öğretici olacaktır. “hatta ideal olarak hesaba katılan böyle bir şema betimleyebileceğimizi düşünüyorum. Bir ‘temel’ ve ‘üst yapı’ toplamı olmayan, bir tamamlayıcı ya da tarihsel ek gibi çalışan, fakat daha çok iki açıklama ya da hem bağdaşmaz hem de birbiirnden ayrılamaz olan iki belirleyici “temel”in birliği: öznellik tarzı ve üretim tarzı (ya da çok genel olarak, ideolojik tarz ve genelleşmiş ekonomik tarz). Her ne kadar zıt anlamda da olsa, her ikisi de maddidir. Üretim ve öznelliğin bu farklı anlamları, kendilerini geleneksel terimlerle düşsel (İmaginary) ve gerçek (reality) adıyla önerirler. Herhangi bir tarihsel konjonktürde akılda tutmak kaydıyla bunları benimseyen biri için, düşselliğin etkileri sadece gerçek aracılığıyla ve yoluyla ve gerçeğin etkileri düşsellik aracılığıyla ve yoluyla görünür olabilir: başka deyişle tarihteki yapısal nedensellik yasası tali yol aracılığıyla ve öteki sahne marifetiyle işler. Marks’ı takliden, dersek; her biri kendi tarihine sadece kendi etkilerinin etkin nedeni olan öteki aracılığıyla sahip olduğu sürece, ekonomi “kendi tarihi”ne ideolojiden daha fazla sahip olamaz.”(1995b, 160).
Kaynakça
Albiac, G. 1996. Spinoza/Marx: le sujet construit. In Architectures de la raison: mélanges offerts à Alexandre Matheron, ed. A. Matheron and P.F. Moreau, 11-17 Saint Cloud: ENS Editions Fontenay,
Althusser, L.1979. The crisis of Marxism, Trans. G. Locke. In Power and opposition in post revolutionary societies.325-338 London: Ink Links.
_____.1994a. Le courant souterrain du matérialisme de la rencontre. In Écrits philosophiques et politiques, vol. 1, 539-579. Paris: Stock/IMEC.
_____.1994b. “Marx dans ses limites.” In Écrits philosophiques et politiques, vol. 1, 349-530. Paris: Stock/IMEC.
_____.1995. Sur la reproduction. Paris: PUF.
_____.1999. Machiavelli and us. Trans. G. Elliot. New York: Verso.
Althusser, L., and Balibar, E. 1965. Lire le Capital. Paris: Editions Découverte,
_____. 1975. Reading Capital. London: New Left.
Balibar, E. 1994. Althusser’s object. Trans. M. Cohen and B.Robbins. Social Text. 3, 157-187. summer 1994, 39.
_____.1995a. The philosophy of Marx. Trans. C. Turner. New York: Verso.
_____.1995b. The infinite contradiction. Trans. J.M, Poisson with J. Lezra in Depositions: Althusser, Balibar, Macherey, and the labor of reading. Yale French Studies, 142-165. 88.
_____.1996. Structural causality, overdetermination, and antagonism. In Postmodern Materialism and the Future of Marxist Theory, ed. A.
Callari and D. Ruccio, 109-120. Hanover: Wesleyan,
Deleuze, G. and Guattari, F. 1983, Anti-Oedipus: Capitalism and Schizophrenia. R. Hurley et al trans. Minneapolis: University of Minnesota.
_____.1987. A Thousand Plateaus: Capitalism and Schizophrenia. Trans. B. Massumi. Minneapolis: University of Minnesota.
Foucault, M.1977. Discipline and punish: The birth of the prison. Trans. A. Sheridan. New York: Vintage.
_____.1994 .“Les mailles du pouvoir” in Dits et Ecrits Tome IV: 1980-1988. ed. D. Defert and F. Ewald, 182- 201. Paris: Editions Gallimard.
_____.1997. «Il Faut Défendre la Société» Cours au Collège de France 1976. Paris: Editions Gallimard,
_____.2000. Truth and juridical forms. Trans. R. Hurley. In The essential works of Michel Foucault, 1954-1984, vol. 3. Ed. P. Rabinow. 1-90. New York: New Press.
Hindess, B. and Hirst, P. 1975. Pre-capitalist modes of production. New York: Routledge.
Jameson, F. 1980. The political unconscious: Narrative as a socially symbolic Act. Ithaca: Cornell.
Jameson, F. 1988. Marxism and Historicism. In The Ideologies of Theory: Essays 1971-1986, Volume 2: The Syntax of History pg.148-178. Minneapolis: University of Minnesota.
Lukács, G. 1971. History and class consciousness: Studies in Marxist dialectics. Trans. R. Livingstone. Cambridge: MIT.
Lecourt, D. 2001. The mediocracy: French philosophy since the mid-1970s. Trans. G. Elliot. New York: Verso.
Marx, K. 1964. The economic and philosophic manuscripts of 1844, D. Struik trans. New York: International.
_____.1973. Grundrisse: Foundations of the critique of political economy, trans. M. Nicolaus. New York: Penguin.
_____.1977. Capital: A critique of political economy, Volume I. trans. B. Fowkes. New York: Penguin.
_____.1981. Capital: A critique of political economy, Volume III. Trans. D. Fernbach. New York: Penguin.
_____.1988. Das Kapital. Werke Band 23. Berlin: Dietz Verlag.
Montag, W.1996. “Beyond force and consent: Althusser, Spinoza, Hobbes.” In Postmodern Materialism and the Future of Marxist Theory, ed. A.
Callari and D. Ruccio, 91-109. Hanover: Wesleyan,
_____.1998. Althusser’s nominalism: structure and singularity (1962-6), In Rethinking Marxism, 64-73. Volume 10, Number 3.
Negri, A. 1991. Marx beyond Marx: Lessons on the Grundrisse, trans. Harry Cleaver et al. New York: Autonomedia.
_____.1996a. Notes on the evolution of the thought of the later Althusser. Trans. Olga Vasile, in Postmodern Materialism and the Future of Marxist Theory, ed. A. Callari and D. Ruccio, 51-69. Hanover: Wesleyan,
_____.1996b. Twenty theses on Marx: interpretation of the class situation today. Trans. M. Hardt. In Marxism Beyond Marxism S. Makdisi C. Casarino, and
R. Karl, 149-181. New York: Routledge
____.1999. Insurgencies: Constituent power and the modern state. Trans. M. Boscagli. Minneapolis: University of Minnesota.
Perelman, M.2000. The invention of capitalism: Classical political economy and the secret history of primitive accumulation. Durham: Duke.
Resnick, S. and Wolff, R.1987. Knowledge and Class: A Marxian Critique of Political Economy. Chicago: University of Chicago.
Sprinker, M. 1987. Imaginary relations: Aesthetics and ideology in the theory of historical materialism. New York: Verso.
Çeviri : hç.
Kaynak: Rethinking Marxism, 14:2, 2002
Metnin İngilizcesine şu adresten ulaşılabilir:
http://www.after1968.org/app/webroot/uploads/read-accumulation.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder